Deniz Bölükbaşı...
DÜNYANIN dört bir yanından derlediği yelkenli, kayık, sandal ve gemi maketlerine bakıp eklerdi:
“Herhalde önceki hayatlarımdan birinde bir gemide tayfa filanmışım... Ama hayatımda maketlerin dışında da teknem olmadı.”
Sonra selam verir gibi onlara tek tek bakıp gülümser, sohbete devam ederdi.
Bazen nüfus cüzdanını çıkarır, aynı ilçe nüfusuna kayıtlı olmamızın ayrıcalığını anlatır; babası Osman Bölükbaşı’dan anılar aktarır, nüktedan söylemin önemini vurgulardı:
“Mizah güldürür ve düşündürür, bunun için mizaha ‘gülen düşünce’ de denir. Nükte ve espri sözün gamzesidir...”
Hoşlanmadığı bir söz duyduğunda da şu cümleyi tekrarladı:
“Atıp tutmanın stopajı, KDV’si yoktur; sıfır maliyetli bir egzersizdir...”
Kendisiyle ilgili konuşmaktan hazzetmez, hele sağlığıyla ilgili söz açıldığında sevecen ses tonuyla telefonda o yanıtı verirdi:
“Yahu tamam, anladım... Tüh sana... Hadi naş davay...”
BAHÇELİ’Yİ YAZIYORDU
Bir kadın milletvekili için parti yöneticileri hakkında telefonda söylediği söz kaset skandalıyla medyaya düştüğü dönemde de tavrı değişmedi.
Kumpasın ardında kimlerin olduğunu bilmesine karşın, “Fincancı katırlarını ürkütmeyelim efendim; geçti gitti...” deyip sustu.
Boş oturduğuna tanıklık edene rastlanmadı.
Diplomasiden sonra, siyasetten de uzak kalınca kaleme sarıldı.
“Türkiye-Yunanistan ve Ege Uyuşmazlığı”nı anlattığı İngilizce kitabına, babasını yazdığı “Türk Siyasetinde Anadolu Fırtınası Osman Bölükbaşı”nı ekledi.
“Siyaset İskelesi”, “Gönül Semaveri” romanı, “1 Mart Vakası” ve “Dışişleri İskelesi” kitapları ardından geldi.
Entelektüel birikim ile siyasi mizahı buluşturduğu son “Politikomik” kitabına, siyasette hep yanında olacağını söylediği MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin biyografisini kaleme aldığı kitabı ekleme uğraşındaydı...
Belki de “Bir yalnızlıktır büyükelçilik” sözüne uygun şekilde, kendi yalnızlığını yaşamayı tercih etti.
Kanserin o melun yüküne karşın, hep başkalarının derdine şemsiye oldu.
Babasının da sıklıkla dile getirdiği o dörtlüğü yineledi:
“Baş olanlar övünmesin/ Ne gelirse başa gelir/Diz toprağa yaslanır da/Baş düşerse taşa gelir.’’
TEKNESİYLE AÇILDI
Melanet hastalığın nüksettiğini, sıçrama yaptığını öğrendiği gün aradı.
İlk kez, “Haydi gel biraz dertleşelim” dedi.
Bürosunda buluştuk, beyindeki kütleye ışın kılıcı yapıldığını, akciğer ve kemik için de kemoterapi ve şuaya başlandığını söyledi, sessizleşti.
Ben açmaya çalışınca da “Tamam yahu, bu kadar işte” diyerek susturdu.
Geçen hafta buluştuk, yorgundu; pazar öğleden sonra ise telefondaki sesi bitkindi:
“Bu kemoterapi beni haşat etti iyi mi... Yandaki hastaneden geldiler, serum veriyorlar...”
Ertesi gün hastaneye kaldırıldığı haberi geldi, gece yarısı kalbi tekleyince de yoğun bakıma alındı.
Giderken de yük olmadı; babasının, DP iktidarı döneminde hapse götürülürken kulağına fısıldadığı o cümlenin hep peşinden koştu:
“Oğlum Deniz, baban gidiyor. Türkiye’nin pisliğini az su temizlemez diye adını Deniz koyduk; biz gelmezsek siz temizleyin...”
Özenle, gözleriyle okşarcasına baktığı, odasında bekleyen teknelerinden birine binip baharın ilk günü adına; Deniz’in uzak ufuklarına açıldı.
Hak yolun açık, ruhun revan, devrin devran olsun Deniz Ağabey...