Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Romen Yeni Dalga’sının önde gelen yönetmenlerinden Corneliu Porumboiu, 2006’da ‘Bükreş’in Doğusu’yla adını duyurmuştu. Suç filmi ‘Politist, adjective’ (2009) ve komedi türündeki ‘Hazine’ (Comoara-2015) ile eleştirmenlerden yüksek notlar almayı sürdürdü…

        Porumboiu’nun Romanya, Fransa ve Almanya ortak yapımı olarak çektiği ‘Islıkçılar’, (La Gomera–The Whistlers) dünya prömiyerini 2019 yılında Cannes Film Festivali’nde yaptı. Çeşitli festivallerde dolaştı ve birçok ülkede gösterime girdi.

        Filmin türü, suç komedisi olarak geçiyor her yerde. Kuşkusuz belirli bir ironi duygusundan söz edilebilir ama filmin bütününde mizahtan ziyade suç dramı havası daha ağır basıyor. Aslına bakarsanız, hikâye farklı bakış açısıyla eğlenceli bir kara komedi olarak da çekilebilirmiş… Ama Porumboiu, ciddi ve yer yer sert bir ton tutturarak ironiyi filmin derinlerine gömmüş.

        ‘Islıkçılar’ bir ‘kirli polis’ hikâyesi… Kimsenin masum olmadığı, herkesin kendi maddi çıkarlarının peşine düştüğü bir suç öyküsü anlatması itibarıyla Amerikan kara film (film noir) geleneğinden beslendiği söylenebilir. Gilda’nın (Catrinel Marlon) Cristi’nin (Vlad Ivanov) hayatına girdiği sahnede kara filmlerin vazgeçilmez ‘meşum kadın’ (femme fatale) imgesi geliyor aklımıza. Kaldı ki, Gilda adını 1946 yapımı kara film ‘Gilda’dan alıyor. Porumboiu o filmdeki tokat sahnesine de gönderme yapıyor.

        REKLAM

        Öte yandan, önemli bir farklılık da var. Amerikan kara filmlerinin çoğu, en azından bir karakterle duygu birliği kurmamızı sağlar. Porumboiu ise seyirciyle karakterler arasına duygusal mesafe koymayı tercih ediyor. Bu mesafe, sadece anlatımdan gelmiyor. Porumboiu geçmişle gelecek arasında gidip gelen öyle bir hikâye kurgusu kullanıyor ki filmin ana karakteri Cristi’nin açık ya da gizli hedeflerini anlamakta zorlanıyor ve onunla özdeşleşemiyoruz. Çoğu sahnede zihninden geçenleri, yaptıklarının nedenlerini çözemiyoruz. Porumboiu, Cristi’yi ahlaki olarak yargılamıyor; onun yanında durup durmama kararını bize bırakıyor.

        Cristi, bağlı bulunduğu emniyet teşkilatı ile mafya arasında sıkışıp kalan rüşvetçi bir polis. Ama öykünün akışı içinde, kalbinde temiz bir yan olduğunu, sadece maddi değerlere önem vermediğini hissediyoruz.

        Kaldı ki, filmin asıl meselesi, bütün bu karanlığın, yozluğun içinde neyin temiz ve masum olduğu sorusu… Sözgelimi, ‘temiz kalplilik’, doğruluk deyince aklımıza gelen ilk karakterin Cristi’nin annesi olması tesadüf değil… Cristi, dürüst bir ailenin çocuğu… Annesi, filmin ışığı gibi… Cristi’nin annesiyle eski komünist parti üyesi babası üzerine yaptığı konuşma ise bizi direkt olarak filmin toplumsal eleştiri taşıyan alt metnine götürüyor.

        Romanya gibi Eski Doğu Bloku ülkelerinde, sosyalist sistemin çöküşü sonrası bütün toplumsal günahların komünistlere yüklendiğini biliyoruz. Buna karşılık, tüm bu ülkelerde rüşvet almayan, komünizme gönülden bağlı idealist insanlar da vardı hiç kuşkusuz. Cristi’nin babası belli ki onlardan biriydi… Ama ne kadar dürüst olursa olsun komünist olması nedeniyle ‘Yeni Romanya’da sürekli olarak yolsuzluk ve rüşvetle anılmaya mahkûm…

        Filmin yüzümüzü güldürmekten çok içimizi buran ironisi, sosyalizmin günahlarından arınırken kapitalizmin günahlarına bulanan bir toplumun yaşadığı trajikomik durumlarla ilgili…

        Polisler, filmde gizli kameralarla sadece suçluları değil, diğer polisleri de izliyor. Kimsenin kimseye güvenmediği bir polis teşkilatı var filmde… Cristi ve şefi Magda (Rodica Lazar) kameraların nerede olduğunu biliyor ve ona göre davranıyorlar. Hatta izlenmeyi bir avantaj haline getirmeye çalışıyorlar. Özetle Porumboiu’nun, ‘Otoriter devletin eski alışkanlıkları değişmiyor’ demek istediği çok belli.

        REKLAM

        Öte yandan, polis teşkilatına sızmayı başaran suçlular da izlendiklerini biliyorlar. Dijital takipten kurtulmak ve aralarında iletişim kurmak için eski bir kabilenin ıslık dilini kullanmaları, filmin öyküsünü şekillendiren bir metafor…

        Yeri gelmişken, filmdeki mafyanın küresel nitelik taşıdığını söylememiz gerek. Cristi, filmin başında ıslık dilini öğrenmek için Kanarya Adaları’na bağlı La Gomera’ya geliyor. Mafyanın yaptığı planlar gereği, ıslık dilini öğrenmekten başka hiçbir şansı yok zaten…

        Kuşların sesinden ayırt edilemeyen bu dili öğrenmeyi bir süre sonra kendisi için avantaja çeviriyor. Islık dilinin Cristi ve Gilda’yı birbirine bağladığını unutmayalım. Kadim kültürlerden kalma ıslık dili, suç çetesi tarafından kullanılsa da finale doğru otoriteden kaçışı ve özgürlüğü temsil ediyor. Çünkü ıslık dili, dijital dünyadan ve sürekli gözetim altında tutulmaktan kurtulmanın bir yolu…

        ‘Islıkçılar’ alt metinleri itibarıyla politik yanlar taşıyan bir film… Anlatım olarak ise ağır tempolu, sakin bir film. Özellikle, Cristi’nin ıslık dilini öğrendiği sahnelerde ‘Deadpan’ tarzı mizahı akla getiren serinkanlı bir ironi anlayışına sahip. Öte yandan, birbiriyle uyumsuz unsurları bir araya getiren eklektik bir yanı da var. Iggy Pop’un ‘The Passenger’ kaydıyla başlayıp Ute Lemper’in yorumuyla Almanca orijinalinden dinlediğimiz ‘Üç Kuruşluk Opera’dan ‘Die Moritat von Mackie Messer’e kadar uzanan şarkıların yanı sıra opera aryaları da dinliyoruz filmde… Singapur’daki Körfez Bahçeleri’nde geçen ve aşırı gösterişli, turistik bir ses-ışık şovuna eşlik eden klasik müzik kolajı ise bu eklektik yaklaşımı adeta zirveye çıkarıyor.

        Porumboiu, filmin içinde yaptığı sinemasal referanslarda da aynı eklektik yapıyı koruyor. Cristi ve Magda’nın gizlice buluştuğu sinematekte John Ford’un ‘The Searchers’ı gösteriliyor mesela… Bir başka sahnede karakterler televizyonda 1974 yapımı Romen filmi, Sergiu Nicolaescu’nun yönettiği ‘Un Comisar Acusa’dan çok hoş bir sahne seyrediyor. Porumboiu, Opera Oteli’nde geçen sahnede Alfred Hitchcock’un ‘Sapık’ filminin duş sahnesine açık gönderme yapıyor.

        REKLAM

        Tüm bu şarkılar, klasik müzik eserleri, filmler, göndermeler biçimsel olarak yan yana geldiğinde belki uyumsuz duruyorlar ama hepsinin filmin anlamını zenginleştirdiği kesin…

        Filmdeki Zsolt (Sabin Tambrea) adlı karakterin yatak fabrikasını yasa dışı işleri için paravan olarak kullanması da bir metafor olarak görülebilir. Fabrika, sosyalist Romanya’da sanayi toplumunun, işçi sınıfının simgesi bir mekândı. Yeni Romanya’da ise asıl anlamından kopmuş, kara para aklayan bir mekân olarak geliyor karşımıza… Son yıllarda eski sosyalist ülkelerin Hollywood’un favori çekim platoları haline geldiğini düşünürsek, filmdeki aksiyon sahnesinin terk edilmiş bir sette geçmesi de anlamlı.

        ‘Islıkçılar’ mesafeli anlatımıyla ilk bakışta soğuk, duygusuz bir suç filmi izlenimi verebilir. Ama analiz ettikçe derinleşen ve eğlenceli hale gelebilen bir sinemasever filmi aynı zamanda…

        Porumboiu, varlığını belli etmeyi seven, biçimi öne çıkaran bir yönetmen değil. Kişiliğini daha çok hikâye üzerinden ortaya koyuyor ama yönetmenliğinin çok iyi olduğu birçok sahne var. Cristi ile Gilda’nın ıslık dili üzerinden iletişim kurduğu sahneler mesela…. Ya da Gilda’nın finale doğru Cristi’nin annesinin evini ziyarete geldiği sahnedeki o uzun çekim…

        Oyuncular genel olarak çok iyi. Ama Romen Yeni Dalga’sının simge yüzlerinden olan Vlad Ivanov’un filme çok şey kattığını söylemem gerek. Ivanov, Cristi’nin yaşadığı sıkıntıları, duygusal açmazları son derece ekonomik bir oyunculukla inandırıcı kılmayı başarıyor.

        Boxoffice Türkiye’deki verilere göre 10 Ocak 2020’de gösterime giren ‘Islıkçılar’, Türkiye’de sadece 1587 biletli seyirciye ulaştı ve hakkında tek bir eleştiri yazısı dahi çıkmadı. Oysa özellikle sinefillerin ilgisini hak eden bir film… Şimdi BeinConnect’te seyredebilirsiniz…

        7/10

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar