Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        10 Kasım 1938 Perşembe günü saatler 09.05’i gösterdiğinde, Dolmabahçe’deki doktorlar tutanaklarını yazdı ve verdikleri rapor hükümet tarafından kamuoyuna duyuruldu. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, artık ebediyen Türk milletinin kalbinde yer alacaktı.

        Yasa boğulan Türk halkının şimdi dileği, Büyük Önder’in ölümsüz kişiliğine yakışır bir anıt mezar yapılmasıydı. Ancak bu anıt mezar yapılana kadar naaş uzun süre bekletilmek zorunda kalacaktı. Bu yüzden ciddi bir tahnit işlemi gerekiyordu. Atatürk’ün naaşı, tahnit başlamadan önce, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin (o zamanki adıyla İslam Tetkikleri Enstitüsü) öğretim üyelerinden Ord. Prof. Dr. M. Şerefettin Yaltkaya nezaretinde İslami kurallara uygun olarak yıkandı ve daha sonra Başbakan Celal Bayar’ın emriyle tahnit edildi.

        Tahnit işlemini devrin ünlü doktorları Prof. Dr. Süreyya Hidayet Serter ve Prof. Dr. Mustafa Hayrullah Diker nezaretinde Gülhane Tıp Akademisi patolojik anatomi hocası Prof. Dr. Albay Lütfi Aksu ile ekibi yaptı. Prof. Aksu tahnit için hazırladığı çözeltiden bir kısmını iki küçük şişeye doldurup ağızlarını lehimleyerek, içeriklerini yazdığı etiketleri şişelerin üzerine yapıştırdı. Bu şişeleri de Atatürk’ün kolları arasına yerleştirdi. 9 Kasım 1953 günü tabut açıldığında, Prof. Dr. Kamile Şevki Mutlu şişeleri Anıtkabir’e gönderdi.

        Atatürk’ün vücuduna tahnit için çözelti enjekte edildikten sonra naaş kurşun muhafazaya konulup gül ağacından tabutun içine yerleştirildi. Hükümet adına yapılan açıklamayla, Atatürk’ün aziz naaşının “Ebedi istirahatgâhı Anıtkabir’in inşasına kadar, muvakkat (geçici) kabri Etnografya Müzesi’nde, fakat aslında Türk milletinin vefakâr kalbinde muhafaza edileceği” bildirildi. 13 Kasım 1938’de Milli Savunma Bakanı Kazım Özalp’ın yayımladığı genelgeyle “19 Kasım 1938 günü saat 08.30’da cenazenin Ankara’ya nakil işlerine başlanacağı ve aziz naaşın İstanbul’dan Ankara’ya yolculuğunda cenaze alayına tören komutanı olarak Birinci Ordu Müfettişi Orgeneral Fahrettin Altay’ın komuta edeceği” duyuruldu.

        TÜM HAKLARI KOMUTANLIĞA

        Yeni bir kitap, Ulu Önder’in vefatı ve sonrasında yaşananlarla ilgili önemli bilgiler, belgeler ve fotoğraflar sunuyor bize. “Anıtkabir - Bir Veda Bir Başlangıç” hazırlayıcıları itibarıyla da önemli bir kitap. 2001’de Kuleli Askeri Lisesi’nde tarih öğretmeni olarak göreve başlayan Kasım Mehmet Teke, 2011’de Anıtkabir Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi Komutanı olarak atandı ve halen bu görevde. Bora Öncü ise 1996’dan bu yana aynı müzede tarih uzmanı. İkisi de bu çalışmanın tüm haklarını Anıtkabir Komutanlığı’na devretti.

        ANITKABİR-BİR VEDA BİR BAŞLANGIÇ  (Kasım Mehmet Teke - Bora Öncü - İş Kültür)
        ANITKABİR-BİR VEDA BİR BAŞLANGIÇ (Kasım Mehmet Teke - Bora Öncü - İş Kültür)

        Kitapta, üç ana başlık altında bütün süreç ayrıntılarıyla anlatılıyor. Önce elbette “Dolmabahçe’den Anıtkabir’e” yani Atatürk’ün vefat anından Anıtkabir’e nakledilişine kadar geçen sürede yaşananlar var. Yukarıda da bahsettiğimiz tahnit işlemi, Atatürk’ün vefat raporu, vasiyetnamesi, el ve yüz maskı, otopsi yapılmasının gerekli olmadığını gösteren rapor… Bunlar belgeleriyle aktarılıyor. Türk basınında yas, naaşın halkın ziyaretine açılması, cenaze namazı, nakil sürecinde İstanbul, İzmit ve Ankara’daki törenler (20-21 Kasım 1938’de), Anıtkabir’in inşası ve naaşın 10 Kasım 1953’te Anıtkabir’e nakli bu başlık altında işleniyor. Bu geniş bölüme sarsıcı fotoğrafların eşlik ettiğini söylemem lazım. Yapının bölüm bölüm anlatıldığı “Atatürk’ün Ebedi İstirahatgâhı Anıtkabir” ve “Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi” diğer iki ana başlık.

        “TERK VE VASİYET EDİYORUM…”

        Bu kapsamlı kitapta, çok sayıda belgenin de yer aldığını söylemiştim. Bu belgelerden biri Atatürk’ün vasiyeti.

        Atatürk, hastalığının ağırlaşması üzerine 4 Eylül 1938 Pazar sabahı genel sekreteri Hasan Rıza Soyak’ı yanına çağırır. Vasiyetnamesini hazırlatmak üzere mal olarak nesi var ise bir listesini çıkartmasını ondan ister. Soyak’ın hazırladığı liste doğrultusunda Atatürk, 5 Eylül günü vasiyetnamesini kendi el yazısı ile yazarak bir zarfa koyup kapatır. Bir gün sonra da İstanbul Beyoğlu Altıncı Noteri İsmail Kunter’e “Bu benim vasiyetnamemdir. İcap ettiği zaman lütfen kanuni muamelesini yaparsınız,” diyerek teslim eder. İşte Atatürk’ün vefatından sonra açılan vasiyetnamesi:

        Malik (sahip) olduğum bütün nukut (paralar) ve hisse senetleri ile Çankaya’daki menkul ve gayrimenkul emvalimi (mallarımı) Cumhuriyet Halk Partisi’ne atideki şartlarla, terk ve vasiyet ediyorum:

        1) Nukut (paralar) ve hisse senetleri, şimdiki gibi, İş Bankası tarafından nemalandırılacaktır.

        2) Her seneki nemadan, bana nispetleri şerefi mahfuz kaldıkça, yaşadıkları müddetçe, Makbule’ye ayda bin, Afet’e sekiz yüz, Sabiha Gökçen’ altı yüz, Ülkü’ye iki yüz lira ve Rukiye ile Nebile’ye, şimdiki yüzer lira verilecektir.

        3) S. Gökçen’e bir ev de alınabilecek, ayrıca para da verilecektir.

        4) Makbule’nin yaşadığı müddetçe Çankaya’da oturduğu ev de emrinde kalacaktır.

        5) İsmet İnönü’nün çocuklarına yüksek tahsillerini ikmal için muhtaç olacakları yardım yapılacaktır.

        6) Her sene nemadan mütebaki (kalan) miktar yarı yarıya Türk Tarih ve Dil Kurumlarına tahsis edilecektir.

        NEDEN OTOPSİ YAPILMADI?

        Otopsi ile ilgili tartışmalar da var kitapta. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün rahatsızlığıyla ilgili olarak Dr. Nihat Reşat Belger Yalova’da 22 Ocak 1938’de yaptığı muayene sonucunda siroz başlangıcı tanısı koyar. 11 ay süren ve aslen hastalığın yarattığı sıkıntıları gidermeye yarayan tedavinin sonunda, 10 Kasım 1938’de Atatürk hayata veda eder. Kitapta, Atatürk’ün hastalık süreci her an takip edilen bir süreç olması sebebiyle hem doktorların hem de sorumlu devlet erkânının Atatürk’ün naaşına otopsi yapılmasına gerek duymadığı belirtiliyor. Otopsi yapılmamasının gerekçelerini belirten rapor da belge olarak sunuluyor.

        Bununla birlikte, Atatürk’ün vefatından hemen sonra, İstanbul Hıfzıssıhha Müzesi Müdürü Dr. Nuri Hakkı Aktansel Atatürk’ün yüzünün ve sağ elinin mulajını (maskı) alır. Bu mulajlar Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı kasalarında yıllarca saklandıktan sonra Anıtkabir’e verilir.

        Şimdi gelelim Dolmabahçe’deki Ulu Önder’e veda gününe…

        VEDA GÜNÜ YAS İZDİHAMI

        Vefatından altı gün sonra, Atatürk’ün tabutu, üzerine uğruna yıllarca mücadele ettiği Türk bayrağı örtülmüş bir şekilde Dolmabahçe Sarayı’nın Muayede Salonu’na alınır. 16 Kasım 1938 Çarşamba günü, sabah saat 10.00’da naaş ziyarete açılır. Yapılan İstanbul programına göre saat 14.00’e kadar askeri ve mülki erkan, arkasından halk ziyaret edecektir. Bu ziyaret 17 ve 18 Kasım günleri de saat 10.00’dan başlayarak 24.00’e kadar sürecektir. Fakat kısa sürede protokol kaidelerini alt üst eden bir insan seli ile karşı karşıya kalınır. 17 Kasım’ı 18’e bağlayan gece, saat 24.00’e kadar İstanbullular Dolmabahçe’ye ardı arkası kesilmeksizin akın eder. Halkın yoğun ilgisi üzerine sarayın kapıları kapatılamaz ve ziyaret sabaha kadar sürer. İzdiham o kadar fazladır ki, bütün tedbirlere rağmen on bir kişi kalabalık içerisinde ezilerek hayatını kaybeder, kırktan fazla kişi de yaralanır.

        Dolmabahçe Sarayı’nda aziz naaşın halkın ziyaretine açılması sonrasında yaşanan izdiham nedeniyle cenazenin bir camiye götürülerek cenaze namazının kılınmasının dinen şart olup olmadığı, devrin büyük din alimi Ord. Prof. Dr. M. Şerefettin Yaltkaya’ya sorulur. Yaltkaya, böyle şeri bir kural olmadığını, fakat bir de Diyanet İşleri Reisi Mehmet Rıfat Börekçi’ye sorulması gerektiğini söyler. Milli Mücadele’nin ilk günlerinden itibaren Atatürk’ün yanında yer alan, Cumhuriyet’in ilk Diyanet İşleri Başkanı Börekçi, Yaltkaya’nın kanaatini paylaşarak şöyle der: “Onun cenaze namazı tertemiz hale getirdiği bu vatanda bu farizanın yerine getirilebileceği her yerde kılınabilir…”

        Atatürk’ün cenaze namazı 19 Kasım 1938 Cumartesi günü, saat 8’i 10 geçe Dolmabahçe Sarayı Muayede Salonu’nda Ord. Prof. Dr. Şerefettin Yaltkaya tarafından kıldırılır. Bundan 15 yıl sonra da, 10 Kasım 1953’te aziz naşı ebedi istirahatgâhı Anıtkabir’e defnedilir.

        O zaten ebediyen Türk milletinin kalbinde yatmaktadır…

        *

        İKİ TAVSİYE

        Latin Amerika’nın kesik damarlarından biri olan Meksikalı Juan Rulfo, kasabanın yoksul tellalı Dionisio Pinzon’un hikâyesini anlatıyor. Müthiş ikili Eagleman ve Brandt ise fikirlerin dünyayı nasıl yeniden yarattığına yoğunlaşmış, ki gerçekten cezbedici.

        Altın Horoz (Juan Rulfo -Doğan)

        Yaratıcı Tür (David Eagleman-Anthony Brandt -Domingo)

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar