Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bütün hikâyeler gibi her şey ortada yokken patlak verdi ve bütün hikâyeler gibi sonunda dev bir meseleye dönüştü…

        1931’de, Hamburg’dan gelip Baltık kıyılarına giden bütün yolların geçtiği küçük Alman şehri Neustadt’dayız. İşsiz kalmış genç öğretmen Pumm, üç-beş kuruş için sosyal demokratların gazetesi Volksstimme’de muhabirlik yapmaya başlar. O gün pazar yerinde yürürken tahta bir platform üzerinde elinde not defteriyle polis memuru Weiss’ı görür. Ne yaptığını merak edip sorar. Kentin belediye başkanı, pazar günü Neustadt’dan kaç araç geçtiğini öğrenmek istemiştir ama polis memuru bunun sebebini bilmemektedir. Pumm ve Weiss gece yarısına kadar sayımı birlikte yapar. Ve her şey böyle başlar. Ertesi gün Volksstimme’de şu haber çıkar:

        “Güzel memleketimiz Neustadt’tan, dün sabah altı ile bu sabah altı arasında 13.764 araç geçmiştir. Pazar meydanındaki otel ve dükkân sahiplerinden aldığımız bilgiye göre, bu ziyaretçilerden sadece 11 (on bir!) tanesi şehirde konaklamıştır. Binde biri bile değil! Bu bilgileri trafikten sorumlu çalışkan Belediye Başkanımız Sayın Wendel’e arz ederiz. Burada bazı şeyler yapılması gerekmektedir, büyükşehirlerden gelen bu zengin ziyaretçi akınını şehrimize çekmek ve şehrimizin kalkınması için teşvik edici unsurların sağlanması elzemdir… Pazar meydanına kurulacak büyük ve modern bir benzin istasyonu buna bir çözüm olamaz mı?”

        Haber ortalığı karıştırır. Belediye başkanı, Pumm’u çağırır. “Makale insanların canını sıktı” der başkan. Haberi okuyan pazar meydanındaki otel ve dükkân sahipleri, büyükşehir insanları için yeterince cazip olmadıklarını düşünüp bunu bir hakaret olarak algılamışlardır. Pumm’un artık başkana sormadan yazı yazmaması gerekmektedir. Ancak bu, bundan sonra olacakların önünü kesemez…

        NEDEN UCUZ SAAT TAKIYORSUN? (Hans Fallada / Çev: Nilay Kaya /  Can Yayınları)
        NEDEN UCUZ SAAT TAKIYORSUN? (Hans Fallada / Çev: Nilay Kaya / Can Yayınları)

        EN DİBE YUVARLANANA KADAR

        Otel ve dükkân sahipleri loncası, kentin diğer yerel gazetesinde, işletmelerinin Hamburglu ziyaretçiler için cazip olmadığı yönündeki ithamı şiddetle kınadıklarını söyleyen bir bildiri yayınlar. Pazar meydanındaki benzin ihtiyacını halihazırda karşılayan eczacılar Maltzahn ve Raps ile bisiklet dükkânı sahibi Behrens, belediyelerinin büyük bir benzin istasyonu kurma fikriyle kendi vatandaşlarının ekmeğiyle oynadıklarını ileri sürerler. O sırada, daha önce kente uğramamış olan benzin şirketleri Derop ve Shell, söz konusubenzin istasyonunun işletmesi için teklifte bulunmuştur bile. Pumm ise işinden olmuştur.

        Ancak rüzgar kolayca tersine de dönebiliyor işte. Yapılacak büyük benzin istasyonunun ulaşımı artırıp şehirdeki kira gelirini yükselteceği fikri hiç de yabana atılacak gibi değildir zira. Neticede, Belediye Başkanı Wendel, Maliye ve Ulaşım Derneği’nin de başkanı olarak, Trafik Amirliği’nin sözcüsü olan Başkan Wendel’i, yani kendisini, Belediye Meclisi ve komite üyeleriyle söz konusu proje teklifini değerlendirmek üzere bizzat davet etmek durumunda kalır! Ve teklif oybirliğiyle kabul edilir. “Pazar Meydanında Kurulacak Büyük Benzin İstasyonu Konusunda Anlaşıldı” diye manşet atar Pumm’un gazetesi. “Belediye Meclisi Üyeleri Benzin İstasyonu Önerimizi Kabul Etti” diye yazar öbür gazete. Pumm tekrar kıymete biner.

        Bundan sonra yaşananlar, hikâyenin dev bir meseleye dönüşmesinden ibaret. Benzin istasyonu planı üzerinde çalışmakla görevlendirilen şehir planlamacısının Nazi öncülü paramiliter örgüt üyesi oluşu; yıkılacak alanda bulunan umumi tuvaletler ve şehitlere ithaf edilmiş savaş anıtı; iki gazetenin pay kapma yarışı; belediye meclisi toplantılarında komünistler, sosyal demokratlar ve Nazilerin kavgası; Nazilerin ağırlığını hissettirmesi; sol gazeteden atılan Pumm’un Nazilere katılması… Hepsi bir Saramago romanını andırıyor. “Olaylar bir kez çığırından çıkmayagörsün, devamı gelmek zorundaydı: Çığ tanesinin ömrü en dibe yuvarlanana kadardır” diyor yazarımız.

        HERKES TEK BAŞINA ÖLÜR

        Aslında bu kadar matrak değil öyküleri onun. Ki bu öykü de değil, neticede Nazi Almanyası’na yürüyen süreçte yaşanan absürtlükleri ve göz ardıedişleri okuyoruz alt metinde. Ancak Fallada’nın diğer öykülerine baktığımızda, yoksulluk, açlık, acizlik, işsizlik çok daha çarpıcı şekilde yüzümüze çarpılıyor.

        Patates tarlasında kaybettiği evlilik yüzüğünü bir türlü eşine anlatamayan Martha’nın bir yandan ahlâkını bir yandan evliliğini korumaya çalışırken yaşadığı dram. İşsizlerle dolu büyükşehirlerden kaçıp küçük şehirlerde birkaç kuruşa iş arayan gencin sürekli yarım kalan umudu ve çaresizliği: “Küçük bir fabrikaydı burası, sadece vasıfsız işçileri asgari ücretin altında çalıştırıyordu. Bunun haksızlık olduğunu, akıl kârı bir iş olmadığını biliyorduk ama öyle uzun zamandır açlık çekiyorduk ki seçme şansımız yoktu.” Odun çalarak oğlunu ısıtmaya çalışan adamın ona tereyağı almak için giriştiği mücadelede biraz da kendi yaşamaya çalışması…

        Bunlar yoksulluk, işsizlik, çaresizlikle boğuşan Nazi Almanyası “küçük insanları”nın yaşamından kesitler sunan Fallada’nın kitaptaki hikâyelerinden bazıları; dönemin “sıradan” yaşamları.

        Ancak yazarımızın pek de sıradan bir yaşamı olmadı. Gerçek adı Rudolf Wilhelm Friedrich Ditzen’di. 1893’te doğdu. Bir hukukçunun oğlu. 19 yaşında, intihar etmek için giriştiği bir düelloda arkadaşını öldürünce tutuklandı, psikolojik tedavi gördü. 1914’te gönüllü olarak orduya yazıldı ama atıldı. Hikâyelerinde anlattığı yaşamlar benzeri tezgâhtarlık, satıcılık, muhasebecilik, patates yetiştiriciliği gibi işlerde çalıştı. Kısa sürede morfin ve alkol bağımlısı oldu. Uzun süre bağımlılık tedavisi gördü ve yazarlığa da bu dönemde başladı. 1920’de özyaşamöyküsel ilk romanı “Genç Goedeschal”ı yayımladı. Üç yıl sonra “Anton ve Greda” geldi. 1929’da şansı yüzüne güldü, evlendi ve yerel bir gazetede çalışmaya başladı. Adını 1931’de yayımlanan “Köylüler, Kodamanlar ve Bombalar” ile duyurdu. Onu asıl üne kavuşturansa, iki yıl sonra yayımlanan “Küçük Adam Ne Oldu Sana?” oldu. Roman, çöken ekonomiyle birlikte baş gösteren yoksulluk ve işsizliği göstermek bir yana, bu vesileyle güç kazanan Nazizm'ibelki de geleceği görerek anlatması hasebiyle önemliydi. Öyle ki 1934’te sinemaya da uyarlandı ve Fallada, Nazi karşıtı faaliyet suçlamasıyla bir süre tutuklu kaldı. Yine de Nazi iktidarı yıllarında yazmaktan vazgeçmedi. 1944’te, üç çocuğuna annelik yapan eşinin kafasına silahla vurduğu için dört ay hapis yattı, boşandı. Ancak uyuşturucu ve alkolden ayrılamadı. 1946’da yazdığı son romanı “Herkes Tek Başına Ölür” yayınlandıktan kısa süre sonra uyuşturucuya bağlı kalp yetmezliğinden hayatını kaybetti.

        “Neden Ucuz Saat Takıyorsun?” onun edebiyatına başlamak veya eksik parçayı tamamlamak için okunmalı.

        *

        İKİ TAVSİYE

        Başkomser Nevzat’ın yeni bir macerası daha. “Kimsenin önemsemediği overlokçu bir kızın cinayeti bile önemli sırlar içerir” diyelim, gerisini siz düşünün. Diğeri de “Görünmeyen Beyin” ve “Hazdan Bağımlılığa” kitaplarının yazarının yeni macerası. Küresel zekâ algınızı nasıl yönetiyor, öğrenmek isterseniz…

        Aşkımız Eski Bir Roman (Ahmet Ümit / YKY)
        Aşkımız Eski Bir Roman (Ahmet Ümit / YKY)
        Cehalet Bilimi (Tayfun Uzbay / Destek)
        Cehalet Bilimi (Tayfun Uzbay / Destek)
        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar