Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Önce biraz etimolojiye girelim ardından hayata ve yazarımıza dair daha derin mevzulara dalarız.

        Ortaçağ’da “Kutsal Topraklar”a yani “Sainte Terre”e gitmek için bağış toplayan Batılıları gören çocuklar "Bakın bir Sainte-Terrer geçiyor" diye konuşurmuş. Sonra bu kelime dönmüş dolaşmış ‘saunterer’e; oradan da ‘sauntering’ yani ‘gezinmek’e dönüşmüş. Yani kutsal topraklar için yapılan işin adı bir anda ‘gezinti’ye evrilmiş. Neticede yürüyorlar değil mi?

        Ama bununla kalmamış. Oraya gider gibi yapıp gitmeyenlerden, amaçları sadece para toplayıp aylaklık yapmak olanlardan başka bir kelime türemiş. ‘Sainte-Terre’ olmuş size ‘Sans-Terre’ (Topraksız) yani kutsal topraklar ‘evsiz yurtsuz’ anlamına gelivermiş. Kutsallıktan berduşluğa uzanan bir garip yol işte!

        Fakat iyimser Thoreau yüreğimize su serpiyor ve şu tespiti yapıyor: “Olumlu tarafından bakıldığında ‘belli bir yeri yurdu olmamak, her yerde evinde gibi olmak’ anlamına gelecektir.”

        YÜRÜMEK (Henry David Thoreau - Çev: Selçuk Işık - Can Yayınları)
        YÜRÜMEK (Henry David Thoreau - Çev: Selçuk Işık - Can Yayınları)

        SİVİL İTAATSİZLİKLE ETKİLEDİ

        Amerikalı Henry David Thoreau aslında hayatına ve fikirlerine vakıf kesim için bir külttür. 45 yıllık kısa yaşamına insanlık tarihini ve felsefeyi derinden etkileyecek bir kavram ve eser bırakmıştır: Sivil İtaatsizlik. Gandhi’ler, Martin Luther King’ler ondan esinlenip çizmişlerdir yollarını.

        1917 Massachusetts doğumludur. Harvard’dan mezun olunca lisede dersler verir, ancak fiziksel ceza vermeyi reddettiği için hemen istifa edip ailesinin kurşunkalem fabrikasında işe koyulur. O günlerde, karısının ölümünden sonra rahipliği bırakıp konferanslar veren, ‘aşkıncılık’ öğretisini yayan ve Nietzsche’nin çok etkilendiği Ralph Waldo Emerson’la tanışır. Onun yeğenlerine ders vermekle kalmaz, 1845’te Emerson’un Walden Gölü yakınlarındaki arazisinde kendine bir baraka inşa edip orada yaşamaya başlar. Yürümekle ve doğayla ilgili metinlerini o yıllarda kaleme alır. 1837-1861 arasında kesintisiz tuttuğu günlükleri ölümünden sonra 16 cilt halinde yayımlanır.

        Ama onun Emerson’la ilişkisi aslında efsane olmuş bir diyalogla hatırlanır.

        Thoreau’nun Sivil İtaatsizlik kitabını yazdığını söylemiştik. Haliyle ve doğal olarak o da bir sivil itaatsizdi. 1800’lerin ortalarında, Meksika-Amerika Savaşı’nı ve köleliğin kaldırılmamasını protesto edip vergi ödemediği için barakasında tutuklanıp hapse atıldı. Akabinde dostu Ralph Waldo Emerson demir parmaklıkların kapısına dayandı ve hem üzüntü hem de biraz sitemle şöyle dedi: “Henry, sen neden buradasın?” Henry David Thoreau’nun cevabı insanlığın iyiyle kötü, doğruyla yanlış, cesaret ve korkaklık, inançla inançsızlık arasındaki çelişkisini yine aynı insanlığın yüzüne vurmaktan ibaretti: “Waldo, sen neden burada değilsin?”

        150 YIL ÖNCEDEN GÖRDÜ

        Thoreau, şimdi burada ve bu kitapta çok farklı açılardan bakarak ince bir mizahla yürümenin felsefesini yapıyor. Onun bahsettiği fiziksel yürümenin yanı sıra bir iç yolculuk. Aynı zamanda kapitalist dünyada medenileştiğini sanan insanın doğayla kesilen ilişkisini de eleştiriyor. Kitap, onun “Excursions” (Gezintiler) adlı eserinden seçilen üç denemeden oluşuyor: “Yürümek,” “Bir Kış Yürüyüşü” ve “Gece ve Ay Işığı.”

        “Yürüyüşçü”yü kilise, devlet ve halk dışında bir çeşit dördüncü kuvvet olarak görüyor Thoreau. Çünkü hiçbir servet bu uğraşın sermayesi olan boş vakti, özgürlüğü ve bağımsızlığı satın alamaz. Ona göre yürümek, özgürlüğün kaçınılmaz yolu. “Sanırım dünyevi meşgalelerden tamamıyla uzaklaşarak dağlarda, tepelerde, kırlarda gezinmeye günde en az dört saat harcamadan ruh ve beden sağlığımı koruyamam” diyor.

        Bunu yapamayanlara da acıyor aslında. 150 küsur yıl önceden bugünü anlatıyor gibi şu satırları: “İtiraf etmeliyim ki kendilerini haftalar, aylar hatta ve hatta yıllar ve yıllar boyunca mağazalara ve bürolara kapatan komşularımın buna nasıl dayanabildiklerine hayret ediyorum, vurdumduymazlıkları karşısında ise bir şey söylemeye dilim varmıyor… Hele erkeklerle kıyaslandığında, eve daha fazla hapsedilen kadın kısmı buna nasıl katlanıyor aklım almıyor; gerçi birçoğunun pek de katlanmadığına dair sağlam şüphelerim var…”

        Thoreau’nun bahsettiği yürüyüş öyle sokakta, patikada salınmak değil. Tamamen bakir doğada gerçekleşen bir eylemden bahsediyor. Ama bu konuda da 150 yıl öncesinden bugünü, belki bizzat İstanbul’u görmüş gibi anlatıyor. Kapitalist düzenin bizi doğadan nasıl uzaklaştırabileceğini daha o günden hissetmiş: “Şu anda yörede en gezip görülesi yerlerin çoğu özel mülk değildir; tabiatın bir sahibi yok ve dolayısıyla yürüyüşçü de göreli özgürlüğün tadını çıkarabilir. Ancak muhtemelen öyle günler gelecek ki doğa, üç-beş seçkinin ayrıcalıklı vakit geçirebileceği sözüm ona keyif alanlarına bölünecek; çitler artacak ve insanları umumi yollara hapsedecek başka mekanizmalar geliştirilecek, sonra bir de bakmışsınız ki Tanrı’nın toprakları üzerinde yürümek beyefendilerin hanelerini işgal etmek anlamına gelmiş. Halbuki bir şeyden münhasıran keyif almak demek, kendini asıl hazdan mahrum bırakmak demektir.”

        “DÜNYAYI YABAN KORUYACAK”

        Kuşlar ve dört ayaklı hayvanların göç etme güdülerine yakın bir şeyin hem ulusları hem de bireyleri dönem dönem ya da kalıcı olarak etkilediği fikrinde Thoreau. Diğer yandan insanlığın doğudan batıya ilerlediğini düşünüyor, yönü öyle çiziyor. Ona göre Doğu’ya, insanoğlunun attığı adımların izini sürüp tarihi kavramak, sanat ve edebiyat eserlerini incelemek için gideriz; Batı’ya ise girişim ve serüven ruhuyla atılır, yüzümüzü geleceğe döneriz. Onun sözünü ettiği Batı, ‘Yaban’ın diğer adı. Dünya’yı yalnızca Yabanıllık’ın koruyabileceğini, en yabani olanın en yaşam dolu olan anlamına geldiğini söylüyor. “Bir kasabayı koruyan, içinde yaşayan erdemli insanlardan ziyade onu çevreleyen ormanlar ve bataklıklardır” derken haksız mı? Thoreau edebiyatta, yaşamda, tarihte, düşüncede bizi en yabanıl olanın cezbettiğini de düşünüyor. Zira iyi olan her şey yabanıl ve özgürdür: “Keklik bezelyeyi sever sevmesine ama birlikte tencereyi boyladığı bezelye değildir sevdiği.”

        Thoreau yürüyüş yolunda yabanıl olana o kadar aşık ki, “insanları bölen” isimlere de karşı. Ona göre insanlar toplumda bilindikleri gibi kitleler halinde isimlendirilmiş olsalardı en azından felsefeye biraz faydası olurdu. Bireyi tanımak için sınıfını ve belki ırkını ya da hangi türe ait olduğunu bilmek yeterli olurdu: “Bazı gezginler, bir Kızılderili’ye ilk başta bir isim verilmediğini, ismi hak ettiğini ve isminin onun şanı anlamına geldiğini ve bazı kabilelerde, her başarının ardından yeni bir isim kazandıklarını rivayet ederler. Ne bir isim ne de bir ün hak edebilmiş birinin, sırf hayatını kolaylaştıracak diye bir isim taşıması ne acıklı bir durum. Kendi adıma isimlerin tek başına ayrımlar yaratıyor olmasını kabul edemem; ben insanları adlarından bağımsız olarak yığınlar halinde görüyorum. Tanıdık bir isim, o kimseyi benim için daha az yabancı kılmıyor. Kim bilir belki de, o ad ormanda hak ettiği unvanı kendine saklayan bir vahşiye verilmiştir…”

        19. yüzyılın Amerika’sından dünyayı etkilemiş, gerçekten de fikirleri çağını aşan bir isim Henry David Thoreau. Fikirlerine uygun hareket ve yaşamıyla da ‘entelektüel’ sıfatının içini tam dolduranlardan. Yürümek üzerinden insan doğasını, kapitalizmi, tarihi sorgulamak pek kolay değil ama o bunu bütün zihin açıklığıyla beceriyor. Eserlerinden seçilmiş bu üç deneme bile bunu anlamak için yeterli.

        150 yıl önce girdiği kodesten tokat atmıştı insanoğluna ve tarafına çağırmıştı Thoreau. Bu kez doğanın içinden sesleniyor bize: Siz neden burada değilsiniz?

        REKLAM

        ***

        İKİ TAVSİYE

        Rüyalar öyle basit şeyler değildir; gerçeklerin aynasıdır aslında. Ergen, bu işle akademik olarak ilgilenmiş ve bir atlas çıkarmış. Bakmak lazım. Bir de dünyanın rüyası var. Nereden geldik, her şey nasıl başladı gibi soruları içeriyor. New Scientist uzmanları bu kitapta bunları cevaplıyor.

         Dün Gece Bir Rüya Gördüm (Zeynep Ergen - Novus)
        Dün Gece Bir Rüya Gördüm (Zeynep Ergen - Novus)
        Neredeyse Her Şeyin Kökeni (İş Bankası)
        Neredeyse Her Şeyin Kökeni (İş Bankası)
        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar