Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BIRAKALIM öncesini, dün zaferini kutladığımız Çanakkale’den bu yana geçen bir asırda yaşamımızın her evresinde yer aldı.

        Savaşlarla, zorunlu askerlik hizmetiyle, darbeleriyle yaşam alanımızın bir yerinde mutlaka bulundu.

        “Her Türk asker doğar” söylemini haklı kılacak şekilde hayatımızın genetiğine işledi.

        Öyle ki, “Vesayeti kırıldı” denildiği dönemde bile Ergenekon, Balyoz süreçleriyle yaşamımızda yer almaya devam etti.

        Askerle bu kadar geniş bir katmanda toplumsal birliktelik oluşturmuş ülkenin güvenlik alanındaki gelişmesinin de buna uygun olması gerekir.

        En azından NATO standardıyla yetinmeyip sahadaki askerinin ihtiyacına uygun silah ve teçhizata da sahip olur; ona uygun ihtiyaç tespitiyle hareket eder.

        Nasıl ki bir doktor veya mühendis uğraş alanıyla ilgili bir yaklaşım, bakış veya yeni bir buluş geliştirir, doğumundan itibaren asker doğmuş toplumdan da başkalarının ürettiğini satın alıp kullanmak yerine, kendisinden bir şeyler üretmesi beklenir.

        “Canım işte milli olan bazı silahları ve teçhizatları üretiyoruz, daha dün yeni açılışlar yaptık” denilebilir.

        Doğrudur...

        Ama bir asır zihninde haki renkle yaşamış toplum ile yapılanların orantılı olduğunu da kimse iddia edemez.

        SAVUNMA REFORMU

        Hem de sınırı ve barışı koruma görevinin yanı sıra, doğal afetlere; öğretmenlikten sağlık hizmetlerine; savaş sonrası yeniden yapılanmadan askeri diplomasiye kadar geniş bir alanda hizmet sunmuş bir büyük yapı için.

        Ayrıca güvenliği geleneksel güç unsuruyla sağlamanın artık mümkün olmadığı, savunmanın sınırda bitmediği, asimetrik savaşın tüm yönleriyle hâkim olduğu bir dönemde yaşarken.

        Ankara, 3 yıl önce bu eksikliği görüp dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün gözetiminde Savunma Reformu Raporu’nu hazırladı.

        Bu çerçevede de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin etkinlik ve verimliliğinin artırılması için nelerin yapılması gerektiği konusunda çalışma yapılıp hayata geçirildi.

        Son dönemdeki yenilikler ve yapılanmalar da bunun yansıması.

        SÜRPRİZ OLMAZ

        Ancak bunlar yapılırken bir alan hep es geçildi.

        O da milli güvenlik stratejisiyle ilgili alan.

        Her nedense hep bir yerlerde konuşuldu, toplum nezdinde tartışılmaktan kaçınıldı.

        Hatta öyle ki ABD Başkanı Obama’yı, “Ulusal güvenlik strateji belgesini açıklamakta 5 yıl gecikti” diye eleştiren Ankara, kendi stratejisini hiç açık etmedi.

        Örneğin, bu yılın kasımında Meclis’e sunulacak bütçede sınır güvenliğine yapılacak harcama boyutu ne olacak?

        Veya IŞİD’e karşı mücadele hangi konseptte yürütülecek?

        Obama’nın 29 sayfalık belgesinde ABD’nin stratejisini biliyoruz, ama dibindeki soruna Ankara’nın hangi güvenlik stratejisiyle baktığı konusunda bilgi sahibi değiliz.

        Yakın gelecekte Ankara’nın Musul, Kerkük politikalarının ne olacağını; akrabalık bağı bulunan Suriyeli Türkmenler ile Kürtlere hangi konsept içinde yaklaşacağını bilmiyoruz.

        Oysa bu tür konular ABD Başkanı Obama’nın şubat başında açıkladığında yaşandığı gibi toplumda tartışılması halinde içselleşir, sürprizden uzaklaşır.

        Ya da son dönem sıkça tekrarlanan cümlede yer bulduğu gibi “hayatta teknik hata yapmanın” önüne geçilir...

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar