Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Tuhaf bir bayramdı.

        Kolay değil, dört gün evlerimizde kapalı kaldık ve şartlar gereği öyle de olmak zorundaydı.

        Bayramı böyle geçirmek duygularımızı incitmiş olabilir, sıkılmış olabiliriz ama böyle gerekiyordu. Vaka sayısı ile iyileşen sayısı arasındaki denge hâlâ stabil değil çünkü. Garip olan bayramı bu kadar yalnız ve izole geçirmek değil, bayramdan kısa bir süre önce AVM’lerin açılması ve önlerinde -doğal olarak- oluşan kuyrukların kabul edilebilir bulunmasıydı.

        Bir de tepesi atmış polis ya da bekçilerden bazılarının işini ‘fazla’ ciddiye alıp birkaç yerde sebebiyet verdikleri olaylar.

        Bayramdan önce kovalanan çocuklar, çocuklarının gözü önünde kelepçelenen babalar, tariz edilen öğretmenler görüyorduk, bayram sırasında ise havaya ateş açıldı, gözaltına almalar oldu. Polis ve bekçilerin covid 19’la ilgili tedbirlerin bir parçası olan sokağa çıkma yasağını gözetirken saat sınırlamasını yanlış anlamış kişilere ‘milli güvenlik sorunu’ gibi davranması çok nahoş bir durum.

        Tedbirle tehdidi karıştıracak kadar az mı eğitim alıyorlar?

        PARDON AMA ELBETTE “RAMAZAN BAYRAMI”

        Bayram değişti, ama o klasik tartışma değişmedi.

        Şeker Bayramı mı Ramazan bayramı mı tartışması.

        Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın doğrusu Şeker Bayramı değil, Ramazan Bayramı’dır hatırlatması üzerine, Ana Britannica’lar açıldı, Redhouse’lara bakıldı, Şükür müydü Şeker miydi diye karşılaştırmalar yapıldı, Osmanlı’da da Şeker Bayramı dendiği olmuştu sonucuna varıldı ve uyarılar yenilendi: “Bayramın adı yüzünden kutuplaşmayalım”.

        REKLAM

        Hayatım boyunca bir kez bile “Şeker Bayramınız kutlu olsun” diyen birini uyarmadım, düzeltmeye kalkmadım, tariz etmek aklımdan bile geçmedi.

        Çocukken içimden şu soru geçerdi: “Neden ‘Ramazan’ı es geçip konuyu ‘şekere’ bağlıyorlar?”

        Büyüdükçe anladım. Ramazan ayında halka hitap ettiği kaidenin kürsüsünde su içmeyi maharet sayanlar, külfetine katlanmadıkları ibadetin nimetini soğurma amacıyla bayramı oruç ibadetine gönderme yapan unsurlardan soyma gereği duyuyorlardı. O yüzden bunun adının ‘şeker bayramı’ olması gerekiyordu. O da olurdu, anlaşılabilirdi, ama yakın tarih koca bir ayı oruç tutarak geçirenlere dönüp “Onun adı Şeker Bayramı’dır. O kadar” dediklerine de tanıktır. “Orucu sen tutmuş olabilirsin ama bayramının adını ben koyacağım” üsttenciliğinin izi vardır bu ikilikte. Şeker’di yok Ramazan’dı tartışmasının arka planı budur.

        Velev ki böyle bir tarihsel arka plan olmasın.

        Kişisel kanaatim sadece mantık yürüterek bile, Ramazan ayının sonunda denk gelen bayrama Ramazan Bayramı denmesi gerektiği sonucuna varılabileceği yönünde.

        Hiç öyle, yok efendim Arapçada bunun adı ‘ıydül fıtr’ yani aslında ‘Şeker’ de ‘Ramazan’ da değil, mugalatasına gerek yok.

        Bir şeyin adını, o sürece emek verenler, o kutlamaya anlam yükleyenler koyar.

        Bir dini bayramın adını koyacak olan da, Ramazan ayını oruç tutarak, çabalayarak geçirenlerdir.

        HRİSTİYAN KOMŞULARINIZA TAVŞAN BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN MU DİYORSUNUZ?

        Gayrimüslim komşularınızın Paskalya Bayramlarını kutlarken “Boyalı Yumurta bayramınız kutlu olsun” demiyorsunuz değil mi?

        Eminim, çikolatadan yapılan tavşan figürlerine atıfla ‘çikolata bayramı’, ‘tavşan bayramı’ da demiyorsunuz.

        REKLAM

        Paskalya Günlerinde yapılan ‘Paskalya çöreği’nden esinlenerek ‘çörek bayramı’ da denmiyor.

        Her Ramazan ayında “Ramazan ayını sabitleyelim” diye gevşek gevşek konuşanlara ayrıca bir hatırlatma: Bu tartışmayı Paskalya yortusu için yapanlar da başarılı olamadı. Hâlâ, her yılın mart ayının 14. gününü izleyen pazar günü kutlanıyor ve kimse adını bayramda tüketilen yiyeceklerden almasını salık vermiyor.

        Sözün özü, bu ülkedeki Müslümanların bir kısmı oruç tutar, bir kısmı tutmaz. Hem din gönül işi olduğundan, zorlamayla, baskıyla yapılmış bir ibadeti en başta Allah istemeyeceği için hem de ‘demokratik laiklik’ ilkesi kör topal pratiklerle de olsa ülkeye yerleştiği için.

        Oruç tutmama hakkı vardır ve oruç tutmayanın lekelenmeme hakkı vardır, Müslümanlar oruç tutmayanlara -hakaretamiz tutumlar almadıkları sürece- onlara kötü gözle bakılmamasını dahi sağlamakla yükümlüdür.

        Ancak bırakın da oruç ibadetiyle kopmaz bölünmez ilişkisi olan Ramazan ayının adını bir zahmet oruç tutanlar koysun. Ve bu bayramın adı Ramazan Bayramı’dır demek “Vayy kutuplaştırıyorsunuz!” eleştirisine maruz kalmasın.

        DİNDARLARIN KUTUPLAŞTIRMAMA SORUMLULUĞU

        Bazı mütedeyyin muhafazakar insanların ‘kutuplaştırmama’ sorumluluğunu ihlal ettikleri yer, ağırlıklı olarak oy verdikleri AK Parti’nin savunuculuğunu yaparken aşırıya kaçmalarıdır. Erdoğan’a seslenirken, Erdoğan'ı bile "Haşa" demek mecburiyetinde bırakacak şekilde, “Allah çocuğumun ömründen alsın da size versin” diyerek saçmalamalarıdır.

        İktidar nimetlerine, güçlü bir siyasi parti aidiyetine ilişkin ‘bağımlılıklarını’ yanlış yorumlayıp bunu ‘dava’ ile karıştırmalarıdır. O ‘dava’ adına muhalif olan herkesi düşmanlaştırmaları, 28 Şubat’ta yapmadığı melanet kalmamış olanları da yine o ‘dava’ adına sahiplenmiş olmalarıdır.

        REKLAM

        Ama asla ve asla yaptıkları ibadetin bayramının adını koymaları ‘kutuplaştırma’ değildir.

        Elmalarla armutları, sapla samanı karıştırırsak ve iktidarın muhalif olan herkesi düşmanlaştırmasına duyduğumuz tepki adına muhalif olanın seküler ajandasını temellük etme hatasını yaparsak dindarlar yakında “Aman kutuplaşmayalım” dayatmasının gölgesinde namaza Müslüman yogası, zikire Müslüman mantrası, kurban bayramına ‘fesat the beast’ denmesiyle ilgili yaklaşım ve talepleri de ‘hoş görmek’ zorunda oldukları bir noktada bulabilirler kendilerini. Ben bulmam da, bir zamanlar güvendikleri AK Parti ile ilgili hayal kırıklığı yaşadıkları için şimdi inancına da küsmeye kalkan bazı sevdiğim kişiler için söylüyorum. Lokal ve konjonktürel olana tepkimiz, kültürle ve kadim olanla ilgili muhayyileden ve duygudan yüz çevirmemize sebep olmamalı.

        Din bir toplumun kültürünün içinden böyle böyle çekilir gider çünkü. Böyle böyle o kültür kendi inanışından soyulur ve çıplak kalan yerlere de -maalesef o tabiri kullanacağım- “kültürel emperyalizm” tarafından taşınan veriler ve ‘çöp’ler dolar ve bütün toplumlar aynileşir, hem birbirinin tıpkısının aynısı olur, rengini, özünü ve kendi özgün direncini, psikolojik savunma mekanizmasını kaybeder, eşyalaşır.

        Hoş olan oldu ama kalanı heba etmemek de sorumluluğumuz.

        Ramazan Bayramınız mübarek olsun.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar