Soma bir insan hakları ihlalidir
SOMA faciasının ilk günü yazdıklarımı hatırlayanınız var mı?
Başlığım, "300 ölü, 76 milyon yaralı" idi.
O sırada açıklanan kayıp sayısı 157 idi.
Bana göre ise 300 kişi hayatını kaybetmişti.
Çünkü Soma'daki tanıdıklar, daha ilk günde bana "sayıyı" vermişlerdi.
Yine o yazıda kömürün oksijenle temas edip kendi kendine yandığını, madenlerde, özellikle de Soma'daki linyit ocaklarında bunun çok sık görüldüğünü, işletmenin buna önlem almamış olmasının affedilemez olduğunu yazdım.
İşçileri kurtarmak için içeriye hava verilmesinin yangını körükleyeceğini ve kurtulma olasılığı olanları bile öldüreceğini anlattım. Madenlerin sorumluluğunun ELİ'de olduğunu hatırlattım. Devletin buraları ELİ, yani Ege Linyit İşletmeleri üzerinden denetlediğini ve bu denetimin doğru düzgün yapılmamış olabileceğini aktardım.
İlk gün, benim masa başında yazdıklarımın hemen hepsi doğrulandı zaman içinde.
Çünkü madencilik zor bir iştir ama "bilinmez" bir iş değildir.
Ay'a seyahat etmek değildir.
Gerekli önlemleri alırsanız, gerekli teknolojiyi kullanırsanız, üretimi artırırken giderleri azaltmak gibi bir hataya düşmezseniz, kolay kolay kaza olmaz.
Olsa da bu kadar can kaybı olmaz.
O acılı günlerde yazmadım ama şimdi yazabilirim.
Maden sahibi, daha önce verdiği bir röportajda, "Üretimi yüzde birkaç yüz artırdığından, masrafları ise yüzde birkaç yüz düşürdüğünden" söz etmiş.
Madencilikte bu mümkündür.
Ama nasıl?
Bunun tek bir yolu vardır.
Daha fazla teknoloji.
Yani kömür üretimini artırmak için maden içinde robotik makineler kullanmaya başlarsanız, kömürü işçiye değil de makineye kazdırırsanız, çalışan sayısını düşürüp mekanik sistemleri artırırsanız üretim artar, ama maliyet düşer.
Yok eğer daha fazla kömürü sadece içerideki işçi sayısını çoğaltarak artırmaya çalışırsanız ve çalışma koşullarını geliştirecek adımları atmayarak maliyeti düşürürseniz kaza olur.
Zaten o olana da kaza denmez.
Bile bile lades olur.
Soma'da olan da budur.
Bile bile lades olmuştur.
Enerji Bakanlığı'nın ilgili kurumlarının, Çalışma Bakanlığı'nın müfettişlerinin bunda çok büyük kusuru olduğu aşikârdır.
Bu tarz bir işletme mantığı, ancak kapitalizmin hiçbir kural tanımadığı 18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılın başında var olabilir. Zaten Başbakan'ın söz ettiği kazalar da o dönemlerde meydana gelmiştir.
Bugün kapitalizmin kalesi olan ülkelerde bile böyle bir işletmeye izin verilmez.
İnsan haklarına saygılı ülkelerde, devletler bu tarz işletmelere izin vermezler.
İzin verirlerse de bedelini öderler.
Havyar mı yiyecekti!
ENERJİ ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız'ı hep doğru düzgün bir adam olarak tanıdım.
Beyefendi, lafını sözünü bilen, AK Parti'ye hâkim olan arogans hastalığına yakalanmamış bir bakan olarak gördüm kendisini.
Maden faciasından sonra da aynı tavrını sürdürdü.
Ama kimse kusura bakmasın, facia sonrası kendisine yapılan övgülere hiç ama hiç katılamayacağım.
Kaza yerine ilk giden bakanmış, gömleğini bile değiştirmeden olay yerinde kalmış, simit yemiş, çay içmiş falan filan.
Peki bunları yapmayıp da ne yapacaktı?
Bakanlığının sorumluluğu altında bulunan bir olay yerine gitmeyecek miydi?
Saat başı kıyafet değiştirip gardırobunun zenginliğini mi gösterecekti?
Soma'da bilini üzerine havyar sürüp onu mu yiyecekti?
Madene hâkim bir tepeye masa kurdurup şampanya mı içecekti?
Taner Yıldız yapması gerekeni, görevini yapmıştır.
Nasıl ki ben yılda 365 gün gazete yapıyorum diye övgü beklemiyorsam Taner Bey de beklememelidir.
Bir bakan ancak, "Görevi döneminde üretim şu kadar arttı ve tek bir kaza bile olmadı" diye övülür.
Kaza yerine gitti diye değil.
Ki zaten onun da övgü beklediğini zannetmiyorum.
Sadece yalakaları durduramamıştır.
Hangi ülkede yayınlanmadı?
FREEDOM House'un raporuna çakanlar farkında mı bilmiyorum ama Başbakanlık Danışmanı Yusuf Yerkel'in Soma'daki müthiş tekmesi, Patagonya'dan Nepal'e kadar dünyanın tüm büyük gazetelerinin birinci sayfasında haber oldu.
Son olarak Himalayan isimli Nepal gazetesinde de gördüm uçan tekmeyi.
Peki o fotoğraf hangi ülkenin büyük gazetelerinin 1. sayfasında yayınlanmadı.
Ben söyleyeyim mi, siz mi tahmin edersiniz!
Evet doğru bildiniz.
"O" ülkenin büyük gazetelerinin hiçbiri bu tekmenin fotoğrafını 1. sayfasında yayınlamadı.
Peki sizce neden?
Fotoğrafta bir haber değeri olmadığı için mi, yoksa Freedom Forum mu?
Bumin'den Yusuf'a
YUSUF Yerkel'in sakatlanmasına neden olan uçan tekmeyi görünce aklıma 54 yıl öncesi geldi.
Mayıs değildi ama nisan ayıydı.
Tam tamına 27 ve 28 Nisan 1960.
İktidarda Demokrat Parti ve İstanbul'da Bumin Yamanoğlu adında bir polis memuru vardı.
Öyle müdür falan değildi. Memurdu ama sıkı Demokrat Partiliydi.
Adnan Menderes, İstanbul'a geldiği zaman "gönüllü" korumalığını yapardı.
Bu yüzden de müdür olmadığı halde çok etkili ve çok yetkiliydi.
İstanbul Üniversitesi'nde 27 Nisan'da başlayan ve 2 gün süren öğrenci olaylarında başrolde de bu Bumin Yamanoğlu vardı.
Bakın rahmetli Ord. Prof. Sulhi Dönmezer o günü anlatırken kibarca nasıl anlatmış Bumin Yamanoğlu'nu:
"Başlarında polis memuru Bumin Yamanoğlu, Polis Müdürü Zeki Şahin var. Bir de Müdür Muavini Yaşar Yiğit. Yaşar benim liseden sınıf arkadaşım. Ellerinde tabanca var hepsinin, hem de açıkta. Ben hemen ona koştum, 'Yahu siz deli misiniz? Burada bir şey patlasa, birisi ölse ne yaparsınız?' dedim. 'Bunlar ihtilal, isyan halinde. Ne yapacağız ya' dedi."
Müdürlerin başında memur Yamanoğlu.
Ve o iki gün boyunca Bumin Yamanoğlu'nun öğrencilere yaptıkları yıllarca anlatıldı.
Nasıl dövdüğü, nasıl vurduğu, hatta bir öğrencinin kulağını nasıl kopardığı...
Yerkel'i görünce aklıma nedense Yamanoğlu geldi.
O gün İstanbul'da Yamanoğlu'nun körüklemesiyle büyüyen olaylarda Turan Emeksiz ölmüştü.
Allah'tan Soma'da böyle bir şey olmadı.
Not: Bunu gençler de bilsin diye yazdım. Hafızamız zayıf. Tarihi hatırlamıyoruz, gençlere de aktaramıyoruz.
En büyük acı
KÖTÜ haberi aldığımda tatildeydim.
Önce bir arkadaşım haber verdi.
Sonra gazeteyi aradım, doğru mu diye sormak için.
Haberleri yoktu.
Yarım saat sonra aradılar, "Doğruymuş" dediler.
Sevgili Begüm Şen ile Adnan Şen'in büyük oğulları, çok acı bir kaza sonucu hayatını kaybetmişti.
Yine böyle bir tatilde Esat Edin'in ve çocuklarının ölüm haberini almış, tatili yarıda kesip dönmüştük.
Yine apar topar İstanbul'a döndük gözyaşları içinde.
Her erken ölümün cenazesi gibi, Alp'in cenazesinde de çok ağır bir keder vardı herkeste.
Başsağlığı dilemek bile çok zordu.
Büyük bir acıyı herkes paylaştı ama Begüm ve Adnan'ı hiçbir şey teselli edemez.
Allah yardımcıları olsun, Allah kimseye böyle bir acı yaşatmasın.
Teşvikiye Camii'nin avlusunda Fenerbahçeli dostlar kadar Galatasaraylıları görmek ise benim tek tesellim oldu.
En azından spor camiası hâlâ acıları paylaşabiliyor.
Çünkü geri kalanı onu bile paylaşamıyor.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Büyümenin bölerek değil birleştirerek mümkün olduğunu anladığımız zaman.