Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Yeni yıla dair bir yazı yazmak için oturdum masaya. Boş bir sayfa açtım bilgisayarda ve “yeni yıla dair bir yazı yazmak için oturdum masaya” cümlesini yazdım.

        Sonra “yeni yıl” kavramı üzerine düşünmeye başladım. Düşünme, kafayı önüne eğip gördüğün şeye boş boş, manasız manasız bakmak değildir.

        Ben daha çok yazı yazarken düşünürüm. Bunu sadece ben yapmıyorum. Yazı yazmak, düşünmenin en etkili yoludur, bunu yazı yazan herkes bilir. Onun için çoğu zaman ne yazacağımı tasarlamam yazının başına oturduğumda.

        Boş bir kağıda, bir bilgisayar ekranına bir cümle yazarsın, gerisi gelir. Eğer gerisi gelmiyorsa yazı sana ihanet ediyor demektir, mukayyet olacaksın kendine, her an yazıdan kesilebilirsin!

        *

        Bir İspanyol yazarının sözünü; İstanbul’a ilk geldiğim sene Vedat Günyol’un beni götürdüğü, duvarında soyutlama düzeyini ana okul çocuklarının yaptığına benzer bir soyutlama düzeyine indirmiş olan İspanyol ressam Miro’nun orijinal bir tablosunun asılı olduğu Burgazada’daki evinde zarif Peride Celal’den duymuştum.

        Peride Hanım’a utangaç ve mahcup bir yeniyetme edasıyla o güzel hikayeleri bu güzel evde mi yazdığını sormuş, o da yazı ile koşulların rahatlığının hiçbir ilişkisi olmadığını uzun uzun anlatmış ve o günden beri hiç aklımdan çıkmayan o İspanyol yazarın şu sözünü söylemişti yazı yazmanın formülü gizliden gizleye bana vermek ister gibi:

        “Köpek yürür ve hikaye başlar.”

        *

        Başlayacak olan şeye “yeni” sıfatını uygun görünce insanoğlu rahatlamıştır herhalde.

        Yeni olan her şey güzeldir zira. Güzeldir güzel olmasına da, kıymetli midir bilemem. Siz bakmayın “eskiye rağbet olsaydı bit pazarına nur yağardı” demiş olmalarına. Yeni olan hiçbir şey antika payesini hemen kazanmaz. Antika payesini alan her şey, zamana kafa tutmuş, geçmişten gelen şeylerdir. Yeni olan parıltı, eski olan hüzün taşır üzerinde. Parıltılı şeyler ferahlık verir, hüzne bulanmış şey geçmişe götürür insanı. Geçmiş yaşadıklarımız, gelecek belirsizliktir. Geçmişten iyi şeyler biriktirmemiş olanlar gelecekten medet umar. Oysa gelecek denilen belirsizliğin başladığı bir başlangıç çizgisi yoktur. Soyut bir ufuk çizgisidir gelecek. Yaşadıkça gördüklerimizi, yaşadıklarımız, bizden önce ölmüş olanların geleceğidir. Dolayısıyla aslında gelecek denilen şey, beyhude bir avuntudan başka bir şey değildir.

        Hem gelecek denilen şey gelse bile bizim ömrümüz yetişmez ona. Hiçbir insanın ömrü gelecek kadar uzun değildir.

        *

        Bir yeni yıl sabahı kalksaydık, insanoğlunun yaptığı bütün takvimlerin 32 Aralık’ı gösterdiğini görseydik, ne hissederdik dersiniz? Bize bu oyunu oynamış olanlara kızar, kendimizi tam bir yıl boyunca yeni olana hazırladığımızı düşünür, geleceğimizi elimizden alan o takvim bozucularına beddua ederdik herhalde.

        Ama biliyoruz ki en uzun ayın ömrü, 31 gündür.

        Bu yazıyı yazarken, Yusuf Atılgan’ın “Aylak Adam” romanı vardı masamda. Hani, bulunduğu yerde huzur bulamayan insan iflah olmaz diyen kitap var ya, o işte. Bazı kitapları tekrar baştan okumamız gerekmiyor. Kendini her daim okutan kitaplara, istediğimiz zaman istediğimiz sayfadan başlayabiliriz.

        Benim rastgele açtığım kitabın 49. sayfasında, dün gece hepimizin yaşadığı bir anı anlatıyordu:

        “Bu gece insanların hindi yemesi gerekir. Bulamayanlar üzülür. Yılbaşı hindisi...Ooooo! Eğlenmek de zorunludur bu gece. Sinemalar, tiyatrolar, barlar doludur. Evlerde toplantılar vardır. On kuruşluk tombalalar. Şimdi kim bilir kaç evde, kim bilir kaç kadın, ‘Aman ayol, bu ne kötü şans böyle’ sözüne karşılık kim bilir kaç erkek, ‘Üzülmeyin; kumarda kaybeden aşkta kazanır,’ diyordur. Kim bilir kaç erkek de acele edip bu sözü ondan önce söyleyemediler diye onu kıskanıyordur.”

        *

        Yıl, hiçbir insanın hayatını değiştirmez. Yeni yıla göre plan yapanların, hayal kuranların tümü yanılmış, hayalleri toz buz olmuştur.

        Bir sabah kalkacağız, yeni bir yıl başlamış olacak ve o gün hayatımızı değişecek!

        Yok böyle bir şey.

        İnsanın hayatını yıllar değil, anlar, belirli günler veya bazı şeyler değiştirir. Yusuf Atılgan’ın deyimiyle, “Günlerin adı, sürelerince yaşanılan olayların değerine göre değişebilir.”

        Mesela “Bir gün bir kitap okursunuz hayatınız değişir.” Bir gün birisine rastlarsınız o kişi hayatınızın seyrini değiştirir. Bahar mevsimi gelir, paltonuzu ilk çıkardığınız gün mühim bir gündür mesela. Veya ona ilk gördüğünüz gün... Kimisi tanışma günü, kimisi evlilik günü, kimisi doğum gününü önemser. Şu anda kullandığımız takvimin pek itibar görmediği geleneksel toplumlarda, güneşin tutulduğu gün, karların erimeye başladığı an, ineğin buzağıladığı gün, çiçeklerin açtığı gün, oğlunun askerden geldiği gün... Bunları dilediğinizce uzatabilirsiniz.

        O aylar, günler, anlar yıllardan bağımsızdır. Bütün bunların olabilmesi için yeni bir yılın başlaması gerekmiyor. Pekala eski yılın içinde de başımıza yeni iyi bir şey gelebilir.

        O halde yeni yıldan medet ummak, her şeyi yeni yıldan beklemek, gelecek denilen hiçbir zaman gelmeyecek olan ana ağır bir yük bindirmektir ki, o yükü aslında hayatımıza yüklemişizdir.

        *

        Dün gece kimimiz sevdiklerimizle birlikteydik. Kimimiz hapishanede, kimimiz gurbette, kimimiz kışlada, kimimiz sınır boyunda bir nöbetçi kulübesinde, kimimiz yatılı okulda, kimimiz bir yurt odasında, kimimiz gurbette, kimimiz deniz altında bir araçta, kimimiz bir gemide açık denizde...

        Ne yaparsak yapalım, bir hayat boyunca hepimiz yaşımız kadar yılbaşı yaşarız.

        Benle beraber hepimiz bütün insanlık dün geceden itibaren hayatımızdan bir yıl daha azalttık.

        *

        Lamartine’in ünlü “Göl” şiirinden birkaç mısrada sıra... Yaşar Nabi çevirisiyle...

        Yeni yılı kendisine mutluluk getireceğine inanların gönlünde belki taze bahar çiçekleri açar temennisiyle..

        Zaman, dur artık geçme; bahtiyar saatler, siz

        Akmaz olunuz artık;

        En güzel günümüzün tadalım o süreksiz

        Hazlarını azıcık!

        Ne kadar talihsizler size yalvarır her gün,

        Hep onlar için akın;

        Günleriyle birlikte dertlerini götürün,

        Mesutları bırakın.

        Nafile, isteyişim geçen saniyeleri;

        akıp gidiyor zaman.

        Geceye “daha yavaş” değişim boş; tan yeri

        Ağaracak birazdan.

        Sevişmek hep sevişmek... Akıp giden saatin

        Kadrini bilmeliyiz.

        İnsan için liman yok, sahil yok zaman için,

        O geçer, biz göçeriz.

        *

        “Vefasız zaman” yaşadığımız hiçbir güzel günü, ne yazık ki bir daha geri getirmeyecek.

        O halde hayatın kıymetini bilelim!

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar