Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İran yine ardarda beceriksizlikler etti; kırk yılda bir yakalayabildiği haklı ve gadre uğramış görünme imkânını elinden kaçırdı, mazlum sandalyesinden kalkıp bir anda suçlu mevkiine düşüverdi!

        Düşünün: Amerikalılar tâââ binlerce kilometre öteden yönlendirdikleri füzeyi generalinizin tepesine atıp hem o generali hem de beraberindekileri öldürsünler ve Amerika karşıtı her türlü propaganda imkânını kırk yılda bir bu sayede yakalayabilmiş olan İran, suikasti diline dolayıp ağzına geleni söyleme hakkına artık sahip olduğu halde herşeyi karmakarışık etsin, üstelik suçlu ve beceriksiz konumuna gelsin!

        General Kasım Süleymanî’nin hakkındaki iddiaları, senelerdir aleyhimizde çalışan gruplara ve örgütlere verdiği desteği yahut diğer faaliyetlerini bir tarafa bırakalım: Suikastten farkı olmayan bir şekilde öldürülmesi devletler, ceza ve diğer hukuk dallarının alanına girer, İran’a hayli güçlü bir fırsat verirdi.

        Ama, İran bu fırsatı neler yaptı da değerlendiremedi, hatırlayın: Cenazesini diyar diyar dolaştırdıkları Süleymanî’yi âhırete defin merasiminde can veren elli küsur İranlı ile beraber yolcu etti, ardından Irak’taki Amerikan üssünü vurma hevesi ile çölü ve taşı toprağı bombaladı, derken Ukrayna’ya ait bir yolcu uçağını Amerikan füzesi zannedip yanlışlıkla vurdu, uçakta bulunan 176 hayatı söndürdü ve bütün dünyaya rezil oldu!

        Daha önce de yazmıştım: İran geçmişi 25 asır öncesine uzanan bir medeniyettir, devlet geleneği bu medeniyetin çerçevede şekillenmiştir ama şekillenmenin temelinde “böbürlenme” ve “inat” vardır!

        Memleketi teşkil eden Fars, Âzerî, Belûcî, Lûrî, Teleşî, Kürt, Arap, Hristiyan ve diğer unsurlar hâkim “Fars” kimliğinde birleşmiş ve “İranlı” olmuşlardır. Dil asırlardır değişmediği, yazı da zaten hep aynı kaldığı için bir lise talebesi, hattâ hiç tahsil görmemiş bir İranlı bile asırlar öncesinin metinlerini ve şairlerini, meselâ Ferdovsî’yi, Mevlânâ’yı veya Şirazlı Hâfız’ı rahatlıkla anlayabilir.

        Farsça, İran’ın çevresinde konuşulan birçok dili ve Türkçe’yi de hayli etkilemiştir; üstelik sadece Farsça değil o toprakların kültürü de komşu bölgelerde baskın olmuştur ve 1979’da devrilen son Şah’ın dışişleri bakanlarından birinin “İran’a eski Yunanlılar, Romalılar, Türkler ve daha başka milletler geldiler, asırlarca hüküm sürdüler ve hepsi bizden birşeyler öğrenip gittiler” demelerinin sebebi budur…

        Üstelik, İran’da neredeyse bin seneden buyana devlet kurup hüküm sürmüş Selçûkî, Safevî, Avşar ve Kaçar gibi hanedanların tamamının Türk; aslen Fars ve anadili Farsça olan ilk hanedanın, yani Pehlevîler’in ise İran’a ancak 1925’te hâkim olabilmelerine rağmen…

        Dolayısı ile, Amerikan Başkanı Donald Trump’ın “İran’ın kültürel varlıklarını vurma” tehdidi öncelikle bizi alâkadar eder, zira başkanın “belirlediğini” ve “vurabileceklerini” söylediği 52 adet hedefin çoğu İran’da eski asırlarda hüküm sürmüş olan Türk devletlerinden kalan tarihî hatıralardır.

        BÖBÜRLENME, DİDİŞME VE İNAT…

        Tahran’ın bütün bu alışkanlıklarına Şia itikadının millî ve romantik bir kisve ile hayat tarzı haline getirilmesini ve günlük hayatta ölüm, mersiye yahut ağıt kültürünün yüceltilmesini de ilâve ettiğiniz takdirde bugünün İran’ını daha rahat anlayabilirsiniz…

        İran’ın ana unsuru “İranlılık” olan böyle eski ve yüksek bir kültürü vardır, bu kültür devamlılık arzeder ama hepsi o kadar! “Ben İranlıyım!” şeklindeki milletçe böbürlenmelerin eşliğinde petrol geliri silâha, milis güçlerine başka memleketlerde rejime karşı mücadele eden gruplara ve hattâ nükleer teknolojiye yatırılır. Ama halkın en basit ihtiyaç maddelerini tam olarak karşılayacak üretime bir türlü geçilememiş, yönetici sınıf bütün mesaisini dünya ile didişmeye hasretmiştir!

        Irak’la savaşın devam ettiği senelerde İran hüzünlü bir yokluk içerisindeydi, Tahran’daki en lüks otellerin restoranlarında yenen meşhur Acem pilâvından bile taş çıkardı, piyasada benzin zor bulunur hâle gelmişti ama son model silâhlar mebzul miktarda idi! Güç belâ ihraç edilen petrolden gelen dövizin büyük bölümü ile dışarıdan silâh alınır, silâh şirketleri İran’a farazâ tank sattılar ise Irak’a da o tanka karşı kullanılacak tanksavarı verirler, cepheye sevkedilen parti silâhın ömrü bu yüzden sadece bir-iki hafta olur ve hemen ardından yeni silâhlara milyonlarca dolar yatırılırdı.

        Zira hem genetik yapı hem de resmî inat bunun böyle olmasını gerektiriyordu…

        İran’ı haklı olabilecekken haksız vaziyete düşüren beceriksizliklerin sebebi, bu âdetlerin hâlâ aynı şekilde devam etmesidir...

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar