Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Coen Kardeşler, tür filmi çekmeyi sever ve türlerin görsel kodlarına saygı duyarlar. “The Ballad of Buster Scruggs” da western deyince aklımıza gelen resimlerin çoğunu içeriyor... Hatta “western müzesi” tadında bir film olduğu bile söylenebilir; çünkü film boyunca klasik western janrının görsel imgeleri adeta bir bir sergileniyor. Hem de sinematografik anlamda en rafine halleriyle... Coen Kardeşlerin daha önce “Inside Llewyn Davis”de çalıştığı görüntü yönetmeni Bruno Delbonnel, özenli bir iş çıkarıyor ve her hikâye kendi renk paletiyle görsel atmosferini getiriyor. Prodüksiyon tasarımı gösterişsiz ama çok işlevsel. Carter Burwell'in müziği ise klasik westernden ziyade 1960'ların, 70'lerin modern westernlerinden izler taşıyor...

        Coen'ler, filmlerinde türlerin görsel kodlarını korur ama türün dramatik yapısı ve senaryo klişeleriyle oynamayı ihmal etmezler. Hatta bazen asıl dertlerini, meselelerini türün konvansiyonel yapısında açtıkları gedikler üzerinden anlatırlar. Bir önceki westernleri “İz Peşinde” (True Grit-2010) hikâyesi ve anlatımıyla klasik Amerikan westernine saygı duruşu gibiydi... Bir yeniden çevrim olan o filmde Coenler kendilerini yönetmen olarak “klasik hikâye anlatıcısı” konumuna kilitlemişlerdi. “The Ballad of Buster Scruggs”da ise daha ilk sahnelerden itibaren Coen'lerin westerne farklı ve yeni bir yorum getirdikleri hissediliyor.

        “The Ballad of Buster Scruggs” dış görünüşüyle klasik bir western gibi görünse de içerdiği 6 hikâyenin altını üstünü şöyle bir eşeleyip üzerine düşündüğümüzde karanlık bir western çıkıyor karşımıza. Kuşkusuz bunda, filmin bütününe damgasını vuran “kara komedi” havasının önemli bir payı var. Ne var ki, filmin bilinçli bir tavırla aydınlıktan karanlığa, komediden drama, yüzeysellikten derinliğe, hafiflikten gerçekçiliğe doğru ilerlediği söylenebilir.

        Tim Blake Nelson
        Tim Blake Nelson

        Filmle aynı adı taşıyan ilk hikâye, westernin “hızlı silahşör”, “poker gerilimi” ve “düello” gibi hikâye klişelerini, türün kasaba, bar gibi klasik görsel kodlarıyla birleştiriyor. Üstüne mizahı, müzikali, hatta dansı ekliyor. Buster Scruggs, temiz beyaz ve parlak gömleğiyle neredeyse “kovboy karikatürü” gibi... Dolayısıyla, ilk hikâye sahicilikten uzak; hatta Coen'lerin anlatım tarzının Morris–Rene Goscinny ikilisinin western çizgi romanı ‘Red Kit'i (Lucky Luke) hatırlattığı dahi söylenebilir.

        “Banka soygunu”, “ağaçta idam”, “kızılderili saldırısı” gibi western klişelerinin kullanıldığı ve James Franco'nun soyguncuyu oynadığı ikinci hikâyede de aynı kara komedi havası sürüyor. “Issızlığın ortasında tek kişinin çalıştığı banka” fikri gerçekçi değil ama hoş. Grafik dil olarak yine çizgi romana yakın bir anlatım var. Final ise ilkinde olduğu gibi beklenmedik ve karanlık...

        Bir arabayla kasaba kasaba dolaşarak gösteri yapan gezgin oyuncuyla patronu arasındaki sessiz ilişkiyi anlatan üçüncü hikâyeyle birlikte filmin tonu değişiyor; gerçekçiliğin, hüznün, hatta acının dozajı artıyor. Vahşi Batı sakinlerinin Londralı oyuncunun şovunu ifadesiz ve donuk suratlarla seyretmesinde elbette ironik bir şeyler var ama bu öyküde soğuğu, karı ve çaresizliği nerdeyse içimizde hissediyoruz... Coen kardeşlerin bu bölümü Liam Neeson'ın yüzündeki gülümsemeyle bitirmesi, filmin sert bir kara komediye dönüşmesinin işareti gibi...

        Tom Waits
        Tom Waits

        Tom Waits'in altın peşindeki yaşlı madenciyi oynadığı Jack London'dan uyarlanan dördüncü hikâye, dağ ve dere manzarasının birleştiği yeşil bir vadide geçiyor. Ama ferahlık ve güzel manzara, bir süre sonra huzursuz edici bir izolasyona dönüşüyor. Yaşlı madencinin altın damarını bulsa bile gerçek anlamda huzuru asla bulamayacağını hissediyorsunuz.

        Kalabalık bir kervanın Amerika'nın ıssız düzlüklerinde süren yolculuğu sırasında geçen, Stewart Edward White imzalı beşinci hikâyenin ortalarına doğru filmde ilk kez umutlar yeşeriyor. Ana karakterin, genç bir kadın olması da önemli; çünkü klasik Amerikan westerninde kadın geleceğin yerleşik kültürünü temsil eder.

        Zoe Kazan, Bill Heck
        Zoe Kazan, Bill Heck

        Westernin bir başka ikonik unsuru olan posta arabasında geçen altıncı hikâyenin finaliyle birlikte Coen kardeşlerin filmin alt metnine gizlediği mesele netleşiyor. Yaşam mücadelesinin vicdan ve merhameti öldürdüğü, gerçekten de “vahşi” bir dünya burası... Klasik Amerikan westerninde de vahşet vardır ama yasanın ve uygarlığın gücüyle dengelenir. Hikâyeler, iyiyle kötünün karşıtlığı, göçebe hayata karşı yerleşik düzene övgü ve Amerikan değerleri üzerinden şekillenir. Coen'lerin westerninde ise açıkçası vahşeti dengeleyen pek bir şey yok. Hikâyelerin tümü ölüm, yalnızlık ve şiddet üzerinden şekilleniyor. Daha da önemlisi, iyiler ve kötülerden ziyade sadece ayakta kalma mücadelesi veren insanlar var... Filmdeki herkes göçebe, evsiz ve arayış içinde. Çoğu yalnız… Yerleşik düzen hayalleri trajediyle sonuçlanıyor. Filmin yerleşik hayatı temsil eden ama içi karanlık ve tekinsiz görünen bir binanın önünde bitmesi bana pek tesadüf gibi gelmedi…

        Western, bir zamanlar Amerika için nerdeyse “milli bir tür”dü ve ülkenin kendini görmek istediği bir ayna işlevi görürdü. Bu açıdan baktığınızda “The Ballad of Buster Scruggs”ın, parodiyle gerçekçilik, komediyle trajedi arasında gidip gelen, her şeyin ölümle bağlandığı karanlık bir ayna olduğu söylenebilir.

        Ama seyri keyifli ve gayet şık bir film. Altıncı hikâyenin teatral monotonluğunu, finalin belirsizliğini bir yana bırakırsak western sevmeyenleri dahi oyalayabileceğini düşünüyorum. Filmin en güçlü yanlarından biri karakterler ve onları oynayan oyuncular… Coen’ler renkli, canlı ve sahici karakter yazma konusunda yine çok iyi iş çıkarıyorlar. Oyuncular da harika. İnsan hangisini öne çıkaracağını bilemiyor. Ama hikâyelerin başrollerindeki Tim Blake Nelson (Buster Scruggs), James Franco (soyguncu), Liam Neeson, Harry Melling (oyuncu), Tom Waits (madenci), Alice (Zoe Kazan), Billy (Bill Heck) hemen akla gelen isimler. Son olarak, filmin en önemli kusurunun, Amerikan yerlilerinin sadece saldırgan yanlarıyla gösterilmesi olduğunu söyleyebilirim.

        Filmin notu: 7.5

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar