Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Milli Mücadele, sadece askeri ve siyasi mücadelenin değil, buna koşut olarak casusların ve casusluk faaliyetlerinin de yoğunlaştığı bir dönemdi. Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları hakkındaki idam fermanlarının, torbalar dolusu şeyhülislam fetvasının casuslar tarafından dağıtıldığını unutmamak gerek.

        Bunların arasında özellikle İngiliz istihbaratının örgütlediği casusluk faaliyeti önemli bir yer teşkil eder. O dönemde İngilizler, ulusun iradesini yansıtan Meclis ve Ankara’daki siyasi faaliyetlerle, Türk ordusunun stratejisi ve planları hakkında bilgi toplamak için ellerinden geleni yapıyordu. Hiç değişmeyen gündem maddeleri de, istiklâl mücadelesinin beyni ve kalbi olan Mustafa Kemal Paşa’yı bir suikastla ortadan kaldırma imkânlarını araştırmaktı.

        Prof. Dr. Sabahattin Özel kitabında, Milli Mücadele’nin bu az bilinen yönünü, İstanbul ve Anadolu’daki İngiliz casusluk faaliyetlerini anlatıyor. Özel olarak üstünde durduğu kişi ise, İngilizlerin Hint-Müslüman kimliği sebebiyle şüphe çekmeyeceğini düşünerek görevlendirdiği Mustafa Sagir. Ankara’ya gönderilen İngiliz casusları içinde en dikkat çekicisi olan Sagir, en yüksek makamlarla, hatta bizzat Mustafa Kemal Paşa ile görüşme imkânı bulmuş biri. Özel, Anadolu’da Yenigün gazetesini çıkaran Yunus Nadi’nin, Mustafa Kemal Paşa’ya Mustafa Sagir hakkında ne düşündüğünü sorunca, Paşa’nın kısık sesle “Casustur casus” dediğini aktarıyor.

        Sakarya Üniversitesi’nde Tarih Bölümü Kurucu Başkanlığı, Kocaeli Üniversitesi’nde Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Bölümü Başkanlığı, Atatürk İlkeleri ve Devrimleri Araştırma Merkezi Müdürlüğü görevlerini yürüten Prof. Dr. Sabahattin Özel, Mustafa Sagir’in İstanbul’dan başlayıp Ankara’da noktalanan yolculuğunu dönem basınında ve arşivlerde yaptığı geniş bir kaynak taramasına dayanarak macera romanı tadında anlatıyor.

        CASUSTUR CASUS (Sabahattin Özel / İş Kültür)
        CASUSTUR CASUS (Sabahattin Özel / İş Kültür)

        O EVDE KİMSE OTURMAK İSTEMEDİ

        Bu çalışmanın hareket noktası, İstanbul’da yayımlanan Haftalık Mecmua’nın İngiliz casusu Mustafa Sagir hakkındaki tefrikası olmuş. Tefrika 14 Şubat-11 Temmuz 1927 tarihleri arasında 22 kısım halinde yayımlanmış. Haftalık Mecmua’da üzerinden yedi sekiz yıl geçen olayın aydınlatılabilmesi için pek çok çaba ve paranın harcandığı, olayı yakından bilen ve takip eden birçok kişiden bilgi toplandığı belirtiliyor. Yine bu kapsamda olayın canlandırılması amacıyla temsili resimler kullanılmış, ayrıca gerçek fotoğraflara yer verilmiş. Bunlardan kuşkusuz en ilginci Mustafa Sagir’in İstanbul Horhor’da kiralayıp ikamet ettiği iki katlı ahşap ev. Fotoğrafta evin harap durumda olduğu görülüyor. Bu, bir İngiliz casusunun oturduğu evde hiç kimsenin oturmak istemeyişinden, dolayısıyla uzun süre boş kalmış olmasından kaynaklanıyor.

        Mustafa Sagir’in Ankara’ya gelişinden itibaren başlayan evrenin temel kaynaklarını ise ulusal basın oluşturmuş. Sagir ve işbirlikçilerinin yargı süreci, Ankara İstiklal Mahkemesi tutanaklarını aynen yayımlayan Anadolu’da Yenigün ve Hakimiyeti Milliye gazeteleri sayesinde gün ışığına çıkarılmış. Diğer taraftan mahkeme tutanaklarında adı geçen ve Mustafa Sagir’den önce Ankara’ya gönderilen diğer İngiliz casuslarının da izleri sürülmüş, bu şekilde 1920 Ankara’sında cereyan eden şaşırtıcı faaliyetler ortaya çıkarılmış. Yine Mustafa Sagir olayının etkilerini ortaya koyabilmek bakımından dönemin İstanbul basınıyla birlikte ulusal basın hemen tümüyle gözden geçirilmiş, İngiliz basınındaki tepkiler değerlendirilmiş. Bu sayede olayın Ankara-Londra ilişkilerini hangi boyutlarda etkilediği saptanmış.

        “Bizim okuyuculara asla İngiltere ve İngiliz düşmanlığı telkin etmek gibi bir amacımız yok” diyor Sabahattin Özel: “Kimi yerlerde İngilizler hakkında aşağılayıcı ve incitici ifadeler kullanılmıştır. Bunlar bizim kişisel değerlendirmelerimiz olmayıp İngiliz casuslarının ifadeleridir. İnsanlık vicdanının yükseldiği günümüz dünyası, geçmişten çok farklıdır. Burada anlatılan ve yargılanan, Atatürk’ün de vurguladığı gibi gerçek İngiltere değil, emperyalist parti İngiltere’sidir. Gerçek İngiltere demokrasinin beşiği, Sanayi Devrimi’nin ve çağdaşlığın öncülüğünü yapmış bir devlettir. İngilizler de kuşkusuz tarihte önemli roller oynamış, insanlığın gelişmesine katkılar yapmış bir millettir.”

        “HİLAFET VE SALTANATI KORUYORUZ” DİYE…

        Biz tekrar yüz yıl öncesine dönelim.

        Türk-İngiliz ilişkileri tarihinde I. Dünya Savaşı dışında karşılıklı gerginlik ve düşmanlığın doruğa ulaştığı evre, İzmir’in işgalinden (15 Mayıs 1919) Lozan Anlaşması’na (24 Temmuz 1923) kadar uzanan dönem oldu.

        İngiliz dış politikasının temel ilkelerinden biri, dünyadaki tüm Müslümanları egemenlik altına almak, bunun için de her vasıtaya başvurmaktı. Şöyle anlatıyor Sabahattin Özel: “İngilizler Hindistan’a ticaret amacıyla gitmişler, daha sonra Fransızları saf dışı ederek buraya egemen olmuşlar; amaçlarına ulaşmak için Osmanlı padişahının ve halifenin nüfuzundan yararlanmayı da başarmışlardı. Hintlileri ellerinde bir çakı bile bırakmaksızın silahsızlandırmış, ayrıca cahil bırakmaya özen göstermişlerdi. İslamiyet’in eğitim ve uygarlıktan nefret ettiği, İngiltere’nin Müslümanların doğal koruyucusu olduğu inancını yaymışlardı. Üstelik İngiltere kendi savaşlarını Hint Müslümanlarına yaptırdığı gibi, masraflarının büyük kısmını da onların sırtından karşılamıştı.

        “İngilizler, İslam dünyası üzerindeki egemenliklerini sürdürebilmek için bu kez Türk bağımsızlık hareketini etkisizleştirmek, yok etmek istiyorlardı. Çünkü Türkler gerek yeni düşünceleri, gerekse İngiliz oyunlarının sırrını keşfetmiş bir millet olarak büyük tehdit oluşturuyorlardı. Dolayısıyla İngilizler bütün ustalıklarıyla İslamiyet’in, halifenin dostu ve koruyucusu rolünü oynuyorlardı. Bunun için de Hindistan’da, Türk milliyetçilerinin saltanat ve hilafeti kaldırarak cumhuriyet kurmak istedikleri, kendilerinin ise halifenin haklarını korumak için buna karşı çıktıkları propagandasını yapıyorlardı. Bu propaganda maksatlı olmakla beraber, kuşkusuz bir ileri görüşlülüğün de göstergesiydi. İstanbul’da Anadolu’yu birbirine düşürecek bir hükümeti iktidara getirmek, din sömürüsüyle Kuvayı Milliyecileri kendi cahil kardeşlerine kırdırmak, Hıristiyanları silahlandırıp yüzyıllardır birlikte yaşadıkları Müslümanlara saldırtmak, etnik ve mezhepsel farklılıkları kışkırtmak, İngiliz oyunlarının başında geliyordu…” Doğaldır ki, İngiltere’nin bütün bunları gerçekleştirebilmesinde casusluk faaliyetleri ayrı bir önem taşıyordu.

        REKLAM

        “BLACK JUMBO” YETMEYİNCE…

        Kurtuluş Savaşı yıllarında İngiltere’nin Türkiye’de çoğu kez Black Jumbo (Kara Cumbo) takma adıyla anılan casusluk örgütü aktif bir şekilde faaliyet göstermiş, kimi zaman şaşılacak derecede gizli haberlere ulaşmıştı. Örgüt TBMM’nin gizli oturumlarındaki konuşmaları İstanbul’daki İngiliz makamlarına, Sakarya Savaşı günlerinde Türk Batı Cephesi Karargâhı’nın bazı gizli planlarını General Harington’a ulaştırmıştı. Türk karargâhının gizli emirlerini günü gününe, hatta saat hesabıyla İngiliz İşgal Orduları Komutanlığı’na bildirmişti. Doğal olarak İngiltere’nin o dönemde İstanbul’da bir istihbarat sorunu bulunmuyordu.

        Ancak Kara Cumbo’ya rağmen, Anadolu ve Ankara, İngiltere’nin serbestçe at oynatabileceği bir alan değildi. İki tarafın da ordularda casusları vardı. Türk ordusunda yakalanan bir İngiliz casusunun adı İslam, dini de İslam’dı.

        Buna karşılık Ankara’nın da İngiliz ordusunda, İngiliz karargâhında parayla satın alınmış casusları bulunuyordu. Kimi zaman Fransızlar da gizli olarak bilgi veriyorlardı. Anadolu istihbaratı İngilizler açısından her zaman önemli bir sorun oluşturmuştu. Nitekim İngiliz Elçiliği Baştercümanı Sir Andrew Ryan anılarında Türkiye’nin yakın tarihinde bir dönüm noktası olan Erzurum ve Sivas Kongreleri hakkında fazla bilgi edinemediklerini, Erzurum Kongresi’nde olup bitenlere dair bir şey hatırlamadığını, Sivas Kongresi hakkında İstanbul basını vasıtasıyla bilgi sahibi olabildiklerini belirtiyor. Yine 23 Mayıs 1920’de aniden Adapazarı’nı ele geçiren Kuvayı Milliye, buradaki İngiliz ajanını kaçma fırsatı bulamadan ele geçirmişti. Kuvayı Milliye Komutanı Kuşçubaşı Eşref Bey’in tutukladığı ajan, 25 Mayıs’ta özgür bırakılarak İzmit’teki İngiliz işgal kuvvetlerine teslim edilmişti.

        SUİKASTÇIYI GÜVENİLİR GÖSTERMEK İÇİN…

        İngiliz İstihbaratı İstanbul Şubesi’nin 22-29 Temmuz 1920 dönemi istihbarat raporları özetinde ilginç bir ayrıntı yer alıyordu. Raporda bazı Hint Müslümanlarının Mustafa Kemal Paşa’nın tarafına geçtikleri, polisin İstanbul’da bir Türk-Hint Dostluk Cemiyeti’ni ortaya çıkardığı, cemiyetin Mustafa Kemal Paşa ve Cafer Tayyar’la temas kurmak istediği bildiriliyordu. Burada söz konusu olan örgüt, Mustafa Sagir’in kuruluşuna önderlik ettiği bir cemiyetti. Rapor yüksek ihtimalle, Mustafa Sagir’in güvenilirliğini artırmak üzere Türk tarafına sızdırılmak için hazırlanmıştı.

        İngiliz istihbaratının Aralık 1920 Ankara’sına ilişkin raporları değerlendirildiğinde bunların Mustafa Sagir’in bir İngiliz casusu olduğunu doğruladığı görülüyor. Zira raporlarda Ankara’daki birçok ayrıntıya yer verildiği halde, o günlerin Ankara’sında gündem olan, üstelik İngilizler için en önemli tehdit olarak algılanması gereken Mustafa Sagir’i ima eden en küçük bir satıra bile rastlanmamaktadır.

        Peki İngiliz istihbaratı Ankara’da olup bitenleri nasıl öğreniyordu ve haber kaynakları neydi? İngilizler I. Dünya Savaşı sırasında olduğu gibi, Hint asıllı bazı Müslüman ajanlarını başarıyla sızdırmışlardı. Ayrıca yerli ajanlar da kullanıyorlardı. Ancak Ankara’nın milli yönetimin merkezi hale gelmesinden sonra, bundan daha fazlasına ihtiyaçları vardı. Bu milli hareketi etkisizleştirmenin en kestirme yolu, lideri ortadan kaldırmaktı. Üstelik İngiliz gizli servisi yakın geçmişte Afganistan’da benzer bir eylemi başarıyla gerçekleştirmişti. Yine İtalya’nın I. Dünya Savaşı’na çekilmesinde gizli servisin önemli rolü olmuştu. Bir İngiliz ajanı Alman imparatorunun sofrasında yemek yemişti. İşte Mustafa Kemal Paşa’yı bir suikastla ortadan kaldırma fikri bu şekilde doğdu. Böyle bir eylem için planlama, suikast esaslarını hazırlama, uygun kişi veya kişileri bulabilme bakımından titiz bir çalışma gerekiyordu. Eylem çarpıtmaya, asıl faili gizlemeye uygun şekilde gerçekleştirilmeliydi. Esasen İngiliz gizli servisinin bu konudaki bir prensibi de, tetikçiyi kurbanın yakın çevresinden, kendi milliyet ve inancından seçmeye özen göstermekti. İngilizlerin Ankara’ya sızarak Mustafa Kemal Paşa’ya yönelik bir suikastın alt yapısını hazırlamak için görevlendirdikleri casus, Mustafa Sagir’den başkası değildi…

        Sagir’in hikâyesine yoğunlaşan kitap, tarihi bir gerçeğin anlatımından çok, adeta bir macera romanı niteliğinde. Ancak aynı zamanda tarihi bir gerçeğin tarih metodolojisi çerçevesinde belgeleriyle, tanıklarıyla ortaya konulduğunu da söyleyelim...

        REKLAM

        ***

        İKİ TAVSİYE

        İçinde bulunduğumuz evrenin sırları nedir? Bizden başka ‘düşünen’ var mı? Uzayda başka canlılar yaşıyor mu? Evreni ve içinde yaşayan insanı anlama, gerçeğe ulaşma için yazılmış bir kitap. Nobelli yazarın uzun yıllar boyunca kaleme aldığı diğer kitap ise bireyin bağımsızlığı ve özgürlüğüne giden yolda yaşanan yanılsamalar üzerine kurulu…

        En Hakiki Mürşit (Cem Say / Doğan)
        En Hakiki Mürşit (Cem Say / Doğan)
         Biri, Hiçbiri, Binlercesi (Luigi Pirandello / İthaki)
        Biri, Hiçbiri, Binlercesi (Luigi Pirandello / İthaki)
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar