Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Koronavirüs pandemisi bilimsel istatistik verileri ve ölümün soğuk yüzünü hissettiren sert gerçekliği ile buz gibi somut bir realite.

        “Her yıl yüzbinlerce insan gripten ölüyordu, bunun ne farkı var? Neden bu kez bu kadar abartıldı?” diyenler giderek azalsa da, virüsten korunmak için yaşam tarzından vazgeçmek istemeyenler olduğunu gördüğümüz için belirtelim: Abartılıyor, çünkü diğer virüslerden daha hızlı yayılıp, daha hızlı öldürüyor. Türkiye’de vaka sayısı artacak ve -eğer açıklanırsa- ölüm haberlerini de almaya başlayacağız.

        Thomas Pueyo'nun Coronovirus: Why You Must Act Now? İsimli makalesinin T24 sitesindeki çevirisi resmi vakıa- gerçek vakıa arasındaki farka dair oldukça somut veriler içeriyor ve yapılması gerekenlere dair ikna edici gerekçeler ortaya koyuyordu. Şu cümle özellikle çarpıcıydı: “Çin’deki ölüm oranı şu anda %3,6 ile %6,1 arasında. Eğer bunu geleceğe doğru uzatırsak ~%3.8-4 arası bir sayıya ulaşılıyor. Bu da şu andaki tahminlerin iki katı ve gripten ölüm oranlarının 30 katı.” (vurgu bana ait.NBK)

        Makaleye göre Güney Kore’de vaka patlaması yaşanırken ya da İtalya gibi, hatta ABD gibi Batılı ülkeler koronavirüsle sınavdan hiç iyi notlar alamamışken Tayvan, Singapur, Tayland veya Hong Kong’da aynı durumun yaşanmamasının tek bir nedeni var. Sayılan ülkeler SARS’tan dolayı tecridin, karantinanın, sosyal izolasyonun önemini kavramışlardı ve hızlı davrandılar. İrtibat yoğunluğunu azaltmanın ‘her şeyden önemli olduğunu’ biliyorlardı ve virüsün yayılımını böyle engellediler.

        Virüs, bakteriden farklı olarak bir konağa ihtiyaç duyuyor. Konaktaki tekamülünü tamamladıktan sonra çatlıyor, saçılmak ve atlamak istiyor. Sıçrayabileceği yeni bir konak olmadığında, ömrü saatlerle; bilemediniz bir- iki günle sınırlı. İzolasyonun ya da tecrit kararlarının erken alınmasının önemi de burada.

        “MUARIZIMI TECRİT EDER MİSİNİZ LÜTFEN, ZİRA KENDİSİNDEN HİÇ HAZZETMİYORUM”

        Gelgelelim, her şeyin yanlış anlaşıldığı Türkiye’nin sosyal medyasına bakıldığında, hemen her tartışmada uçları temsil eden kampların politik olarak muhalif ya da muarız gördüğü kesimin ‘izole’ edilmesinden yana olduğunu görüyoruz.

        Konu koronavirüs olduğunda tecrit bir ceza ya da mazoşist bir sapkınlık değil, bir hayatta kalma yolu. Demek ki herkes muarızını çok seviyor.

        Latife bir yana. Derbinin seyircisiz oynanmasına canı sıkılmış bir muhalifin ya da hesap vermeden eğlence yerlerinde ‘takılmak’ isteyen birinin canhıraş “O zaman Cuma namazı da kılınmayacak kardeşim” diyerek boşluğa doğru diklendiğine, yahut umre dönüşünde bambaşka bir Türkiye ile karşılaşmış 50 yaş üstünün acemi davranışlarına zehir zemberek laflar edildiğine şahit olabiliyorsunuz. Diğerleri de onlara ayetler hadisler okuyarak karşılık veriyor, ‘cehennem azabı’ndan bildiriyorlar.

        KORONAVİRÜSE KARŞI İHMAL, KUL HAKKINA GİRMEKTİR

        Oysa koronavirüs ile ilgili ihmal, kul hakkına girmektir. Taşıdığın virüsle belki sen baş edebilirsin ama bulaştırdığın kişi/kişiler atlatamayabilir. Her inanç sahibinin böyle düşünmesi ve davranması şart.

        Kaldı ki iyi bir Müslüman bilir ki, iki hafta Cuma kılınmasa kimse dinden çıkmaz, zaten farz namaz değil vacip namazdır. Yok ille de kılınacaksa saflar iki kişi arasında birer metre mesafe olacak şekilde yeniden düzenlenmeli ve ibadetin ‘secde’ kısmı baş yere konmadan yapılmalı. Havadan yüzeye inen virüsün cami halısına yapışık olarak epey bir süre yaşadığı akıldan çıkarılmamalı.

        Anahtar mantalite şu olmalı: Dini bir sorumluluğu yerine getirme adına kendi hayatınla ilgili bir risk alabilirsin ama eyleminin ya da ihmalinin sonucunda başkasının/başkalarının ölmesi riskini göze alamazsın. Kul hakkı argümanı, bu bakımdan önemli ve sonuç doğurucu bir kavram. Kalabalıktan uzak durun mesajını kalabalık bir camide vererek oxymorona sebebiyet veren Diyanet, bu noktada daha etkin bir sorumluluk almalı ve kesin, net uyarılar yapmalı. Online olarak.

        PEKİ EĞİTİMLİ SINIFSAL KİBİR NE OLACAK?

        İnançlı ama biraz fazla ‘kaderci’ ve bu nedenle ihmalkar davranan kişileri ‘kul hakkı’ ile eğitmek mümkün.

        Peki, eğitimli sınıfsal kibir nasıl hizaya sokulacak? “Kalabalık ortamlar tehlikeli” denilen bir gündemde kadın toplantısı yapanları, yaptığı eleştirildiğinde “Armutla elma bir mi?” diye cevap verenleri, “Biz doktoruz biliriz bu işleri” havasında olanları?

        Makarnacı Umreci AaKeePee’lilere benzemediğini söyleyenlerin, her gün iki kez duş almakla övünüp “Benim gittiğim gece kulübü sizin ahırdan bozma kahvehaneleriniz mi ki ben virüs kapayım?” diyenlerin, spor salonunda selfilemezse rahat edemeyen, üst sınıf özentisinin yarattığı boşluğu kendinden daha aşağıda ve zayıf olanı ezmek için kullanan alt-orta sınıf sosyopatlarının sorumluluk alması nasıl sağlanacak?

        Mahalle baskısıyla.

        Kendileri gibi yaşayan, kendileriyle aynı ortak değerleri paylaşan kişilerin bu zevatı deşifre etmesi ve paylamasıyla.

        YAPILACAK EN YANLIŞ ŞEY OHAL İLAN ETMEK OLUR

        Türkiye işleri şu ana kadar iyi organize etti. Uçuşların durdurulması, okulların tatil edilmesi yerindeydi. (Bu arada en azından bazı özel okulların EBA altyapısından yoksun olduklarını, hele hele bu yıl üniversiteye hazırlanan, sınavlarda iyi bir not ortalaması elde etmesi geleceğini belirleyecek olan öğrencilerin afalladığını belirtmeliyim.)

        Eğlence yerlerinin kapatılması kararı da doğru bir karar. Ama geç kalınmış bir karar.

        Umreye giderken bıraktığı Türkiye’den daha farklı bir Türkiye ile karşılaşmış sürece adaptasyon sorunu yaşamış yaşlı insanlara ileri geri konuşanlar unutuyor. Umreye kimin gidip kimin gitmediğinin listesi var, kaldı ki alıp Gölbaşı’nda bir öğrenci yurdunda tecrit edebiliyorsunuz. Ama gece kulübü gibi sağlıksız salgıların ferah feza uçuştuğu alanlara kim girdi kim çıktı kim oradan ne kaptı ve nereye götürdü takip edebilme imkanınız yok.

        İbadethaneler için de cesur olunmalı.

        Fırsatçı esnafa göz açtırılmamalı meselesi geçen haftanın konusuydu. Yeni konu şu: Mağazaların şok indirimler yaparak yüzlerce müşterinin alt alta üstü üste ürün kapma telaşı içine girdiği ortamlar oluşturmaları yasaklanmalı.

        Ama asla olağanüstü hal ilan etmek gibi yollara başvurulmamalı. Şu an yapılacak en kötü şey, zaten komplo teorilerine yatkın olan vatandaşa , “Ortada abartılı bir durum yok, devletler bu virüsü çıkarları için kullanıyor” hissi verecek regülasyonlara girişmektir.

        Bir de, devlet erkanı ve medya sürekli olarak virüse yakalanmamak için yapılanları konuşuyor. Yeterli test kitinin bulunmadığı ve bazı kimselerin bu virüse yakalandığı halde hastanelere başvurmayacağı, gerçek vaka sayısının resmi vaka sayısından daha yüksek olacağı dikkate alınarak, koronavirüs sonrası önlemlerle ilgili olarak da bilgilendirme yapılması gerektiğini düşünüyorum.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar