Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Nerede bir yenilik olsa yanına yapıştırdığımız “devrim” kelimesinin kökenine baktığımızda, aslında hayli manalı bir zıtlık göze çarpar. Latince “revolutio”dan yani “kendi etrafında dönmek”ten gelen, Fransızca’da 13’üncü, İngilizce’de ise 14’üncü yüzyıldan itibaren yoğun kullanılmaya başlayan devrim (revolution) sözcüğü, astronomide gök cisimlerinin kendi etraflarında dönüp aynı noktaya gelmelerini ifade eder. Yoksa bu, “devrim başlar ama bir müddet sonra mutlaka başa dönülür” mü demektir?

        Amin Maalouf’un yeni kitabı “Uygarlıkların Batışı”nda aktardığı tarihsel sürece bakarsak, belki bunu net olarak söyleyemeyiz ama zamanında “devrim” denen süreçlerin pek de hayırlı sonuçlar doğurmadığını iddia edebiliriz. Üstelik en liberalinden en muhafazakârına, en dinisinden en solcusuna…

        “FİLM KAHRAMANLARI GİBİYDİM”

        1983’te “Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri” kitabıyla tarihsel denemelerine başlayan 70 yaşındaki Maalouf, daha sonra Afrikalı Leo, Semerkant, Tanios Kayası ve Doğu’nun Limanları gibi romanlarıyla okur kitlesini hayli genişletti, Avrupa’ya yaydı, prestijli ödüller aldı. Bu onu dünyada bir romancı olarak konumlandırsa da bana kalırsa asıl, gazetecilik geçmişi ve içinde doğduğu coğrafyayı iyi kullanıp ufuk açıcı denemelere imza attı. 1996’da yayımlanan “Ölümcül Kimlikler” ve 2009 tarihli “Çivisi Çıkmış Dünya” bunlardan ikisi. Lübnan doğumlu Paris ikâmetli yazarımız, “Uygarlıkların Batışı”nda bir basamak daha üste çıkıyor ve romancılığının yanı sıra tarihçiliğini de ispat ediyor.

        25 Şubat 1949 Beyrut doğumlu Maalouf, kendi hatırladığı ve ailesinin aktardığı coğrafyasını, dünyaya örnek olabilecekken harap olan Doğu Akdeniz’i anlatarak girişiyor işe. Şu dramatik satırlarla başlıyor: “Ölmekte olan bir uygarlığın kucağında sağlıklı bir bebek olarak doğdum ve ömrüm boyunca etrafımda onca şey harap olup giderken övünecek bir şey yapmadan, suçluluk da hissetmeden, hayatta kalma duygusuyla yaşadım; geçtikleri sokaklarda bütün duvarlar yıkılırken yine de sağ salim kurtulan ve sonra, arkada bıraktıkları koca kent bir moloz yığınından ibaret kalmışken, giysilerindeki tozları silkeleyen film kahramanları gibiydim.”

        Oysa onun doğumundan önceki dönemde Beyrut da, ailesinin sık sık gidip geldiği Kahire de bambaşka yerlerdir. İçinden önemli sanatçılar ve fikir adamları çıkaran, Avrupa kültürüne ciddi etkisi olan, farklı din ve milletlerin, bu arada Batılılar’ın da mutlu mesut yaşadığı bir coğrafyadır burası. Ama 1950’lerle birlikte ideolojiler, kimlikler ve dinler daha çok vurgulanır olur, dünyaya örnek olabilecek Doğu Akdeniz hayali söner, savaşlar ve dramlar peşi sıra gelir.

        Amin Maalouf, belli bir silsile içerisinde siyasi gelişmeleri ve gözden kaçan kritik dönüşümleri aktarıyor ve ciddi bir hafıza tazeleyici rolü üstleniyor bu kitapta. Diğer yandan ailesinin tarihini de işin içine katarak yaşananların sosyal hayata nasıl yansıdığını da görmemizi sağlıyor.

        Bu bölümde vardığı sonuç kabaca şu: Batılı sömürgeci zihniyet her ne kadar Doğu Akdeniz’i sömürmüş ve türlü entrikalara imza atmış olsa da tepkinin azınlıklara yönelmesi ve bu topraklardan kovulmaları bir kazanç değil kayıp oldu. Bugün bu konudaki doğru tavrın Afrika kıtasının bir başka büyük liderinin, Nelson Mandela’nın benimsediği tavır olduğuna inanıyor Maalouf. Anadolu’ya ve İstanbul’a baktığımızda şu tespitlerine hayır demek zor: “Azınlıklar çoğunlukla tozlayıcıdır (polen taşıyıcı). Dolanıp dururlar, fırıl fırıl dönerler, çiçek özü toplarlar; bütün bunlar, haklarında menfaatçi, hatta asalak imajı uyanmasına neden olur. Ama ne kadar faydalı olduklarının farkına ancak yok olduklarında varılır.”

        UYGARLIKLARIN BATIŞI (Amin Maalouf / Çev: Ali Berktay / YKY)
        UYGARLIKLARIN BATIŞI (Amin Maalouf / Çev: Ali Berktay / YKY)

        SOSYALİZMİN MANEVİ MUADİLİ

        Daha sonraki yıllarda yaşanan mezhep ve kimlik çatışmaları işleri içinden çıkılmaz hale getirse de bir dönem başka bir umut doğdu: Sosyalizm. Pek çok ülkede hâkim dine veya çoğunluktaki etnisiteye mensup olmayanların genellikle dışlandığını, siyasal faaliyetlere katılmak isterlerse daha büyük cemaatlere mensup hemşerileriyle kendilerini eşit hissedebilecekleri bir alan bulmaları gerektiğini belirten Maalouf, dünyanın birçok başka ülkesinde olduğu gibi Doğu Akdeniz’de de marksist hareketlerin uzun süre bu rolü üstlendiğini söylüyor: “Bu hareketlerde çeşitli dinlerden ve kökenlerden erkeklere ve kadınlara rastlanıyordu; sınıf aidiyetini öne çıkaran, bu nedenle de azınlık statüsü engelini örten bir öğreti hepsini cezbediyordu. Dar aidiyetlerini aşıp ‘bütün ülkelerin proleterlerini’ yani bütün insanlığı kucaklayan, uçsuz bucaksız bir kimliğe sıçramak, onlar için bundan daha güzel ne olabilirdi?”

        Kendisinin de bir dönem buna inandığını söylüyor yazarımız, “Harekete on sekiz buçuk yaşımda katılıp on dokuz buçuk yaşımda ayrıldım. Bende militan ya da hareket mensubu mizacı olmadığını çabuk anladım” diyerek.

        Neticede çeşitli sebeplerle Doğu Akdeniz’de bu deneyim de sonuç vermedi. Bunu ve sonuçlarını bir bir anlatıyor Maalouf. Büyük demokratik gelenekleri olan ülkelerde bile etnik kökenlerine, dinine veya özel aidiyetlerine gönderme yapmadan yurttaş rolünü yerine getirmenin zorlaştığını belirterek şunu da ekliyor: “Belki de bu yüzyılda ihtiyacımız olan, proleter enternasyonalizminin –yol açtığı canavarlıkları dışarıda tutarak- ‘manevi muadili’dir. Gerçekten de kimlik kaynaklı tüm taşkınlıkların karşısında çağdaşlarımızı tüm siyasal, dinsel, etnik veya kültürel sınırların ötesinde, evrensel değerlerin etrafında kitlesel olarak harekete geçirebilecek geniş bir hareketin doğduğunu görmek güzel olmaz mı?”

        EN KRİTİK YIL 1979

        Sosyalizm de olmadı, peki. Ama neden başka bir çözüm bulamadı dünya?

        Maalouf’a göre dünyanın bugünkü umutsuz haline ilerleyen süreçte 1979, ancak yaşanan olayları yan yana getirdiğimizde anlayabileceğimiz kritik bir yıl, “büyük değişim yılı.” 1979’da “zamanın ruhu” bize, bir devrin bitip diğerinin başladığını işaret etti...

        Başta devrimlerden bahsetmiştik. Başa dönen devrimlerden. Maalouf, 1979 tarihli iki kritik devrime dikkat çekiyor: İran’da Ayetullah Humeyni tarafından Şubat 1979’da ilan edilen İslam devrimi ve İngiltere’de Başbakan Margaret Thatcher tarafından Mayıs 1979’dan itibaren gerçekleştirilen muhafazakâr devrim. Başka çok önemli gelişmeler de yaşandı o yıl. Yazarımız, bunları belli bir bağlamda tek tek anlatıyor. Ama asıl bu iki büyük devrimin yerküre çapında büyük yankılara yol açtığına inanıyor: “Bayan Thatcher’ın fikirleri Ronald Reagan’ın iktidara gelmesiyle birlikte çok geçmeden ABD’ye ulaşacaktı; Humeyni’nin hem ayaklanmacı, hem gelenekçi ve Batı’ya katıksız düşman İslam görüşü de çok çeşitli biçimlere bürünüp daha uzlaşmacı anlayışları ekleyerek tüm dünyaya yayılacaktı.”

        1979 büyük bir kırılma noktasıydı, ama daha fazla ayrıntı verip okuma keyfinizi engellemeyelim. Kitabın özüne dönelim tekrar. Doğu Akdeniz’le biten hayale.

        “Eğer farklı ulusların ve tektanrıcı dinlerin mensupları dünyanın bu bölgesinde birlikte yaşamaya devam etseler ve yazgılarını uzlaştırmayı başarsalardı, tüm insanlık ahenk içinde bir arada yaşama ve refah konusunda ilham alabileceği, yolunu aydınlatacak anlamlı bir model bulmuş olacaktı. Ne yazık ki bunun tam tersi cereyan etti, nefret ağır bastı, birlikte yaşama konusundaki yetersizlik kural haline geldi. Doğu Akdeniz’in ışıkları söndü. Sonra karanlık gezegene yayıldı. Bu bir rastlantı değil.”

        Bunun neden rastlantı olmadığını anlatıyor Maalouf kitabında. Şu iç acıtıcı tenakuzu vurgulayarak: “Tarihte ilk kez insan türünü başındaki her türlü felaketten kurtarıp bir özgürlük, kusursuz ilerleme, gezegen dayanışması ve paylaşılan refah çağına dinginlik içinde götürmenin araçlarına sahibiz; ama son sürat zıt istikamette ilerliyoruz…”

        Öyleyse batana kadar devam.

        *

        İKİ TAVSİYE

        Türk Hava Kuvvetleri’nin kuruluşundan itibaren havacı personel arasında yer alan hava astsubaylarının gördükleri eğitimleri, teknik ihtisaslaşma sürecindeki gelişmeleri, Türk askeri ve sivil havacılığına olan katkılarını anlatan bir kaynak. Kıbrıslı Berkkam ise yapay zekâ tarafından yönetilen, duygularından arınmış insanlar ve o insanlara aşkı yeniden hatırlatan bir maddenin bulunduğu bir dünya tasarlamış…

         Türk Hava Kuvvetleri Tarihinde Astsubaylar (Salim Dikduran / İş Kültür)
        Türk Hava Kuvvetleri Tarihinde Astsubaylar (Salim Dikduran / İş Kültür)
         Güneşi Yanında Taşıyan Adam (G. Berkkam / İthaki)
        Güneşi Yanında Taşıyan Adam (G. Berkkam / İthaki)
        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar