Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        An itibarıyla 13 şehit var.

        Allah hepsine rahmet eylesin, yakınlarına sabır versin.

        Gözlem noktalarımız neden Esad rejiminin saldırısı altında sorusunun cevabı hem basit hem karmaşık boyutlar içeriyor. En basit cevabı şu: İdlib son çatışmasızlık bölgesi. Türkiye’nin gözlem noktalarının en basit işlevi, Esad’ın okulu, hastaneyi, fırını hatta apartmanları ‘dilediği gibi’ bombalamasının önüne geçmek. Astana ve Soçi’ye uyulmasını garanti altına almak.

        Gözlem noktaları, Türkiye’nin talebiyle özel bir statüde olması istenen İdlib’de ak koyunun kara koyundan, HTŞ gibi radikal savaşçı örgütlerin “Savaşsız duramadığımız için değil, evimizi korumak için savaştık ve geride bırakmaya hazırız, elbette barışa da müzakereye de açığız” diyen ılımlı muhaliflerden ayrışmasını sağlamaya hizmet edecekti. Bu işlevini yerine getirebildiği söylenemez. Bırakın HTŞ ile ılımlı muhalifleri ayırmak, HTŞ gün geçtikçe sivilleri kendisine canlı kalkan yapar hale geldi. Gözlem noktası daha proaktif tutum alarak Azez’de, Bab’ta, Afrin’de olduğu gibi daha fazla kontrol ve denetim gerçekleştirebilseydi Moskova’dan istenen zamanın içi daha nitelikli bir şekilde doldurulabilirdi.

        TÜRKİYE’NİN DİRENCİNİ SINAYAN İÇ VE DIŞ ETMENLER

        Ancak şunun da farkında olmak gerekir: Radikal terörist örgütlerle ılımı muhalefetin ayrıştırılması ılımlı muhaliflerin “Madem HTŞ’den farklısın, o halde seni alıp başka bir yere yerleştirelim” şeklindeki girişimlerle dışarı çıkarılması yoluyla olabilirdi. Bu da kendilerine Esad rejiminin ihlallerinden korunacaklarının sözünü verebilmekle mümkündü. Ancak güvenilir bir aktör olmadığını tüm dünyanın bildiği Esad adına bu sözü vermek o kadar kolay olmayınca radikal ve ılımlı muhalifleri İdlib’de beraberce tutmak Türkiye için ‘zaman kazanmak’ ifadesine indirgenebilir bir politika halini aldı. Zaman kazanmak, yani kaçınılmaz olanı kendi önceliklerini gerçekleştirene kadar ya da bir sonuç için uygun zaman elde edilene kadar ertelemek. Kaçınılmaz olanın gerçekleşmesini engellemek için büyük ve evsaflı planlar yerine zamana güvenmek.

        Türkiye Fırat Kalkanı ve Zeytindalı harekatlarını yapabilmek ve Barış Pınarı Herakatı sayesinde oluşturduğu güvenli bölgelere mültecileri yerleştirmek gibi planlara öncelik verdi. İlk iki harekat görece başarılı oldu. Üçüncü harekat ise beklenen sonucu vermedi. An itibarıyla Türkiye mültecileri yerleştirebileceği büyüklükte bir alanı kurtarabilmiş değil ve Fırat’ın Batısı olarak andığımız yerde de Moskova su kaynattı.

        Dolayısıyla kazanılan zamanın sonuna gelinmiş oldu.

        Ancak eldeki imkanlar ve sahadaki şartlar düşünüldüğünde ‘zaman kazanmak’tan başka yapabileceği bir şey var mıydı Türkiye’nin?

        Gönül rahatlığıyla ‘vardı’ diyemiyoruz.

        Başka olasılıklar, daha riskli ama sonuç alma ihtimali yüksek adımlar için Türkiye’nin iç birliğini tamamen sağlamış bir ülke olması gerekirdi.

        Oysa Esad’a bir ders vermeye kalksa bu devlet, Türkiye’nin yanında değil Esad’ın yanında yer alacak kadar yanlış yönlendirilmiş yüzbinlerce kafa var.

        İNSANİ ÇÖZÜM UZUN VADEDE RASYONEL ÇÖZÜMDÜR

        “Suriye-Türkiye savaşsa banko Esad’ı tutarım” kafası diye bir şey var ülkede.

        Hâlâ “Bana ne İdlib’den, bana ne Esad’dan, ben ülkemde mülteci istemiyorum” diyenlerin domine ettiği bir kamuoyu söz konusu.

        “İyi ya işte, daha çok mülteci gelmesin diye direniyor devlet” diyenlere de inanmıyorlar.

        TSK’nın uğradığı saldırılar için Rusya’dan ve Esad’dan özür dilememiz gerektiğini düşünüyorlar, açıkça ifade edeni bile var.

        Türkiye İdlib’de Esad’ın ve Rusya’nın çözümüne uygun davranacak olursa 2.5 milyon insanın terörist ya da sivil ayrımı yapmaksızın hepsinin üzerine bomba yağdırmasına seyirci kalacak.

        “İdlib’de 2.5 milyon sivil var. Bunun yalnızca 30 bini savaşçı. Onları yok etme adına sivilleri de bombayalacaksınız? İnsaniyet namını geçtim, böyle bir durum mülteci akınına neden olur, benim yeni mülteci ağırlayacak halim, yerim kalmadı” dediğinde kapı ardından aldığı cevap aşağı yukarı şöyle bir şey: “İdlib’de sivil yok. Kaparsın kapılarını giremezler.”

        Razı oldukları çözüm bu.

        “Bırak Esad hepsini yok etsin. Kılını kıpırdatma. Kalanına da kapıları açma. Hem bu kadar uslu durursan, bakarsın Esad PKK konusunda yardım eder”.

        Hani Türkiye eski zincirlerini kırmıştı? Hani Türkiye artık ABD’ye bile meydan okuyordu? ABD tahakkümünden kurtulabilmiş bir Türkiye’nin, ülkesini mahvetmiş, nüfusunun yarısı ya ölmüş ya göç etmiş eli kanlı bir diktatörün meydan okuması karşısında diz çökmesini istemek akılalır bir iş midir?

        İnsani çözümün uzun vadede rasyonel çözüm olduğundan bile bihaberler özetle.

        Tam da bu nedenle Türkiye’nin “Bırakalım Esad ne yaparsa yapsın” çizgisinde olmamasını, söz konusu gözlem noktalarını korumak istemesini, İdlib’e sevkıyat yaparak zorlayıcı diplomasinin gerektirdiklerine odaklanmasını onaylamıyorlar.

        İDLİB’E SERT BİR MÜDAHALE IŞİD’İN YENİ SÜRÜMÜNE MERHABA DEMEKTİR

        Gelinen noktada Moskova, Türkiye’nin üzerine düşeni yapmadığına inanıyor.

        Suriye’deki muhaliflerin önemli bir kısmını Astana ve Soçi’ye entegre eden Türkiye’nin, bu tavrıyla Suriye’ye ve Rusya’ya ne büyük bir hediye verdiğini görmezden geliyor.

        “İdlib’de sabrımızın sonunda geldik bak” diyor.

        “Suriye’nin toprak bütünlüğü” denilen yalanı Türkiye’ye karşı bahane olarak kullanıyorlar.

        Dışişlerimiz yakın geçmişte ABD’ye “Ne işin var Suriye’de, çek git, biz burada sorunlarımızı baş başa çözeriz” iyimserliğine kapılarak tavır takınmasının şimdi nasıl bir dezavantaja dönüştüğünü anlamış olmalı. “Çek git” denilirken, Türkiye’nin İran, Rusya ve Suriye ile baş başa kalacağı bir ortamın sakıncaları düşünülmeliydi. Şimdi orta ve yüksek profilli ağızlardan ABD’den ve AB’den yardım isteniyor. Ama ondan önce yapılması gereken bir şey var: Rejim sınırları içinde kalan gözetleme kulelerindeki askerleri, henüz rejimin elde edemediği alana çekmek. Asker kayıplarımız rejimin top saldırıları nedeniyle mi oluyor, ‘hava saldırısı’ yüzünden mi oluyor, kamuoyuna net bilgi vermek. Zira yapılan sevkiyatla, ‘top atışı’ denilen bir saldırıda hava saldırısı olmuş gibi kayıp vermek birbiriyle mütenasip iki oldu değil ve bu tür anormallikler kafa karışıklığına ve karamsarlığa neden olmakta.

        Türkiye’nin avantajı Moskova’nın Türkiye ile Suriye’de açıktan bir savaşa girmenin faydasızlığını görme ihtimalinin yüksekliği. Zira Rusya, Suriye’de kârını maksimize etmiş durumda. Türkiye ile de oldukça kârlı alışverişler yapmış, sözleşmelere imza atmış durumda. Rusya’nın Türkiye ile açıktan savaşa girmek için yeterli sebebi yok. Dolayısıyla tüm bunlar Rusya’nın anlaşmayı güncelleme öncesi muhatabının direncini kırma faaliyeti olabilir.

        Öte yandan İdlib’in üzerine bomba yağması demek, Azez, Bab, Cerablus üçgenini IŞİD’den arındırma başarısının hükümsüz kalması demek. HTŞ ile beraber sivilleri de öldürürseniz bu kez o sivillerin çocukları sizlere yeni IŞİD’ler olarak döner. Sosyoloji buna müsait.

        ABD’nin İdlib’deki durumla ilgili görece yumuşak ve anlayışlı cümleler kurmasının nedeni bunu daha önce yaşamış olmasından kaynaklanıyor. Irak’ı işgal ettiler, birçok can kaybına sebep oldular, ülkede yeni egemen muktedir sınıf yarattılar, o muktedirler sünni toplulukları ezdi ve can kayıplarına neden oldu ve sonuç IŞİD oldu.

        Herkes bildiğini, kolay geleni, yani etnik ya da mezhebi temizliği ya da bu temizliğe girişenleri korumayı, terörist-muhalif-sivil ayrımı yapmaksızın yok etme girişiminde bulunmayı tekrarladığında sonuç hep IŞİD olur.

        ABD bunu biliyor.

        Rusya’nın da bilmesi ve umursaması sağlanırsa üç vakte kadar masaya oturur. Ama belli ki, vekili (Esad) eliyle, muhatabına (Türkiye’ye) bedel ödeterek bu noktaya gelmeyi uygun görüyor.

        Sözün özü, İdlib’de Esad’ın dediği olursa, Türkiye hem büyük bir insani kıyımın önüne geçememiş olacak. Hem bu kıyım nedeniyle yeni göç dalgasına maruz kalacak. Bazı aklıevvellerin önerdiği şekilde kapıları mültecilerin yüzüne kapatırsa bütün inandırıcılığını, geçmişte söylediği/yaptığı şeyleri inkar etmiş olacak. Askerini tamamen geri çekmiş, toparlanıp dönmüş bir iktidar “Mültecileri denize dökelim” tayfasına daha fazla taviz vermeye zorlanacak. Dışardaki sorun ise daha büyük. İdlib’in üzerine bomba yağması, sivil kadın çocuk denmeden kitlesel ölümlere sebebiyet verilmesi terör furyasını yeniden başlatır. Fırat Kalkanı, Zeytindalı, Barış Pınarı yok hükmüne yelken açar. Çünkü sahada oturmaya başlamış statülerin hepsi bozulur, başa dönülür. Yani Türkiye’nin İdlib meselesinde direnerek alacağı risk ile Esad’a “Eyvallah dediğin olsun” demesinin doğuracağı risk hemen hemen aynı. O halde onurlu olanı seçmek gerekir. Türkiye direnebildiği yere kadar direnmelidir.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar