Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        (UYARI: Yazıda, hikâyedeki sürpriz gelişmeler anlatılmasa da yorum ve analizler her iki filmin finalleri hakkında ipuçları verebilir.)

        Geçtiğimiz ekim ayında gösterime giren “Karakomik Filmler”de seyrettiğimiz “İki Arada” ve “Kaçamak”, anlatım ve tür olarak farklı filmlerdi. “Karakomik Filmler 2”deki “Deli” ve “Emanet” ise her açıdan birbirlerine daha yakınlar. Hatta “İki Arada”yla birlikte düşünüldüğünde birçok ortak yönleri ve temaları var.

        Üç film de “imkânsız aşk” teması etrafında kuruluyor. “İki Arada”nın Ayzek'i, “Deli”nin Güven'i ve “Emanet”in Birol'u, ilişki kurmakta çok zorlanacakları kadınlarla birlikte olmak istiyorlar.

        Aşkı imkânsız kılan sınıfsal ya da kültürel farklılıklar değil. Asıl mesele, Cem Yılmaz'ın oynadığı bu üç erkek karakterin tek taraflı aşka olan saplantısı ve kendi hayal dünyalarında yaşamaları... Ayzek ve Birol, hayal dünyalarından çıkıp gerçeği görebilseler, âşık oldukları kızların kendilerine pek uygun olmadığını anlayacaklar aslında. Çünkü her iki kızda da bir erkeği gerçek anlamda sevme potansiyeli pek yok... Taksici Güven, onlara göre biraz daha şanslı. Daha aklı başında, olgun birine (Büşra Develi) âşık ama belli ki o da hoşlandığı bir kadınla konuşmasını dahi bilmiyor. Ayzek ve Birol sosyal beceri konusunda Güven'den daha iyi değiller. Ayrıca, Ayzek'in ön dişleri yok. Birol'un ise bir kolu fiziksel anlamda işlevini kaybetmiş durumda...

        Ayzek, Güven ve Birol... Üçü de “gariban” diyebileceğimiz, yalnız karakterler. Dar erkek dünyalarının içine mahkûm olmuş, bir köşeye itilmiş insanlar... Toplumsal önyargılar tarafından çizilmiş o “görünmeyen sınırlar” içine hapsolmuş durumdalar. Ama onlar o güzel kadınlarla birlikte olarak yalnızlıktan kurtulmak ve kendi sınırlı dünyalarının dışına çıkmak istiyorlar. O “gariban” halleriyle sevilirlerse, gerçekten sevileceklerini biliyor ve bunu umut ediyorlar.

        Eski Yeşilçam filmlerinde “ayrı dünyaların” insanları arasında yaşanan aşklar sık sık karşımıza çıkar. Aralarında sınıfsal ve kültürel farklılıklar vardır ama filmlerin çoğu, sınırların ortadan kalkmasıyla sona erer. Cem Yılmaz'ın o filmlerden esinlendiği ya da Yeşilçam'la aynı damardan beslendiği söylenebilir. Lakin, Yeşilçam'ın masalsı melodram ekolüne iki önemli değişiklik getirdiğini düşünüyorum.

        Birincisi, ana karakterleri dahil hiç kimseyi tümüyle masum, saf ve her şeyiyle iyi insan olarak çizmiyor. İkincisi, hayalci, iyimser finaller peşinde koşmuyor. Üç erkek de o görünmeyen sınırları aşamıyor, hayallerindeki aşka ulaşamıyor. Diğer bir deyişle, Yeşilçam gibi başlıyor, gerçekçi film gibi bitiriyor…

        “Karakomik Filmler 2”, Cem Yılmaz sinemasında yeni bir yönelimi temsil ediyor. Bu filmlerin “Her Şey Çok Güzel Olacak” ya da “Hokkabaz”la aynı damardan geldiği söylenemez. Daha karanlık, daha umutsuz bir yerden geliyorlar.

        “İki Arada”nın sonunda Ayzek, her koşulda ahlaklı, düzgün ve iyi insan olmanın daha iyi bir şey olduğuna kendisini de, bizi de ikna eder. “Deli” ve “Emanet” için bunu söylemek mümkün değil. Her ikisinin de finali umutsuz ve ironik... Güven ve Birol, tam bir kısır döngüye mahkûm oluyorlar.

        Bu iki finali analiz ettiğimizde Cem Yılmaz'ın bir hikâye anlatıcısı olarak kariyerinin en karamsar ve sinik dönemlerinden birini geçirdiğini söylememiz mümkün.

        Güven'in huzuru akıl hastanesinde bulması, Birol'un televizyonda gündüz kuşağı kâbusuna teslim olması, sıradan final sahneleri değil. Hikâyeler, sadece sona ermiyor, daha acıtıcı ve komik hale geliyor.

        Her iki filmin de gişede beklenenin altında iş yapmasına şaşırdığımı söyleyemem. “Deli” ve “Emanet” Cem Yılmaz'ın komediden uzaklaştığı, drama yaklaştığı filmler... Gişe sonuçlarına şöyle bir göz gezdiren herkes, Türkiye'de seyircinin en az ilgi gösterdiği filmlerin, gerçekçi şekilde sonuçlanan öyküler olduğunu görebilir... Bu filmlerin içinde komedi dahil seyircinin hoşuna gidecek çok şey var ama katharsis duygusunun olduğunu söylemek çok zor. Yani, seyircinin finalde göz yaşı dökebileceği, ruhen arınabileceği, psikolojik olarak rahatlayabileceği sahnelere yer verildiği söylenemez...

        “Deli”, içinde fantastik unsurun olmadığı bir alacakaranlık hikâyesi gibi... Daha kısa olsa, daha etkili ve çarpıcı olabileceğini düşünüyorum. Bu haliyle gereksiz yan yollara giren bir film gibi geldi bana..... Özkan Uğur'un karakteri kuşkusuz filmin komedi yanına hizmet eden çok renkli ve eğlenceli bir karakter. Özkan Uğur da tadını çıkararak gayet iyi oynuyor, seyirciye keyif veriyor. Ama hikâyenin bütününe önemli bir katkısı yok... Bütün mesele, Güven'in hayalleri ve gerçek hayatın vahşeti arasındaki uçurumda yatıyor... Açılışla final arasındaki bağ güçlü... Sonuçta dileği “bir şekilde gerçekleşen”, “hayal ettiği konum”a beklenmedik şekilde ulaşan bir adamın hikâyesine dönüşüyor. Her koşulda, akılda kalıcı, çarpıcı hikâye.. İlk bakışta, Cem Yılmaz'ın çoğu filmi gibi sosyolojik alt metinlere sahip değil ama psikoloji üzerinden okunduğunda karakterin çıkışsızlığını yansıtması açısından karamsar bir öykü... Finalde Güven'in taksi durağı ve mahallenin güvenine dönmesi imkânsız görünüyor. Yeni “mahallesi” artık hastane, koruyucu erkek arkadaşları ise Özkan Uğur'un canlandırdığı hariciyeci ve avanesi... Özetle Yeşilçam filmlerindeki “koruyucu mahalle”, akıl hastanesine dönüşüyor... Platonik aşkın yaşanabileceği yegâne yerin akıl hastanesi olması da anlamlı bir ironi.

        “Emanet” de karanlık ve karamsar ama “Deli”ye oranla sosyolojik alt metinleri daha verimli... Ayrıca daha komik ve eğlenceli. Üstelik “Deli”nin aksine tek bir dakikasını bile boşa harcamıyor.

        Taşrada bir yorgancı dükkânına sıkışıp kalmış, tüm gençlik hayallerini ertelemiş Birol'un babasının ölümünün ardından İstanbul'a gelmesi ve şansını televizyondaki yetenek yarışmalarında denemek istemesi, Çağlar Çorumlu ve Tansu Biçer'in oynadığı yan karakterlerle zenginleşen, gerçekten güzel bir hikâyeye vesile oluyor. Özge Özpirinçci'nin oynadığı Deniz karakterini de unutmayalım. Deniz'le birlikte hepimiz adeta “aynanın öteki tarafı”na, yani bir “gündüz kuşağı” programının mutfağına geçiyoruz. Orada gerçek değil, gerçek olarak pazarlanan bir imaj hikâyesi çıkıyor karşımıza... Deniz'in Kaçamak Lokantası'nda Birol'a söylediği “Çok televizyon seyrediyorsunuz” lafı filmin temel meselesini özetliyor...

        “Emanet”, hayallerine, arzularına yetenek yarışmaları ve gündüz kuşağıyla ulaşmaya çalışan, çıkışı burada arayanların hikâyesi... Birol, Deniz ve Çağlar Çorumlu'nun oynadığı karakterler adına, televizyon belki de tek çıkış yolu... Üçü de belli ki gerçek hayatlarında belirli sınırların içine hapsolmuş karakterler. Ama ruhsal anlamda gerçek bir çıkış bulamayacakları o kadar açık ki... Sonuçta orada hepsi sahte bir hayal dünyasının parçası haline gelecekler... Tüm bunlara rağmen, hayalle gerçek arasında duran final gerçekten çok ironik. Gülmemek elde değil...

        “Kaçamak” hariç “Karakomik Filmler”in özünde yoğun bir karanlık var ama finallerindeki karamsar ton dışında gerçekçilik dozajının yüksek olduğu söylenemez. Tam aksine, her şey “filmlerdeki” gibi gelişiyor... “İki Arada” ile “Kaçamak”ın ortak mekânı feribottu. Burada ise "Kaçamak" adlı lokanta... Hatta bir sahnede, aynı lokantanın televizyonunda “İki Arada” oynuyor... Kır lokantasında öyle tuhaf şeyler olup bitiyor ki, seyrettiğimiz her şeyin bir Cem Yılmaz filmi olduğunu hissediyoruz. “İki Arada”da fantazi, “Kaçamak”ta ise uzaylılar üzerinden bilimkurgu vardı. Burada ise Kaçamak Lokantası üzerinden karşımıza çıkan “tesadüfler ve tuhaflıklar” var...

        Cem Yılmaz, kendini tekrar etmek istemeyen, yeni şeyler arayan bir sinemacı... Gerçi serinin üç filmindeki ana karakterler, birbirlerine çok fazla benziyorlar ama yine de hikâyeleri farklı gelişiyor. “Karakomik Filmler 2”yi serinin ilk filmine oranla daha çok sevdim. Sonuçta her ikisi de kafası karışık filmler... Hayalle gerçek, komediyle dram, eski Yeşilçam'la modern sinema arasında gidip geliyorlar. Bir formülün peşinde değiller, bir arayışın ürünleri... Cem Yılmaz'dan hep aynı türde filmler bekleyenler hayal kırıklığı yaşayabilir, doya doya gülemeyebilirler ama kötü filmler seyretmeyecekleri kesin... Kendi adıma son yıllarda giderek irtifa kaybeden anaakım yerli sinemada özlediğim hareketler bunlar... Keşke seyirci de destek verse, sinemacılar daha cesur olsa...

        Deli 6/10 - Emanet 7/10

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar