Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bugün bayramın ilk günü. Tatile koşmalar, büyükleri unutmayın tembihleri, sokakların kalabalığı, İstanbul’un trafiği… Hepsi uzak birer hayal sanki…

        Evdeyiz. Kim bilir kaçımız anne, babalarımıza uzaktan bakmanın burukluğunu yaşıyor… İçinden “Ah geçen bayram tatile gitmek yerine onların yanında olsaydım” diye geçiriyor…

        Bence bu süreç hepimize insanın sosyal bir varlık olduğunu ve biricikliğinin en çok bu özelliğinden kaynaklandığını hatırlattı.

        Bu yılki bayramın hafızalarımızda ömür boyu yer tutacağı, tarih kitaplarında anlatılacağı muhakkak.

        Biliyorum zor, hepimiz bunaldık. Bayramı dahi bayram gibi yaşayamamanın getirdiği hayal kırıklığı var.

        Ama tüm olumsuz koşullara rağmen tünelin ucundaki ışığı düşünelim. Az kaldı. Bu tutsaklık bir nebze da olsa bitiyor.

        Hepinizin bayramını kutlarım…

        Yazı Boyutu

        Sandıkta bulduğum fotoğraf

        Bu sürecin en zorlayıcı tarafı tehdit algısını değiştirmiş olması.

        Herkes potansiyel birer tehlike.

        Anneme iki aydır uzaktan bakıyorum. Evine birkaç kez gittim, kapıdan paket bırakıp el salladım döndüm. “Gel” diyor, cesaret edemiyorum. “Özledim” diyor yaklaşamıyorum.

        Hele bayramda… Tek başına yaşayan annenizi ziyaret dahi edememek tarifi zor bir kırıklık ve hatta çaresiz bir suçluluk hissi yaratıyor.

        Bu duygularla sandık karıştırırken aşağıdaki fotoğrafı buldum. 18 yaşındaki bu genç kız benim annem. 1970 yılında üniversiteye başlarken çekilmiş.

        Annem Ferhat Alçı
        Annem Ferhat Alçı

        Gördüğünüz karenin ortaya çıktığı andan iki yıl sonra babamla tanışıyor, iki yıllık nişanlılık sürecinden sonra 1974’te evleniyorlar…

        2011’in ilk günlerinde babamı kaybedene kadar da hep çok uyumlu yaşadılar. Bir kez bile birbirlerine yüksek sesle hitap ettiklerini hatırlamam.

        Rahmetli babam bana “Kızım annene ilk günlerde nasıl davranıyorsam aynı şekilde davranmaya daima dikkat ettim. Böyle yapmazsam ona değil kendime saygısızlık etmiş olurum” derdi. Bir ilişkideki en önemli unsurun sevgiden de fazla saygı olduğunu söylerdi…

        Annem de babama hep aynı ihtimamı gösterdi. Evin içinde dahi onu bir gün özensiz bir kıyafetle, dağınık saçla görmedik. Her güne aynı özenle yaklaştı.

        Birbirlerine karşı evlilikleri boyunca saygılı ve sevgili oldular. Böyle paylaşımcı bir ilişkiden sonra anneme yalnızlığını hissettirmemek çok zordu. Bunu hâlâ ne kardeşim ne ben başarabilmiş değiliz…

        Herkes için bu bayram büyüklerini mecburi yalnız bırakmak çok zor. Ama benim için bir de böyle bir zorluğu var.

        O nedenle annemin bayramını sandıktan çıkan bu fotoğrafıyla kutlamak istedim. Uzaktan da olsa biraz tebessüm ettirebilmek için…

        Özkök'ün parkuru mu Leslie'nin programı mı?

        Geçen hafta “Ertuğrul Özkök’ün evde yürüyen adam skorlarına bakmayın, koridorda volta atmakla bu rakamların yanına bile yaklaşamazsınız” demem Özkök’ü epey rahatsız etmiş.

        Salı günkü yazısında evde koridor ve salondan oluşan 16,70 metrelik parkurunu açıkladı ve “Sevgili Nagehan Hanım karantina bahanesi yaratmayalım” dedi. Bu parkurda günde 5 km yürüyormuş.

        Bravo Sayın Özkök! Demek ki her gün evdeki rotanızda 299,4 tur atıyorsunuz. Kabaca 300 diyelim… 300 kere aynı yerde git-gel, git-gel… Bu bana feci bir eziyet gibi göründü. İnsanın başı döner, yürümek fiili anlamını yitirir.

        Sevgili okurlar, isterseniz evde siz de 300 turluk volta atın, isterseniz de geçen yazıda bahsettiğim ‘eğlenceli yürüyüş antrenörü’ Leslie Sansone’nin 3 millik, 45 dakika süren programlarını youtube’dan açın ve yapın… Hangisi daha kolay ve etkili, siz karar verin…

        Diğer Yazılar