Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        2010'lu yılları geride bırakmaya yaklaştığımız şu günlerde film eleştirmenleri en iyilerini açıklamaya çoktan başladı. Bilimkurgu, 2010'lu yılların en gözde ve bereketli türlerinden biri oldu. Bu yüzden, birçok eleştirmen sayıları giderek artan süper kahraman filmlerini artık ayrı bir başlıkta değerlendirmekten yana...

        Son 10 yılda çekilen bilimkurgu filmlerinin neredeyse tümü, türün hayranları arasında çok keskin tartışmalara yol açtı. “Arrival”, “Interstellar” gibi önemli filmler, bilimkurgu fanlarını ikiye böldü... Yeni Star Wars serisini sevenler ve sevmeyenler arasındaki “savaş” ise hâlâ sürüyor... Dolayısıyla, bilimkurgu sevenlerin üstünde anlaştığı filmlerin sayısı çok fazla değil. İşte bana göre 2010'lu yılların süper kahramansız en iyi 15 bilimkurgu filmi...

        15. Yarının Sınırında 2014

        (Edge of Tomorrow) Yönetmen: Doug Liman

        Binbaşı William Cage (Tom Cruise) insanoğlunun uzaylılara karşı verdiği savaşın en kötü günlerinden birinde ölür ve önceki günün sabahında yeniden uyanır. Sonra her ölüşünde aynı şey olmaya başlar... Özel Kuvvetler'in kahraman askeri Rita Vrataski (Emily Blunt) bu yeteneği keşfettiğinde “Savaşı seninle kazanabiliriz” der.

        Film bittiğinde Cage'in aynı günü kaç kez yaşadığını kestirmek mümkün değil. İlk şaşkınlığı atlatan Cage, özellikle Rita ile birlikte hareket etmeye başladığında zamanın kontrolünü kaybediyoruz. Durumun farkına varan uzaylıların hamleleriyle Cage ile Rita, yeni strateji ve planlar geliştiriyorlar. Bu arada uzaylıların da tek bir organizma gibi aynı merkezden kontrol edildiğini belirtelim. Senaryo tüm bunları günün farklı saatlerine odaklanarak, çoğunlukla ise gelinen son noktayı göstererek yansıtıyor. Mizahla gerilimi yan yana götüren bu öyküleme tekniği nedeniyle 113 dakika su gibi geçip gidiyor.

        “Yarının Sınırında” bu haliyle kahramanlarımızın hep bir sonraki aşamaya geçmeye çalıştığı bir bilgisayar oyununu hatırlatıyor. Belki alt metinleri zengin bir öyküden söz etmek mümkün değil ama seyrederken bunları düşünmeye pek fırsatınız olmuyor. Yönetmen Doug Liman, gösterişli özel efektleriyle tıkır tıkır ilerleyen bir filme imza atıyor.

        14. Paralel Evren 2013

        (Coherence) Yönetmen: James Ward Byrkit

        Seçkinin en düşük bütçeli filmi... Yaklaşık 50 bin dolar bütçeyle 5 günde çekilen filmde tanınmış oyuncular yok... Her şey sekiz arkadaşın, akşam yemeği için bir evde buluşmasıyla başlar. Cep telefonlarının bozulmasını ve elektrik kesintisini gökyüzündeki kuyruklu yıldıza bağlayıp keyflerinin bozulmasını istemezler. Ama komşulardan yardım istemek için birkaç kişinin evden çıkmasıyla her şey tuhaflaşmaya başlar. Üstelik yaşadıkları olayları anlamlandırmaya çalıştıkça işler daha da karışır... Paralel evrenlerin birbirine girdiği bir ilişkiler kaosunun orta yerinde bulurlar kendilerini. Anlam veremedikleri bir tür paralel evren labirentine düşmüşlerdir ve nasıl çıkacaklarını hiçbiri bilmez... James Ward Byrkit'in hikâyesini Alex Manugian'la oluşturduktan sonra yazıp yönettiği “Coherence” tek mekânda geçiyor. Schrodinger’in Kedisi gibi düşünce deneyleri ve kuantum fiziğine kadar uzanıyor. “Özel efektsiz, sadece oyunculuğa ve karakterler arası ilişkilere dayalı bir bilimkurgu olabilir mi?” sorusuna verilmiş mükemmel bir yanıt... Türkiye'de sinemalarda gösterime girmemiş, İstanbul ve Ankara gibi film festivallerinde buluşmuştu seyircilerle...

        13. Derinin Altında 2013

        (Under the Skin) Yönetmen: Jonathan Glazer

        Michel Faber'in 2000 yılında yayımlanan romanından yola çıkan Jonathan Glazer, Walter Campbell'le senaryonun üzerinde yıllarca çalıştı. Karakterlerin çoğunu amatör oyuncuların canlandırdığı, bazı sahnelerin gizli kamerayla çekildiği film, dünyaya

        bir yabancının gözünden bakmayı başarıyor. Gişelerde başarısızlığa uğrayan film, yıl sonunda birçok eleştirmenin 2014'ün en iyileri listesine girmeyi başarmıştı. Seyircinin kafasındaki bütün sorulara yanıt vermemesinin yanı sıra beklentilere uygun gelişmeyen “Derinin Altında”, hikâyesi ve anlatımıyla deneysel bir film... The Guardian gazetesi yazarlarının, 21. yüzyılın en iyi dördüncü filmi seçtiğini hatırlatalım.

        Öykü ise şöyle özetlenebilir: İnsanlara “Scarlett Johansson” olarak görünen uzaylı, İskoçya’nın tenha yerlerinde dolaşarak yalnız erkekleri baştan çıkarır. O, aslında bir avcıdır... Öyküye dikkat kesilirseniz “uzaylı”nın yaşadığı değişimi görmeniz mümkün. Anahtar kelimeler: güç ve merhamet... Başroldeki Scarlett Johansson filme gerçekten çok şey katıyor. Gelmiş geçmiş en güzel uzaylı olması bir yana, karakterin yaşadığı değişimi de çok iyi yorumluyor. Alternatif bilimkurgulardan hoşlananlara...

        12. Snowpiercer 2014

        Yönetmen: Joon Ho Bong

        Bir Fransız çizgi romanından Joon-ho Bong ve Kelly Masterson tarafından sinemaya uyarlanan “Snowpiercer”, küresel ısınmaya karşı verilen mücadelenin ardından buz çağına geçen bir dünyada geçiyor... Yenilenebilir enerjiyle hiç durmadan ilerleyen ve dünyayı baştan sona dolaşan bir trende yaşayanlar dışında, gezegendeki hayat sona ermiştir. Hikâye, trenin kuyruk bölümünde çok kötü şartlarda yaşamını sürdüren en alttakilerin isyanı üzerinden şekilleniyor... Asilerin, son vagondan başlayıp lokomotife kadar uzanan sürprizlerle dolu yolculuğu, dar mekânda geçen bir dövüş ve aksiyon filmi formatında sunuluyor... Tren, geleceğin karanlığından ziyade içinde yaşadığımız dünyayı ya da düzeni yansıtan bir metafor... Final dünya için kurtuluşun nerede olduğunu da sorguluyor... En alttakiler nasıl kurtulacak? İsyan hareketini bile sistem içi hale getirebilen bir trenin kontrolünü ele geçirerek mi, yoksa o trenden çıkarak mı? Güney Kore – Çek Cumhuriyeti ortak yapımı filmde Chris Evans, Tilda Swinton gibi yıldız isimlerden oluşan uluslararası bir kadro görev alıyor.

        11. Yıldızlararası 2014

        (Interstellar) Yönetmen: Christopher Nolan

        Gıdanın en önemli sorun olduğu bir gelecekteyiz... Çocukların hangi mesleği seçeceğine öğretmenlerin karar verdiği, Mao'nun Çin'ini andıran devletçi bir sistem var. Tüketim toplumu, bireycilik ve ABD'nin simgelediği değerler artık tarih olmuş. Çiftçilik yapan eski pilot Cooper'ın (Matthew McConaughey) isyanı öncelikle bu sisteme karşı. NASA'nın yeni gezegen araştırmalarında yer almak istemesinin nedeni de, çocuklarının istikbali...

        Nolan'ın, “Yıldızlararası”nı ABD'de ekonomik krizin zirveye çıktığı, sosyalizmin faydalarından söz edilen bir dönemin rahatsızlığı ve endişeleriyle yazdığı öne sürülebilir. Film, yüksek teknolojiyi, bilimsel araştırmaları, kâşiflik ruhunu ve insan merkezli aydınlanmacı düşünceyi kutsarken, gençlere elindekiyle yetinmeyi öğreten, çevrecilerin idolleştirdiği tarım toplumu fikrine karşı çıkıyor. Ama bu fikirlerin dipten dibe işlendiğini belirtmeliyim. Asıl öykü sevgiyle, özellikle de evlat sevgisiyle ilgili. Sevgi geleceğin karanlık dünyasındaki yegane umut değil sadece... Bilimsel gelişmelerin esin kaynağı ve insanlığın asıl kurtuluşuna giden yol... “Yıldızlararası” insanlığın kurtuluşunu birbirlerine ulaşmaya çalışan bir baba ve kızın sevgi öyküsüne bağlıyor. Bu yanıyla, hayli naif, duygusal ve göz yaşartıcı bir film.

        “Yıldızlararası”, “Inception” kadar heyecan verici bir Nolan filmi değil. Buna karşılık, Cooper'ın Gargantua adlı kara deliğe girdiği bölümde bir bilimkurgusever olarak heyecanlandığımı söyleyebilirim.

        10. Ex Machina 2014

        Yönetmen: Alex Garland

        Genç programcı Caleb (Domhnall Gleeson), patronu Nathan (Oscar Isaac) tarafından üretilen robotu test etmek üzere dış dünyadan izole edilmiş büyük bir eve gelir. Evde Nathan, hizmetçi Kyoko (Sonoya Mizuno) ve Ava (Alicia Vikander) adlı dişi yapay zekâdan başka kimse yoktur... Caleb, testler sırasında Ava ile duygusal olarak yakınlaşır ve kaçması için ona yardım etmeye karar verir. Yapay zekâ – insan ilişkisi üzerine kapsamlı ve derin bir düşünce egzersizi olan film, Frankenstein öyküsüne getirilmiş en kayda değer yorumlardan biri aynı zamanda...

        Alex Garland yazıp yönettiği ilk filminde yılın en iyi bilimkurgularından birine imza atmayı başarmış, özgün senaryo kategorisinde Oscar'a aday olmuştu. 15 milyon dolarlık film dünya genelinde yaptığı 36 milyon dolar hasılatla gişelerde de hayal kırıklığı yaratmamıştı.

        9. Yok Oluş 2018

        (Annihilation) Yönetmen: Alex Garland

        Gezegenimize düşen meteor, bir deniz fenerinin merkez olduğu alanda dünya dışı gizemli bir yaşamın gelişmesine yol açar... Bölge, sürekli yayılan çok büyük bir organizmayı andırır ve orada bildiğimiz doğa kuralları geçerli değildir... Askerlerin tecrit ettiği bölgede bilim insanları da sürekli araştırma yapar... Ama bir insanın bölgeye girip hiçbir şey olmadan çıkması pek mümkün değildir. Jeff VanderMeer'in aynı adlı romanından Alex Garland'ın yazıp yönettiği film, içlerinde bir biyoloğun (Natalie Portman) da olduğu bir grup kadının yaptığı keşif gezisini anlatıyor... “Stalker” ve “Solaris” gibi bilimkurgu klasikleriyle akraba olan “Annihilation”, gizemli ve dünya dışı bölgede geçen benzer filmler arasında farkını hemen ortaya koyan, derinlikli ve sağlam bir iş... Sadece ABD, Kanada ve Çin'de gösterime giren Netflix yapımı film, Türkiye dahil birçok ülkede internetten yayınlanmıştı.

        8. Mad Max Fury Road 2015

        Yönetmen: George Miller

        Max (Tom Hardy), çölün derinliklerinde “yalnız kovboy” misali takılırken Ölümsüz Joe'nun yönettiği yarı vahşi bir toplumun avcıları tarafından yakalanır. Daha sonra kendini, Ölümsüz Joe’nun haremiyle birlikte Yeşil Diyar’a kaçmaya çalışan Furiosa (Charlize Theron) ve onu takip edenler arasındaki kanlı bir kaçma kovalamacanın orta yerinde bulur.

        İktidardakiler, kadınları ve savaşçıları sömüren hastalıklı, çirkin, deforme erkeklerden oluşur. Fiziksel deformasyon ve hastalık, sembolik olarak hem iktidarı hem toplumu sarmış durumdadır. Toplum, dini fanatizm ve militarizmle ayakta tutulur. Furiosa’nın kaçırmaya çalıştığı genç, güzel ve sağlıklı kadınlar ise kıyametin orta yerinde insanlığın umudu ve geleceğini temsil ederler. Max’i etkileyen, kadınların iktidara baş kaldırma cesareti ve geleceğe duydukları inançtır. Filme asıl ruhunu veren ise görsel atmosfer ve bütün imgeler... İnsanlıktan çıkmış vaziyetteki Max’in, çölün ortasında kadınları gördüğü sahne filmin anahtar imgelerinden biri. Süt veren ve ana tanrıça heykellerini andıran kadınları da unutmayalım. Nefes nefese ilerleyen bir aksiyon olan “Mad Max: Fury Road’, Junkie XL imzalı müziklerin katkısıyla çölde geçen vahşi bir rock operası tadı veriyor...

        7. Star Wars: Güç Uyanıyor 2015

        (Star Wars: The Force Awakens) Yönetmen: J. J. Abrams

        Altıncı bölümden yaklaşık 30 yıl sonrası... Darth Vader, Luke Skywalker, Han Solo ve Prenses Leia'nın efsane haline geldiği bir dönem... Jedi'ların gerçek olup olmadığından bile kuşkulananlar var. Galaksi ilk 6 filme oranla çok daha karanlık ve kötü günlerden geçiyor. Kendine “İlk Düzen” adını veren dikta rejimi, cumhuriyet ve demokrasiyi yok etmeye kararlı. İsyancılar ise en çok Jedi'ların manevi önderliğine ihtiyaç duyuyorlar.

        Film yeni tanıştığımız üç karakteri itibarıyla “genç olmak”, “büyümek” ve “seçim yapmak”la ilgili görünüyor. Hikâyenin her yanında gençlik çağı sorunları dolaşıyor. Aidiyet, kimlik ve baba kompleksi öne çıkıyor. İçlerinde ebeveynlerine isyan edip farklı yola girenler de var. Anne baba özlemiyle yaşayan yetimler de... Her üçü de kaçmak, savaşmak ya da tarafını belirlemek gibi kritik seçimlerle karşı karşıya...

        Yeni film, serinin önceki örneklerine göre daha soluk ve pastel renklere ağırlık veren bir görsel atmosfere sahip. Hatta distopik filmleri andıran bir yanı olduğu söylenebilir. Sözgelimi Rey, kıyamet sonrasını andıran bir dünyanın tek başına ayakta kalmayı öğrenmiş yetim ve yoksul çocuklarından biri. Yaşadığı, savaş atıklarıyla dolu çöl gezegen de Ortadoğu veya Kuzey Afrika'yı hatırlatıyor. General Hux'ın (Domhnall Gleeson) ordularına seslendiği sahne ise Naziler başta olmak üzere faşist rejimlerin yansımalarını akla getiriyor.

        6. Star Wars: Son Jedi 2017

        (Star Wars: The Last Jedi) Yönetmen: Rian Johnson

        Film, isyancıların İlk Düzen'in baskısı altında çıkış yolu aradığı karanlık bir dönemde geçiyor... Kylo Ren (Adam Driver), duygusal çelişkileri ve içgüdüsel kararlarıyla filmin en şaşırtıcı karakteri. Snoke (Andy Serkis), Kylo Ren ve Rey (Daisy Ridley) üçgeni, bizi öykünün karanlık noktalarına götürürken Luke Skywalker'ın (Mark Hamill) inzivaya çekilmesi, isyana katılmaktaki gönülsüzlüğü anlamlı bir yere bağlanıyor. Serinin Seçilmiş Kişi motifi tersyüz edilerek yeni bir anlam kazanıyor.

        Politika bu kez daha geride ama savaşın gizli galibi silah tüccarlarına yapılan vurgu dikkat çekici. Bir yanda özgürlük için savaşanlar, diğer yanda savaşın kaymağını yiyenler var... İsyancılar, etnik çeşitlilikleriyle İlk Düzen'in Nazileri andıran kırmızı – siyah askeri dünyasına karşı bir alternatif oluşturuyorlar. Poe'nun (Oscar Isaac) klasik “erkek kahraman refleksleri”ne karşı Leia (Carrie Fisher) ve Holdo (Laura Dern) gibi kadın liderlerin mütevazı sabrı ve insan hayatını savunan tavırları, filmin can damarlarından biri... “Nefret ettiklerimizi yok etmek için değil, birbirimizi kurtarmak için savaşırız” cümlesi bir kadından geliyor.

        Uzaydaki savaş sahneleri ve İlk Düzen'in ölümcül takibi, filme sağlam bir gerilim omurgası veriyor. Çürüyen bedeniyle biraz Gollum'u andıran Snoke'un taht salonundaki ışın kılıcı düelloları da unutulacak gibi değil. Kumar cenneti Canto Bight'taki kovalamaca ve maden gezegeni Crait'teki “kızıl – beyaz kara savaşı” sahneleri grafik olarak hayli etkileyici.

        5. Blade Runner 2049

        Yönetmen: Denis Villeneuve

        1982 tarihli bilimkurgu başyapıtı “Blade Runner”ın devamı niteliğindeki film, ilkinin gölgesinde kalmıyor. Film boyunca herkes “mucize”nin peşinde... Öylesine karanlık, umutsuz bir gelecekteyiz ki, mucize daha iyi bir geleceğe duyulan inancın tohumu anlamına geliyor.

        “Bilimkurgu bugünü anlatır” fikrinden hareket edersek “Blade Runner 2049”, günümüzü acı dolu bir geçiş dönemi olarak görüyor. Köleleştirilmiş çocuk işçiler, çöplüklerde yaşayan “sistem dışı” kanunsuzlar, gökdelenlerin daracık dairelerinde yaşayan yoksullarıyla dünya cehennemi bir yer. Zenginler ise başka gezegenlere kaçmışlar...

        İnsana değil, insanlığa dair bir umut var filmde. Aşk, dostluk, dayanışma, vicdan, özveri, ahlak gibi tüm insani değerleri replikantlar ve yapay zekâlar yaşatıyor... İlk filmin renk paletleri ve müziğinden esinler olsa da “Blade Runner 2049” “başka bir kafa”nın ürünü... Sis, pus, yağmur ve kar altındaki Los Angeles'ta gökyüzü hep gri... Usta görüntü yönetmeni Roger Deakins, bir zamanlar Doğu blokundaki sinemacıların kullandığı renk paletlerini hatırlatan bir kış atmosferi kuruyor. Bir devam filmi, sevdiğiniz dünyaya ve karakterlere geri dönüş fırsatıdır. “Blade Runner 2049” daha fazlasını başarıyor. Kendi dünyası ve kendi karakterleriyle hikâyeyi sürdürüyor, farklı şeyler söylüyor.

        4. Geliş 2016

        (Arrival) Yönetmen: Denis Villeneuve

        Uzaylıların dünyayı ziyaret ettiği filmlerin çoğu, ilk bölümlerinde korku ve iletişimle ilgilidir. İstila filmleri bu safhayı çabuk geçer; savaş ya da direnişi anlatırlar. “Arrival”ın onlardan farkı, iletişim ve paranoya arasındaki çelişkiyi derinlemesine işlemesi... Louise (Amy Adams) bir dil uzmanı. Dünyanın 12 noktasına iniş yapan uzaylılarla iletişim kurması için Albay Weber (Forest Whitaker) tarafından görevlendiriliyor. Amacı, teorik fizikçi Ian (Jeremy Renner) ile birlikte uzaylıların geliş amacını anlamak... Uzaylılarla iletişim, askeri bir operasyona dönüşmüş durumda. Bu arada, uzaylı paranoyasının dünyayı rayından çıkardığına da şahit oluyoruz.

        “Arrival” bir yanıyla, dünyanın bugünki haliyle ilgili bir film. Çağımızın çok kutuplu dünyasında ulusların ilişkilerini, işbirliğinden ziyade karşılıklı güvensizlik ve endişenin belirlediğini söylüyor. Her ulus tek başına ve birbirine karşı! Paranoya militarizmi besliyor ve dünya gerçekten rayından çıkıyor...

        Yönetmen Denis Villeneuve filmde hafıza, sevgi, iletişim ve zaman boyutu arasında daha önce benzerini pek görmediğimiz görsel bağlar kuruyor. Bizi filmin ilk cümlesine götüren sürpriz final bir yana, ben daha çok Louise ile uzaylılar arasında kurulan iletişimin lineer zaman akışının ötesine geçmesinden etkilendim.. Uzaylıların yuvarlak şekiller üzerindeki lekelerden oluşan ve sesleri değil düşünceleri, ifadeleri yansıtan dili de etkileyici...

        3. Yerçekimi 2013

        (Gravity) Yönetmen: Alfonso Cuaron

        Günümüzde geçmesi itibarıyla bu filmi bilimkurgu kabul etmeyenler de çıkabilir ama Cuaron'un bilimkurguyla yaşamda kalma (survival movies) türlerini harmanladığı çok açık... Ana fikir ise hepimizi ilgilendiren cinsten. Teslim olmak ya da savaşı sürdürmek arasındaki meselelerle ilgili bir film bu... Tecrübeli astronot Matt Kowalski (George Clooney), mizah duygusu, iyimserliği ve pozitif tavırlarıyla hayata yakın bir karakter. Medikal mühendis Ryan Stone (Sandra Bullock) ise tam tersine, deneyimsiz, gergin ve endişeli...

        Cuaron, seyircide tam da “orada”ymış hissini yaratıyor. Bunu sadece elindeki teknolojiyle değil yönetmenlik sanatıyla, kamerayla, kadrajla, ışıkla ve renkle yapıyor. Etkileyici olan da bu zaten... Kamera sanki asla sabitlenmiyor ve astronotlar gibi yerçekimsiz ortamda süzülüyor. Açılıştaki kaza sahnesi sadece çekimi ve özel efektleriyle değil, baştan sona bütün mizanseni ve koreografisiyle nefes kesici. Ses efektlerinin olmadığı bu sahnede hipnotize edici olan şey hareket ve grafik. Yani, saf sinema... İki astronotun birbirlerini yakalamaya ya da uzay istasyonunda bir yerlere tutunmaya çalıştıkları sahneler de kusursuz. Cuaron bu sahnelerde tutunma ve bağlanmanın yaşam; boşlukta kalmanın ise ölüm olduğu bir çeşit uzay trapezi etkisi yaratıyor.

        2. Aşk 2013

        (Her) Yönetmen: Spike Jonze

        Theodore'u (Joaquin Phoenix) biraz tanıyınca; dinlediği melankolik şarkılara ya da yalnızlığına tanık olunca, Scarlett Johansson'un sesiyle konuşan işletim sistemi Samantha'ya âşık olmasını garip karşılamıyorsunuz. O da bilgisayarıyla vakit geçirirken yalnızlaştığını fark etmeyen insanlardan biri... Theodore'un Samantha ile ilk “çıktığı” günler, akıllı telefonlarla ilişkimizi akla getiriyor. Çevremiz artık tek başına dolaşırken konuşan, gülen, eğlenen insanlarla dolu değil mi?

        Spike Jonze mutluluğu başkalarıyla bulmak konusundaki sosyal tembelliğe çekiyor dikkatimizi. Theodore'un telefonda bir yabancıyla yaptığı “seks”, sadece “ses”ten oluşan bir partnere çoktan hazır olduğunu gösteriyor. Arkadaşlarının ayarladığı kadınla (Olivia Wilde) buluştuğunda ise birbirlerine dokunana kadar her şey yolunda gidiyor. Cinsel hazzın hayali, cinsel ilişkinin kendisinden daha güçlü bir arzuya dönüşmüş durumda.

        Spike Jonze, bu hüzünlü ve gerçekçi aşk öyküsünü sıcak, rengarenk bir gelecek dekorunda anlatıyor. Gökdelenlerin yükseldiği, yayaların trafik gürültüsünden uzakta yürüdüğü bu şehrin güzelliği, iç dünyaların sefaletiyle tam bir tezat teşkil ediyor. Hafif puslu, melankolik gelecek görüntüleri, doğal renkli sade kostümler ve iç mekânlarla birleşip, Arcade Fire'ın dokunaklı, lirik müziğine karışıyor....

        1. Başlangıç 2010

        (Inception)Yönetmen: Christopher Nolan

        Nolan, insan zihnini çağdaş bir aksiyon filminin temel malzemesi haline getirirken rüyalarda dolaşan bir adamın trajedisiyle bir soygun öyküsünü birleştiriyor. “Başlangıç”ın ilk katmanında, hafif ve harika bir soygun filmi duruyor. İkincide, Cobb’un (Leonardo DiCaprio) ailevi ve kişisel sorunlarını işleyen bir psikolojik dram... Cobb, Yunan tragedyalarındaki gibi affedilmeyecek suçlar işlemiş bir kahraman... Üçüncü katmanda ise Nolan, rüyaları alıp onları unutulmaz bir sinema deneyimine dönüştürüyor. Film bazı sahneleri itibarıyla sinema, mimari ve resim sanatı arasındaki akrabalığı işleyen bir çağdaş sanat gösterisi gibi... Gösterinin teması “yıkım ve şiddet”. Esin kaynakları Salvador Dali başta olmak üzere gerçeküstü resim, Escher tabloları ve modernist şehir mimarisi... Bu üçüncü katmanda Nolan, rüyalar aracılığıyla bağ kuruyor seyirciyle. Bu filmde yıkılan ve çöken sadece rüyalar değil, gerçeklik zemini de kaybediliyor. Nolan, gerçeklikten koparak, sanal dünyalara sığınan günümüz insanına dair bir şeyler söylemek istiyor sanki... Cobb’un rüya dünyasındaki o terk edilmiş modern ve sanal şehir, kıyamet sonrasını hatırlatmıyor mu? “Başlangıç” biraz da bilinçdışımızda kopan kıyamet üzerine bir film.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar