Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        REKLAM

        Pek çoğu şimdi Mavi Balina tehlikesi ile büyüse de biz masum masum Moby Dick ile büyüyen çocuklar, bu vahşi ama sonu dramatik beyaz balinayla birlikte denizin derinliklerine dalarken, bazı önemli şeyleri es geçmişiz: Yazarını. Hadi “biz” demeyim, tekil konuşayım.

        Gerçi gençlik yıllarımda o muhteşem “Bartleby”sini okurken ayılmış, basit bir macera yazarından bahsetmediğimizi hissetmiştim. Ondaki politik duruşun, edebiyat bilincinin, kurgusal dokunuşun 200 yıl önce okyanus dalgalarına karşı mücadele veren bir yelkenli kadar sağlam olduğunu ise “Redburn” ile kesinkes anladım.

        Herman Melville, Türkiyeli okur tarafından yeterince keşfedilmemiş bir yazar, bundan eminim. 1849’da yayımlanan “Redburn”ün ilk kez Türkçe’ye çevrilmesi, yayınevinin bunu hiçbir yerde vurgulamayıp bence eseri değersizleştirmesi, bir başka değersizleştirmenin kitabın girişindeki kısa biyografide Wikipedia cümleleri kullanılarak yapılması (ki haklarını yemeyelim, pek çok yayınevi yapıyor bunu), çevrilmemiş beş-altı kitabının daha olması; bunlar sadece okur değil, yayın dünyamız tarafında da kıymet verilmemiş bir yazar yapıyor Melville’i maalesef.

        Buna mukabil, çeviri üst düzeyde. Kendisi de Melville üzerine çalışan ama ilgili tezini henüz yayınlamadığını anladığım M. Barış Gümüşbaş çok titiz, dönemin ve Melville’in ruhunu da yansıtan bir iş çıkarmış. Sona da kısa ama doyurucu bir Melville biyografisi- analizi eklemiş. Ellerine sağlık.

        “HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRAMIŞ BİR OĞLAN KADAR…”

        “Redburn” aslında Herman Melville’in hikâyesi, onun ilk deniz seferinde yaşadıklarının manzumesi.

        Kahramanımız Wellingborough Redburn, yeniyetme bir çocukken gelecekteki hayatı için kafasında kurduğu planların suya düşmesi, kendi için bir şey yapma zorunluluğu, karakterindeki aylaklık birleşince bir denizci olarak yola çıkmaya karar verir. Gideceği yeri, yapacağı işi, koşulları öğrenmek için New York gazetelerinde yer alan denizci ilanlarını satır satır okur. Zira er ya da geç büyük bir seyyah olmasının; ölen babasının yemekten sonra şarap eşliğinde yabancı beyefendileri eğlendirdiği gibi, kendisinin de ileride maceralarını hevesli bir dinleyici topluluğuna anlatmasının alnına yazılı olduğunu düşünür. Sonra yola çıkma günü gelir ve Melville’in kaleminden o ayrılıkla ilgili şu satırlar dökülür:

        “Annem benimle güçbela ve gözü yaşlı vedalaştı; belki de benim yoldan çıkmış ve dik başlı bir oğlan çocuğu olduğumu düşünüyordu, belki öyleydim de; ama eğer öyle idiysem de, acımasız dünya ve zor zamanlar beni öyle yapmıştı. Daha zamanım gelmeden önce çok fazla ve acı acı düşünmeyi öğrenmiştim; şan ve şerefle ilgili genç, uçarı hayallerimin hepsi beni terk etmişti ve daha o genç yaşta, 60 yaşındaki bir adam kadar isteksizdim… Evet, denize çıkacaktım; yardımsever amcalarım, teyzelerim ve şefkatli koruyucularımla bağımı kesecek, kendi evimdekiler dışında geride buruk kalpler bırakmayacak ve kendi göğsümde ağrıyandan başkasını da yanıma almayacaktım. O zamanlar dünya bana aralık ayı kadar soğuk, ayaz ve aralık rüzgârları kadar dondurucu ve kasvetli görünüyordu. Hayal kırıklığına uğramış bir oğlan kadar insanlardan nefret eden kimse yoktur; sıkıntıların sıcakkanlı ruhumu paçavraya çevirmesi sonucunda ben de öyle olmuştum. Ama böyle düşünceler şimdi bile yeterince kederli, zira tamamen uzaklaşmış değiller ve okurun da yeterince canını sıkıyor olmalılar; öyleyse keseyim ve kendi hikâyemle devam edeyim…”

        150-200 yıl öncesinden bugünün keskin sorununa parmak basan şu cümleyi özellikle tekrar edeyim: “Hayal kırıklığına uğramış bir oğlan kadar insanlardan nefret eden kimse yoktur…” İşte belki, çocuklarımızı Beyaz Balina masumiyetinden Mavi Balina’nın karanlıklarına sürükleyen de budur.

        Herman Melville (Redburn - Çev: M. Barış Gümüşbaş / Alfa Yayınları)
        Herman Melville (Redburn - Çev: M. Barış Gümüşbaş / Alfa Yayınları)

        ZENGİN GÖRÜNMEYE ÇALIŞAN YOKSULLAR

        Dört ay sonra dönmeyi planlayarak, ablalarının kollarından kurtulup üstünde gri av ceketi ve elinde ağabeyinin verdiği tüfekle evden ayrılır Wellingborough Redburn. Hudson Nehri’ndeki tekneye ulaşacak, ona binip New York’ta çalışacağı gemiye gidecektir.

        Hesapları tutmaz zira bindiği geminin biletine zam gelmiştir. Geminin paralı müşterilerinin küçümseyici bakışları, hayata atılmaya hazırlanan ruhunu daha da yaralar. İçindeki yeniyetme ortaya çıkar ve bir tokat daha gelir bize: “Bana orta yaşın ve ötesinin öfkesinden söz etmeyin; ruhuna küf düştüğünde ve başkalarının meyvesi yalnızca olgunlaştıktan sonra patlarken onunki daha ilk çiçek ve tomurcuk verir vermez budanan bir oğlan bunu ve bundan çok daha fazlasını hissedebilir. Ve bu yıkımlar bir daha iyileştirilemezler; çok derine işler ve öyle bir yara izi bırakırlar ki Cennetin havası bile onu silemeyebilir. Kıkırdağın kemiğe döndüğü ve ayağa kalkıp hayatlarımız uğruna daha önce denediğimiz ve geleceğini bildiğimiz biçimde kavgaya giriştiğimiz, erkekliğin o dayanıklı zamanına ertelenmesi gereken acıları zamanından önce, bu şekilde yeniyetmelikte tatmak zor ve ıstırap verici bir şeydir.” Wellingborough Redburn ve benzerlerinin içine düştüğü ruh halini usta bir şair bile daha iyi anlatamazdı herhalde…

        Açbiilaç iner gemiden New York’ta. Ağabeyinin üniversiteden bir arkadaşının evine doğru yola koyulur. O evde son güzel yemeğini yer ve birlikte çalışacağı geminin kaptanına giderler. Ağabeyinin arkadaşı orada, Redburn’ün aslında soylu bir aileden geldiğini anlatmaya çalışsa da ters teper; madem öyle, para almayacaktır. Şöyle diyor Melville: “Yoksullar zengin görünmeye çalıştıklarında ellerine yüzlerine bulaştırıyorlar.”

        Sonra av tüfeğini satar, üstüne gemide giymek üzere birkaç parça eşya satın alır ve bir rüya olacağını düşündüğü ama zamanla kâbusa dönüşen gemiye biner. Çünkü o dönem, her dönem olduğu gibi çaylak denizciler için ilk sefer aslında işkencedir. “Kibar” kaptanlar ona domuz ağılını temizletir, en dik direklere tırmandırır, en ağır işleri verir. Üstelik yolculuk henüz başlamıştır: “O zaman körfezden çıkmak yerine, körfeze giriyor olmak için her şeyi verirdim; okyanusu geçmiş ve geri dönmüş, gitmiş ve gelmiş olmak için.”

        “BİR TÜR İSMAİL DURUMUNDAYIM”

        Oysa ilk başta amacı son derece masum ve saygıdeğerdir: Mümkün olduğu kadar çok yer görmek. Zira ancak böyle öğrenilebilir, inanılabilir o çağda: “Seyahat kitaplarında böyle şeylerden söz edildiğini daha önce duymuştum, ama bu yalnızca onlar hakkında okumaktan ibaretti, aynen hiç kimsenin hiçbir zaman inanmadığı Bin Bir Gece Masalları’nı okuduğunuz gibi; çünkü her nedense, bu müthiş ülkeler hakkında okuduğumda, kitabı yazanların yalan söylemeyi amaçladıklarını hiç düşünmesem de, okuduğum şeye hiçbir zaman gerçekten inanmaz, yalnızca çok tuhaf, tümüyle doğru olamayacak kadar tuhaf olduğunu düşünürdüm. Ne demek istediğimi tam olarak nasıl açıklayacağımı bilmesem de, şu kadarını söyleyebilirim ki, bu Grönlandlı’yı görene kadar Grönland’a inanmıyordum.”

        İşin merak ve öğrenme kısmı bir yana, daha ilk seyahatinde yaşadığı zorluklar, tayfanın ve kaptanların haşin davranışları, Redburn’ü denizciler ve denizcilik konusunda farklı hislere sürükler. Önce, “Artık onlara, içimde yeni yeşeren bir tür sevgiyle ama daha çok acıma ve merhamet duygusuyla, kötülüğü sırf kötülük olsun diye seven, eğer olup da oraya ulaşabilirlerse Cennette bile kötülük yapmayı sürdürecek insanlar olarak değil, yalnızca zorlukların, ihmalin ve kötü muamelenin sonucu olarak saygın toplumun dışına düşmüş, aslında nazik ve iyi yaradılışlı insanlar olarak bakmaya başlamıştım” der. Sonra fikri değişir: “Bu kadar zalim ve kötü kalpli olmalarına inanamıyordum. Yolculuğumun ilk gecesinde arkadaşı olmayan, zavallı bir çocukla bu şekilde konuşan adamların neredeyse her türlü kötülüğü yapabileceklerini görmemem imkânsızdı. Kırık kalbimden ve ruhumdan arta kalanla onlardan tiksindim, iğrendim, nefret ettim ve şimdiye kadar nefes almış en sahipsiz, sefil, perişan kişi olduğumu düşündüm. Eğer bir oğlan olmak bu kadar perişan olmaksa, adam olmayı göremeyeyim diye düşündüm.”

        Zira bazı denizcilerin gemideki düşmanlıkları artık ayyuka çıkmıştır. Hayal ettiği cennet, cehenneme dönmüştür. O kadar yalnız kalmıştır ki, kitabın bir yerinde kendini gemide tek bir dostu ya da yoldaşı olmayan “bir tür İsmail durumunda bulduğunu” söyler. İsmail, Tekvin’e göre İbrahim’in cariyesi Hacer’den olan oğludur. İsmail’in dik başlılığı nedeniyle İbrahim, Hacer ile İsmail’i kovar. Toplum dışına itilen İsmail, bir süre çöllerde dolaşır. Melville’in daha sonra Moby Dick’in anlatıcısına İsmail (Ishmael) adını vermesi, tesadüf olmasa gerek.

        KADERE SONRADAN EKLENEN E HARFİ

        Daha sonraki sayfalarda Wellingborough’un maceralarına, gittiği ve gördüğü Avrupa’da yaşadıklarına odaklanan “Redburn,” Melville’in insan doğasını, insanın içindeki şiddetin kökenini, iktidar ilişkilerini gerçek bir usta edebiyatçı olarak anlattığı çarpıcı bir roman. Başta da söylediğimiz gibi bunun sebebi, aslında bizzat Melville’in kendi hikâyesi olması.

        Çevirmen Gümüşbaş’ın kitabın sonundaki portre-analizinden yola çıkarak anlatırsak Herman Melville 1 Ağustos 1819 tarihinde, New York’ta, Allan Melvill ve Maria Gansevoort Melvill’in sekiz çocuğunun üçüncüsü olarak dünyaya geldi. Melvill’ler de, Gansevoort’lar da Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nda kahramanlık gösteren saygıdeğer ailelerdir. Aslında baba Melvill, özellikle Fransa’dan ipek ve parfüm gibi mallar ithal eden, geliri iyi bir tüccardır. Ama 1830’dan itibaren işleri bozulur; 1832 yılında iflas etmiş, borca batmış ve akıl sağlığını yitirmiş biri olarak ölmesiyle ailenin hayatı değişir. Maria Gansevoort, ailenin yaşamında yeni bir sayfa açmak umuduyla ve belki kaderi değişir diye soyadının sonuna bir “e” harfi ekler.

        Babasının ölümüne kadar altı yıl okula gitmiş olan yazarımız için zor günler 12-13 yaşında başlar. Ailesine destek olmak için eğitimine ara verip dükkânlarda, çiftliklerde, yerel bir bankada çalışır. Daha sonra Albany Akademisi’ne altı ay devam ederek öğretmenlik yapmaya hak kazanır ve 1837’de Massachusetts’te bir köy okulunda öğretmenliğe başlar. Öğretmenlikte mutsuz olan Melville, 1838’de bu kez Lansingburgh Akademisi’ne devam ederek topoğraf ve mühendis sertifikası alır, ancak umduğu iş olanaklarını bulamayınca 1839 yılında, bir ticaret gemisinde miço olarak denize açılır. İşte dört ay süren bu sefer, 1849’da yayımlanan ve Türkçe’ye daha yeni çevrilen “Redburn”ün temelini oluşturur.

        “DOLARLAR BENİM LANETİM”

        Amerikalı eğitimci Matthiessen, “Babasının ölümüyle bastıran ekonomik zorluklar olmasa, muhtemelen Herman Melville şansını denizde denemeyecek, o ilginç maceraları yaşamayacak ve anlattığı hikâyeleri dostlarının cesaretlendirmesiyle kağıda dökmeyecekti” diyor.

        Doğru. İlk seferinden dönünce yine geçici işlerle idare eden Melville, devamındaki yıllarda kendini hep denizde, gemilerde buldu. Bu yolculuklarda akla hayale gelmeyecek maceralar yaşadı, çoğu da bir kitabına vesile oldu. Mesela ikinci seferi, Ocak 1841’de Acushnet adlı balina gemisiyle Pasifik Okyanusu’naydı. Dört yıllık bir sözleşme yapan Melville, Markiz Adaları’nda Nuku Hiva limanında durduklarında, gemideki kötü koşullar nedeniyle arkadaşı Tobias Greene ile kaçıp adanın içlerine saklandı. Bu arada “yamyam” oldukları iddia edilen Typee’lerin eline düştü. Greene kaçarken, Melville Typee’lerle “tutsak mı, konuk mu olduğu tartışmalı” bir ay geçirdi. Dönüşte, bu günleri “Typee: Polinezya Hayatına Bir Bakış” adlı ilk romanında anlattı.

        Nuku Hiva’ya döndükten sonra bir başka gemiye yazıldı. Ancak bu gemiden de şartların kötülüğü nedeniyle kaçarak bir süre Sosyete Adaları’nda kaldı. Buradaki tecrübelerini, ikinci romanı “Omoo”da (1847) anlattı. Ardından bir süre Hawaii’de kalan Melville, 1843’te Amerikan donanmasına yazılıp 14 ay hizmet etti. 1850’de yayımlanan White-Jacket (Beyaz Ceket) romanı, donanmada geçirdiği sürede tanık olduğu baskı ve kötü muameleleri anlatır.

        Melville, yazarlık kariyerinde bir dönüm noktası olduğu düşünülen üçüncü romanı “Mardi”nin basılmasının (1849) ardından geçen on haftada, “biraz tütün alabilmek için” yazdı “Redburn”ü. Kitaptan gelen gelirle belki sadece tütün almış olabilir zira ticari açıdan tam bir başarısızlıktı bu. Ama sonra en bilinen ve sevilen kitabı “Moby Dick,” ardından “Pierre ya da Belirsizlikler” ve muhteşem öyküsü “Kâtip Bartleby” geldi. Bunların hangisi yazarımızı tatmin ve mutlu etti bilmiyoruz. Ama Moby Dick’i yazarken Nathaniel Hawthorne’a yolladığı mektuptan o yıllardaki ruh halini ve vicdan-cüzdan sıkışmasını anlayabiliyoruz: “Dolarlar benim lanetim… En çok yazmak istediğim şey, yasaklı –o para getirmez. Lakin, her şeye rağmen başka biçimde yazmayı da ben yapamıyorum. Bu nedenle sonuç bir… temcit pilavı ve tüm kitaplarım da baştan savma şeyler.”

        SÖMÜREN BATI’YA KARŞI SORGULAYICI

        Bu cümleler bir yazarın basit hezeyanları değil. Bir politik duruş bile sayılabilir. Zira tespitlere göre Pasifik Okyanusu’nda geçirdiği yıllarda Melville yalnızca edebiyat dünyasına adım atmasını sağlayacak deneyimler sağlamadı, dünya görüşünü de biçimlendirdi. “Pasifik’te İngiliz, Fransız ve onlardan biraz daha geç olarak Amerikalıların varlıkları, bu durumun yerli topluluklar üzerinde yarattığı baskı ve yıkım, Melville’in daha ilk romanından itibaren genelde Batılı devletlerin, daha özelde de ABD’nin yayılmacı, sömürücü, toplumsal eşitsizliklere ve haksızlıklara neden olan politikalarına karşı eleştirel ve sorgulayıcı bir tavır almasına neden oldu” diyor Gümüşbaş.

        Ben buna bir de, büyük yazarlarda gördüğüm ince ve bazen kendine dönük mizahı ve alayı da eklerim. Ve bazen dingin bazen fırtınalı cümleleriyle Melville’i artık üst sınıf yazarlarım arasına aldığımı bildiririm.

        ***

        İKİ TAVSİYE

        “Çok Kısa Bir Başlangıç” dizisinin dördüncü kitabı, sanatın ve sanat tarihinin bireysel ve toplumsal hayatımıza neler kattığını anlatıyor. Naim Babüroğlu’nun yeni baskısı yapılan belgesel-anlatısı ise Mustafa Kemal’in Çanakkale Savaşları’nda geçirdiği 9 ay 13 günün anbean dökümü…

        Sanat Tarihi (Dana Arnold - İKÜ)
        Sanat Tarihi (Dana Arnold - İKÜ)
         Kemalyeri (Naim Babüroğlu - Asi Kitap)
        Kemalyeri (Naim Babüroğlu - Asi Kitap)
        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar