Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Türkiye enerji kaynaklarını çeşitlendirmede tuhaf bir ikilem yaşıyor. Benzer durum birçok ülke için de geçerli. Mesela İngiltere mini nükleer santral konusunda adım atıyor. Almanya ve ABD zannedildiği gibi tamamen kömürden vazgeçmiş değil.

        Dünyada yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmede ciddi gelişmeler var, ama bu kaynaklar nükleer, kömür veya doğal gaz çevrim santrallerini tam anlamıyla ikame edemiyor. Dolayısıyla devre dışı bırakılmalarında hükümetler zorlanıyor. Bu sebeple halen daha elektrikte baz güç oluşturan kaynakların varlıkları korunuyor.

        Mesela bu yıl Haziran’da Almanya’da yeni bir kömür santrali protestolar eşliğinde devreye girdi. Almanya’nın kuzeybatısındaki Datteln şehrinde hizmete giren kömür santralinin 10 yıl önce hizmete girmesi planlanmışken bu sene açıldı. Şimdilerde ise Almanya Parlamentosu’nun bu yaz aldığı karar çerçevesinde bu santralin 2038 yılında, yani tam 18 yıl sonra kapatılıp, kapatılmayacağı tartışılıyor.

        Daha ilginç hususlar da var. Almanya’nın bu yıl hizmete soktuğu termik santralde kullanacağı kömür Rusya ve Kolombiya’dan ithal ediliyor. Santrali işleten Uniper isimli firmanın çoğunluk hissesi de Finlandiya devlet şirketi Fortum’un kontrolünde. Böyle bir termik santralin Türkiye’de açıldığını düşünün!

        REKLAM

        Öte yandan İngiltere’de Rolls Royce liderliğindeki biraya gele şirketler büyük nükleer santrallere göre çok daha hesaplı ve riskiz olan 16 mini nükleer santral kuracağını açıkladı. Başbakan Boris Johnson’un da bu projeye 200 milyon sterlinlik bir destek vereceği belirtiliyor. Böylece elektrik üretiminde düşük karbon salınımı olacağı savunuluyor.

        Türkiye ile Rusya arasında yürütülen 20 milyar dolarlık Akkuyu Nükleer Santral Projesi bu sebeple önemli. İki ünitesinin 2023’te yılında diğer ikisin de birer yıl arayla işletmeye alınmasıyla Türkiye baz güç elektrikte önemli bir atılım gerçekleştirmiş olacak.

        Dünyada yenilenebilir enerji kaynaklarına ciddi bir yönelme var. Güneş ve rüzgârın payı artıyor. Türkiye’de bu iki kaynak için ciddi yatırımlar yapıyor. Güneş santrallerinin yerli ve milli imkânlarla hayata geçirilmesi için önemli teknolojik atılımlar var. Hatta kamu biraz dikkatli ve Türk şirketlerinin çalışmalarına karşı duyarlı olursa kısa süre içinde Güneş Enerji Santrali (GES) ihracatı yapan ülke pozisyonuna rahatlıkla gelebiliriz. Zira dünyada GES’lere çok fazla ilgi var.

        Fakat Türkiye’nin yerli kömürdeki durumunu görmeden, kömür santrallerini ve enerji talebini iyi incelemeden, temiz enerji üretilmesi için kömüre değil gelişmiş teknolojilere bakılmadan eleştiri yapılması pek de makul görünmüyor.

        Eskişehir'de yapılması planlanan 1100 megavat kapasiteli Alpu Kömürlü Termik Santrali eleştiriliyor. Bir platform tartışmalara öncülük yapıyor, ama mesela Kanada’da doğal gaz çevrim santrallerinden dahi çevreye daha az karbon salınımı yapan kömür (termik) santral teknolojilerini kimse gündeme getirmiyor. Benzer durum Türkiye’nin çöpünü enerji dönüştürecek çalışmalar için de geçerli.

        Eskişehir’de veya Türkiye’nin başka yerlerinde kurulacak kömür santralleri ve mevcutları için yeni teknolojilerin gündeme getirilmesi daha makul olmaz mı?

        İşin ilginç yanı Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen gibi bir isim de kömür santralinin iptali tartışmalarına içinde yer alıyor. Kömürlü termik santraline karşı mücadele etmek yerine çevreye vereceği zarar sebebiyle teknolojisi eleştirilse, belki daha iyi netice alabilirler…

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Türkiye'nin GES'leri dünyaya açılabilir mi?

        Türkiye'nin GES'leri dünyaya açılabilir mi?
        0:00 / 0:00

        Türkiye, Kovid-19 salgınıyla birlikte çeşitli sebeplerden ithalatta kemerleri sıktı. Ancak TÜİK verilerine göre ağustos ayı baz alındığında altın ve enerji ürünleri ise yüzde 3.5 arttı. Altının durumu medyada çok yazıldı, tartışıldı. Fakat enerji ürünlerindeki ithalat rakamları açık bir şekilde dışa bağımlılığımıza işaret ediyor. Bu bağımlılıktaki en önemli nedense enerji ürünlerinin yerli ve milli olarak üretilmesi için lazım olan stratejinin eksikliği...

        Enerji ürünleri denince mevzu sadece doğal gaz ve petrol ürünlerinin ithalatı değil, enerji sektöründe kullanılan teknik donanımlar ve cihazlar da maalesef ithalat rakamları içinde dikkat çekecek şekilde yer alıyor. Güneş Enerji Santralleri (GES) kurup, Anadolu’nun güneşiyle elektrik üretmemiz gerektiğine vurgu yapan çok oluyor. Peki, bu GES’leri ithal teknoloji ve malzemelerle mi hayata geçireceğiz?

        Türkiye, yenilenebilir enerji kaynaklarında büyük imkânlara ve fırsatlara sahip, ama bu potansiyelini hayata geçiremedi. Mesela 2014 yılında Türkiye’nin güneşe dayalı elektrik gücü sadece 40 Megavat seviyesindeyken, güneş fakiri konumundaki Almanya’nın 52 bin Megavatlık kurulu gücü vardı. Almanya’nın küsuratı bile olamayışımıza bir sürü bahane bulunabilir. Ancak hiçbir bahane başarının yerini tutmuyor.

        Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Türkiye’nin yenilebilir enerji kaynaklarındaki imkânlarını görünce ciddi stratejiler geliştirdi. Güneşten elektrik enerjisi üretilmesi için YEKA projesi hayata geçirildi. Yeni GES’ler kuruldu ve 2020 itibariyle kurulu güç 6.500 Megavata çıktı. Evet, 2014 ile kıyaslandığında büyük başarı, fakat yeterli değil. Ancak güneşten enerji sağmak için de iki önemli husus var.

        Birincisi güneşi bol bir ülkede şüphesiz GES’leri hayata geçirmemiz lazım. Ama ikinci ve daha önemli husus ise bu GES’leri Türkiye’de yapmamızın gerekliliğidir. Eğer güneşi bol bir ülke için gerekli olan bolca GES’i kendimiz üretip, hizmete sokarsak bir anlamı olur.

        Enerji Bakanlığı, 2017 yılında stratejik bir karara imza atarak güneş enerjisi üreten güneş panellerinin Türkiye’de üretilmesine karar verdi. Hatta Karapınar’da dünyanın tek parselde en büyük güneş enerji santralinin ihalesi yapılırken, güneş panellerinin en az yüzde 70 oranında yerli üretilmesi şartı kondu. Bu şart ise yerli güneş paneli üretiminin yolunu açtı.

        Birçok kişi, “Türkiye’de üretim yok mu?” diye sorabilir. Aslında teknik olarak üretim vardı, ama montajdan öteye gitmiyordu. Çünkü güneş paneli üretiminin 4 aşaması olan ingot, wafer, hücre ve panelin sadece son aşaması Türkiye’de yapılıyordu. Daha büyük yatırım gerektiren ingot, wafer ve hücre aşamalarında üretim olmuyordu.

        Karapınar Güneş Santrali İhalesi (GES) yapıldı ve yarışı Kanyon Holding kazandı. İhalenin şartı olan fabrika ise 19 Ağustos 2020 tarihinde faaliyete başladı. China Elektronics Technology Corporation (CTEC) işbirliğiyle ve 400 milyon ABD Doları yatırımla hayata geçirilen Kalyon Güneş Teknolojileri Fabrikası’nda üretilen güneş panellerinin Karapınar’a kurulumu da eş zamanlı olarak başladı. Açılmasının üzerinden 4 ay geçmeden kapasitesi de ikiye katlandı. Bu gelişmeler Türkiye adına ümit verici.

        Karapınar’a güneş paneli üreten Kalyon Güneş Teknolojileri Fabrikası, AR-GE dâhil güneş paneli üretiminin 4 aşamasını tek çatı altında gerçekleştiren dünyadaki tek fabrika olma özelliğine de sahip.

        Türkiye’de GES konusunda çok önemli teknolojik gelişmelere Türk mühendisleriyle imza atan başka Türk şirketlerinin olduğunu da bu köşede daha önce yazmıştım.

        Yaklaşık 10 yıl önce güneş hücresi, güneş ışığının ancak yüzde 15’ini elektriğe çevirebilirken, günümüzde bu oran yüzde 22’ye çıkmış durumda. Çok kısa süre içinde de yüzde 25’e yükseleceği öngörülüyor. Maliyetler de yaklaşık 25 kat düşmüş ve sektörün de yüzde 90’ı Çinlilerin elinde.

        Eğer Türkiye bu fırsatları iyi değerlendirir, yerli şirketlerini desteklerse güneşle dünyaya rahatlıkla açılabiliriz.

        THY aşıları taşıyamaya hazır mı?

        THY aşıları taşıyamaya hazır mı?
        0:00 / 0:00

        Arka arkaya aşı haberleri geliyor. Ancak akabinde lojistiğinde ve nakliyesinde sıkıntılar olacağına işaret ediliyor. Özellikle taşıma işinde hava kargo şirketlerine ciddi görevler düşecek. Bu sebeple de bazı hava yolları şimdiden girişimlerde bulunmaya başladı.

        Emirates Hava Yolları da Koronavirüs aşılarının dünyaya dağıtımı için başta Pfizer olmak üzere büyük ilaç şirketleriyle görüşmelere başlamış. Emirates Başkanı Tim Clark, aşıların dağıtım ve lojistik zorluklarını ele almak için Pfizer ve diğer ilaç şirketleriyle çalıştıklarını açıkladı.

        Geçen hafta Pfizer, Alman BioNTech ile işbirliği içinde geliştirilen aşının Kovid-19'u önlemede % 90'dan fazla etkili olduğunu duyurmasından sonra, ABD merkezli Moderna şirketi de Kovid-19'a karşı yüzde 94,5 etkili yeni bir aşı geliştirdiklerini duyurdu.

        İki Türk bilim insanı Uğur Şahin ve Özlem Türeci’nin kurucusu olduğu BioNTech tarafından geliştirilen aşının -70 derece soğuk zincirin korunmasının zorunluğu lojistik ve nakliyede yeni önlemler alınmasını, bunun için yatırım yapılmasını gerektiriyor. Moderna’nın aşısında ise soğuk zinciri içinse -8 derece gerekiyor.

        Şu an ümit veren her iki aşı ve daha sonra ortaya çıkacak diğerleri için çözülmesi gereken en ciddi konu lojistik ve nakliye. Bunun içinde hava kargo şirketlerine ciddi görevler düşüyor. Bunlardan birisi de Türk Hava Yollarının hava kargo markası Turkish Cargo. AirCargo News Awards 2020’de, Avrupa’nın en iyi hava kargo markası seçilerek “Best Cargo Airline – Europe’’ ödülüne layık görülen THY’nin de bu dönemde ilaç şirketleriyle gerekli girişimleri yapmasının tam zamanı.

        Emirates Başkanı Clark, eğer Kovid-19 salgınını önlemede -10 veya -5 derece soğuk zinciriyle taşınabilecek yeni aşılar gündeme gelirse onları daha erken zamanda taşıma şansları olacağını belirtmişti. Bu yönde de haberler geliyor. Bakalım THY Yönetim Kurulu Başkanı İlker Aycı bu konuyla ilgili nasıl değerlendirme yapacak?

        Formula 1 devam eder mi?

        Formula 1 devam eder mi?
        0:00 / 0:00

        Türkiye bu sıkıntılı salgın sürecinde çok önemli bir organizasyonu anlının akıyla yaptı. Şansımızda yaver gitti ve pistin kaygan olmasının zafiyeti yağmur yağmadığı için karşımıza çıkmadı. Bu duruma gündeme taşıyacak olumsuz bir hadise yaşanmadı. Bu organizasyonu iyi bir zamanlamayla Formula 1’in yeni patronajıyla konuşup Türkiye’ye getiren Intercity Yönetim Kurulu Başkanı Vural Ak’ı tebrik etmemiz gerekiyor. Bu başarı ona ait.

        Türkiye’nin tanıtımıyla birlikte bir sürü badire atlattığımız tarihi günlerde yurtdışındaki algımıza da süper katkı sağladı. Teşekkürler Vural Ak. Bu yarış sayesinde Lauda Air’i de kurmuş olan, Atilla Doğudan’a Do&Coisimli

        ikram şirketini kurmasında ilham veren efsane Formula 1 Pilotu Niki Lauda’nın hayatını anlatan Rush filmini de oturup izledim.

        Yarışların yapıldığı İstanbul Park’ın yapımını üstlenen TOBB ve İTO’yu işletme modeli geliştiremedikleri için zamanında çok eleştirmiştim. Bu boşluğu da Intercity iyi doldurdu. Vural Ak da girişimci ruhu ve zekasıyla bu işin devamını getirecektir.

        Diğer Yazılar