Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “İçimde dizginleyemediğim bir tutku var. İçinizden dışarı çıkmak zorunda olan ve sizin de çıkmasına izin verdiğiniz bir ateş gibi. Bazen bu ateş dışarı çıkıp etrafa zarar vermek istiyor. Bense kendime zarar veriyorum. Zarar vermek, özellikle de başkalarına zarar vermek beni üzüyor. Ama karakterimdeki bu özellikler olmasa, ben ben olamam.”

        Futbol dünyasının nevi şahsına münhasır isimlerinden Eric Cantona. Hatta belki bunların başında geliyor. “Olmasa ben, ben olamam” dediği özellikler onu kimilerinin gözünde asi, kimilerinin gözünde kral yapıyor. İşte bu yüzden “Kral Olacak Asi” Cantona.

        France Football dergisi muhabiri ve İngiliz futbolu analisti Philippe Auclair, Cantona’nın hem karakterini hem kariyerini anlattığı bu kitapla 2010 yılında İngiltere’de yılın spor kitabı ödülünü kazandı. Cantona’nın kendisi hariç, hayatındaki kilit insanların neredeyse tamamıyla konuşmuş Auclair. İyisiyle kötüsüyle, hatasıyla sevabıyla bir futbolcu hikâyesi ortaya çıkarmış. Her yönüyle başarılı bir biyografi.

        CANTONA - KRAL OLACAK ASİ (Philippe Auclair / Çev: Egemen Özkan / İthaki)
        CANTONA - KRAL OLACAK ASİ (Philippe Auclair / Çev: Egemen Özkan / İthaki)

        GERÇEKTEN “BÜYÜK” MÜYDÜ?

        “Şüphe mi? Ben mi? Asla. Ama ben farklıyım. Biraz hayalperest biriyim. Bana her şeyi yapabilirmişim gibi geliyor. Bir bisiklet gördüğüm zaman dünya rekoru kırıp Tour de France’ı kazanabileceğimi düşünüyorum.”

        Cantona, içindeki Cantona’yı böyle anlatıyor. Auclair ise kitap boyunca hem kral hem asi olarak değerlendiriyor onu. Ona göre Cantona evet, özel bir yetenekti. Çok şık doğaçlama hareketler yapar, harika goller atardı. Genç oyunculara ağabeylik yapardı. Sir Alex Ferguson’ın modern Manchester United’ı yaratma sürecinde çok önemli, belki de en önemli figürdü. Zaten Ferguson da onun hakkında şunları söylüyor: “Bu dünyada Manchester United için yaratılmış bir oyuncu varsa o da Cantona’ydı. Onun hayatı boyunca ona kendini evinde hissettirecek gibi bakan birini aradığını düşünüyorum. Kendisi birçok ülke gezmiş; bazı insanlarda birazcık Çingenelik olur. Ama o buraya gelir gelmez anladı; burası benim evim dedi.” Hatta denilebilir ki Cantona, İngiltere liginin Premier League olup popülerlik ve mali güç bakımından dünyanın en büyük organizasyonlarından bir olmasını sağlayan oyunculardan biriydi.

        Peki ama gerçek anlamda “büyük” müydü Cantona? “Ben o kadar ileri gitmem” diyor Auclair ve ekliyor: “Eric mesela kendi dünya görüşünün çok dışında işler yapmış çokuluslu şirketler için reklam panosu gibi dolaşmayı içine sindirirken bir yandan da büyük kuruluşların ve şirketlerin futbolu nasıl berbat ettiği hakkında ahkâm kesmekte beis görmeyen biri...”

        “HAYATTA HER ŞEY BENCİLLİKTİR”

        Ha, bu tezatlar Cantona’nın umurunda mı? Elbette hayır. Hatta bunun ekmeğini doya doya yemiş. Kariyeri son zamanlarda biraz düşüşte olsa da (oynadığı son film Ulysse et Mona eleştirmenlerden fena olmayan yorumlar almakla birlikte, Ocak 2019’da gösterime girdiğinde çok fazla sinemada oynatılmadı), an itibarıyla bir film oyuncusu; hem de kendisiyle röportaj yapan gazetecileri onu ünlü yapan sporun adını bile anmaktan men eden bir oyuncu. Öte yandan Eurosport’ta futbolla ilgili bir dizi skeçte, hem de büyük bir meblağ karşılığında, en sevdiği rolde, Eric Cantona rolünde oynamışlığı da var. Selhurst Park’ta bir taraftara kung-fu tekmesiyle dalan oyuncu aynı zamanda Sunderland kalecisi Sebastian Perez’in üzerinden yaptığı aşırtma vuruşla Premier League’in en unutulmaz gollerine imza atan sanatçı. Bu şahsi oyun kralıyla, kendisinin de itiraf ettiği üzere yalnız takılmayı seven münzeviyle, 20. yüzyıl sonu İngiliz futbolculara özgü o biraderlik ruhunun en has halini yaşayan o halis muhlis takım oyuncusu aynı kişi.

        “İnsanların beni nasıl gördüğü umurumda değil. Mesela Paco Rabanne için podyuma çıkıyorsam, gizli bir amacım yoktur, sadece kendi bedenime keyif yaptırıyorumdur. En önemli şey kendini kandırmadan bedeninle barışık olmaktır. Güzel bir fotoğraf için poz vermek bencilce bir zevktir; fakat hayatta hiçbir şey masum değildir. Her şey bencilliktir” diyor Cantona, Auclaire’e hak verircesine. Bu minvalde Ocak 1992’de kullandığı söz de kışkırtıcı: “Yalnızca geri zekâlılar asla fikrini değiştirmez.”

        CENAZESİNİ GÖRMEK İSTEYENADAM

        Cantona, 1991 Aralıkı’nda futbolu bırakmaya karar verdi. Bu olaydan “ilk intihar teşebbüsü” diye bahsediyor Auclair. O günleri anlatırken de kışkırtıcı bir portre çiziyor Cantona: “Her şey bitmişti; ama ölmeyecektim. Kendi cenazeme şahit olma ayrıcalığım vardı. Bu herkesin hayalidir; hakkında neler söyleneceğini, insanların nasıl davranacağını bilmek.” Kimseyi takmıyormuş gibi görünen birinin sergilediği megalomani olsa gerek bu.

        Auclair, Cantona’nın Manchester United formasını son kez bir rakip oyuncuyla değiştirdiğinde gerçekten öldüğünü düşünüyor. Bu kitabın araştırma ve yazım süreciyle geçen üç yıl içerisinde bu “ölümün” aynı zamanda bir intihar olduğu düşüncesine kapılmış. Zira Cantona, Ocak 1999’da, formunun zirvesindeyken, Fransa milli takımına yeniden katılması yönündeki teklifi reddetti. Dünya kupası şampiyonluğuyla sona erecek maceranın bir parçası olmamayı tercih etti.

        Peki bu kitaba neden koyuldu gazetecimiz?

        Cantona’nın hayatıyla, bilinen zaaflarıyla, başarısızlıklarıyla ve başarılarıyla ilgili yıllardır çok şey yazılıp çizildiğini; bunların büyük çoğunluğunun onun Manchester United’daki müthiş başarısının hemen akabinde yayınlanan şeyler olduğunu anlatıyor. Bu yayınların bazıları Cantona’nın “sorunlu kişiliği” üzerineymiş ve “istikrarsızlığının” bir anda şiddete meyletmesinin nedenlerini araştırıyormuş. Bazıları yalnızca en aç ve en kolay tatmin edilebilen hayranlarını memnun edebilecek fotoğraf albümleri veya maç haberleri derlemeleriymiş. Bazılarıysa (özellikle Fransa’da yayımlananlar) onu toplumsal yapının veya yabancı düşmanlığının kurbanı bir kahraman olarak göstermeye çalışan kitaplarmış. “İngiliz futbolundaki dönüşümün modern dönemdeki en büyük müsebbiplerinden olan bu adamı anlamaya yönelik bu girişimleri birleştiren tek bir şey vardı: Kısa süre içinde fark ettiğim üzere, en incelikli olanlarının, insanın içine en çok işleyenlerin bile Cantona’nın efsanevi yönünü sorgulamaya gönülsüz olması” diyor gazetecimiz.

        İşte onu bu kitabı hazırlamaya iten de bu olmuş. İyi-kötü; iki yönüyle de Cantona’yı anlatan, efsaneyi sorgulayan bir metin ortaya çıkarmak.

        Bunu da lâyıkıyla yapmış.

        Öyleyse Cantona hakkındaki son cümleyi de o etsin: “Cantona’nın aurası top koşturmayı bıraktığı günden beri hiç kaybolmadı. Manchester United taraftarları onu futbolu bırakmasından yıllar sonra o dillere destan Best-Law-Charlton üçlüsünün önünde yüzyılın oyuncusu seçti. 2008’de Premier Lig’in sponsoru Barclays’in 185 ülkede yaptığı bir ankette Cantona’nın tüm zamanların en sevilen oyuncusu olduğu görüldü. Aynı yıl, Sport dergisi Crystal Palace maçındaki malum kung-fu tekmesini spor tarihindeki en önemli yüz olaydan biri seçti. Ken Loach, ‘Looking for Eric’te onu filmin ana karakteri yaptı. Eric Cantona’nın hayaleti belli ki bir sure daha peşimizi bırakmayacak…”

        REKLAM

        *

        İKİ TAVSİYE

        Bir yazgı gibi yaşadıkları yalnızlıklardan çıkış arayan garipler, başkalarının hayatını yaşayan kalbi kırıklar... Bir parça mutluluk arayanların öyküsünü yazmış Şakacı. Sevgili Abdullah Ağar da Covid sonrasını askeri, siyasi, ekonomik ve küresel güç mücadeleleri açısından ele alıyor: Kim güçlenecek, kim güç kaybedecek. Okuyup anlayalım.

        Kesekli Tarla (Figen Şakacı / İletişim)
        Kesekli Tarla (Figen Şakacı / İletişim)
        Güç, Kaos ve Gelecek (Abdullah Ağar / Destek)
        Güç, Kaos ve Gelecek (Abdullah Ağar / Destek)
        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar