Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İlk yazıda Türkiye ekonomisinin tasarruf açığını ve bunun beraberinde getirdiği sorunları tartışmaya çalıştım. İkinci yazıda bu kırılganlıkları tamir etmek için geçilmek istenen yeni yapıyı tarif etmeye çalıştım. Son yazıda ise bu yeni düzenin yeni finansal mimarisini aktardım.

        Bugün ise yeni ekonomik düzenin olası devam yollarını ve yolun devamında karşılaşabileceklerimizi konuşmak arzusundayım.

        *

        Yeni ekonomik düzenin tarihi bir dönemin ardından geldiğini görmemiz gerekiyor.

        Nedir tarihi olan?

        Türkiye ekonomisi 2001 dahil olmak üzere hiç yaşamadığı bir üretim sorunu ile karşılaştı. Sanayi üretimi çeşitli sebeplerle tepki üretmekte zorlandı. Şirketler hiç olmadıkları kadar borçlu hale geldiler. Dövizdeki değer kayıpları ile TL’nin reel değeri 2000’lerin de gerisine gitti.

        Bu sebeple adına konabilecek bir kriz yaşanmamış olsa bile ekonomik faaliyette kimi açılardan 2001 krizi ve 2008 küresel krizine oranla çok daha derin yaralar açıldı.

        Böylesi bir sistemden çıkarken dış ilişkilerde sorun yaşayan ülkenin dövizdeki düşük oynaklık, vergilerde enflasyonu azdırmayacak bir paletten seçim yapması ve düşük faiz ortamını tercih etmesi anlaşılabilir.

        Yeni yapının en büyük getirisi, fiyat oluşumlarını ve makro oynaklığı bir süreliğine en iyi şekilde kontrol edebilmektir.

        Dış dünyadan sermaye çekme isteği ve ihtiyacı da düşük olduğu için eko-politik tercihler daha cesurca yapılabilir.

        Yurt içinde üretme niyeti ve dış satımı özendirme iştahı sayesinde cari dengenin daha az sorun olması için bir fırsat sunuyor olabilir.

        Diğer yandan, yukarıda bahsettiğim özel şartlardan ötürü elde edilen cari fazla, yavaşlayan enflasyon, banka bilançolarındaki bozulmanın durması ve makro istikrarın ne kadarı değişim kaynaklı bunu bilmek oldukça güç.

        Buradan hareketle, ileri dönük hedeflerin altını tam olarak doldurmak artık ‘yapmaktan ve yerine getirmekten’ geçiyor.

        *

        Yeni sistemin olası güçlü yönlerini saydıktan sonra potansiyel riskleri de konuşmak gerekiyor.

        Sistemin belki de dayanak noktası düşük faizlerden geçiyor. Keza devam yolunu bilmediğimiz ancak başı özellikle düşük faizlere dayanan bir sistem bu. 2 şey için önemli düşük faiz. Tüketimin istenen sektörlerde devam edebilmesi için. Şirketlerin batık oranlarını düşürüp çarkları döndürebilmek için.

        Kısacası, düşük faiz hayati önemde.

        Düşük faizin belkemiği ise düşük enflasyon > düşük oynaklığa sahip kur ilişkisinde saklı. Bu yüzden de döviz kuru yarı yönetilir bir biçimde piyasada belirleniyor. Kamunun döviz kurundaki bandı ihracat yara almasın diye rekabetçi tutması gerekiyor; aynı zamanda da kurdaki kayıpları finansal endişe ve enflasyon yaratmayacak kadar talep ediyor.

        Bunu sermaye akımlarının tam serbest olduğu bir ortamda yapmak mümkün değil. Aslında yarı serbest olduğu ortamda da yapmak zor. Sistemin belkemiği burada. TL’ye güveni az olan tasarruf sahiplerinin dövizleri bu kez ters bir etki yaratıyor. O dövizlerin oluşturduğu zorunlu karşılıklar ve konu oldukları swap işlemleri TCMB rezervlerini besliyor. O rezervler de kurun bandını belirlemede kamu bankaları tarafından ‘çift yönlü olarak’ kullanılıyor.

        Böylesi bir yapıda sistemin zorlanacağı nokta 2 türlü. İlki, bankalara olan güvenin azalması ve nakit döviz talebi ile karşılaşmaları durumu. Diğeri ise ülkeden varlık satışı ile döviz çıkması. İkincisinin belli bir mertebeye kadar yönetilebileceği unutulmamalı. Keza ihracatçı dövizi ile BOTAŞ’a yapılan döviz satışlarını netleştirdikten sonra geriye 20 milyar dolardan fazla imkan kalıyor.

        Yeni düzenin bir başka potansiyel sorunlu alanı ise uzun vadeli problemlere değinmiyor oluşu. Yabancı sermayeye daha az ihtiyaç duyarak ve daha düşük mertebede liberal bir yapı kurgulayarak uzun vadeli potansiyel büyümeye negatif katkı yapıyor olabiliriz. Bunu henüz bilmiyoruz. Bunu sermaye piyasaları ile aşmak kısmen bir yo olabilir. Ne var ki bu da uzun vadeli bir değişim ve kültür yenilenmesinden geçiyor.

        Oldukça uzun konuyu kısaltarak, son problemi işsizlik olarak sayabiliriz. Bu, uzun süredir boğuştuğumuz bir problem. Yüksek büyüme ile kapattığımız açığımız, yeni düşük büyüme döneminde karşımıza daha büyük bir sorun olarak çıkabilir. Keza yeni büyüme oranlarımız piyasanın hesap ettiği gibi %3’lerde gezecekse işsizlik uzun vadede artacak demektir.

        Yeni yapı ve çözümler ile zaman kısa vadede lehimize işlerken uzun vadede karşımızda dikiliyor.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar