Kardeşin bile kazımadı
BİR yıl kadar önceydi.
Bir akademisyen dostumla sohbet ediyorduk.
Yurtdışında bir konferansa gitmeden önce uğramıştı.
"Ne düşünüyorsun. Türkiye sence nereye gider?" diye sordu.
"Doğu'ya, Doğu'nun kuzeyine gider" dedim.
"O ne demek?" diye sordu.
"Kuzey Kore olmaya gider" diye yanıtladım.
"Yok canım" dedi.
Bir süre önce "Galiba haklısınız" dedi uğradığında.
Dün de mesaj atmış.
"İstanbul'da olsaydınız elinizi öpmeye uğrayacaktım" diye.
O akademisyen, ki aynı zamanda yazardır da, hayatta. İsterse açıklar.
Adını yazıp da "suçuma" ortak etmek istemem.
Bu köşede de yazdım, konuk olduğum televizyon programlarında da söyledim, "İktidar çok sıkışırsa Twitter'ı da yasaklar, Facebook'u da, Youtube'u da, hatta internetin şalterini tümden kapatmayı bile dener. Ama tüm bunları yapsa da engelleyemez" diye.
İşte dün gördük.
Başbakan çıktı, "Twitter'ın kökünü kazıyacağım" dedi.
Üç saat sonra Twitter'ın kökünü kazımaya kalkıştı TİB.
Ne oldu!
Başbakan'ın kökünü kazımaya ant içtiği Twitter'a "yan kapıdan" önce Bülent Arınç girdi, sonra Cumhurbaşkanı.
Çoluk çocuk zaten hiç iplemedi.
Başbakan yasaklattığını zannederken, mahallenin bitirimleri, Twitter'da dalgalarını geçmeye başlamıştı bile.
Twitter dediğin, ağlatarak susturduğun medya patronu, "Alo" diyerek ayar verdiğin, azarladığın yol arkadaşı, ürküttüğün gazeteci değil ki "kökünü kazıyasın".
Twitter dediğin halk.
Yanında zannettiğin de orada, karşında zannettiğin de!
Ve hiçbiri takmadı "kazımanı".
"Kardeşim" diye Çankaya'ya çıkardığın bile.
Sokaktaki "zamane çocuğu" mu takacak.
Arap Baharı'nda sosyal medya iyiydi di mi!
ARAP Baharı günleriydi.
Diktatörlükler altında inleyen Arap halkları ayaklanmıştı.
Tunus'ta Bin Ali'ye, Mısır'da Mübarek'e karşı seslerini çıkarmaya başlamışlardı.
Diktatöre dur demek için bir araya geliyorlardı.
Ellerinde tek bir silah vardı.
Rejimlerin tankına, topuna, tüfeğine, Mübarek'in, Bin Ali'nin iki dudağı arasındaki yasalara karşı tek silahları.
Ellerindeki telefonları, evlerindeki bilgisayarları.
Arap Baharı bir "sosyal medya" baharıydı aslında.
Ve Türkiye'deki "İslamcılar" çok mutluydu, çok umutluydu.
Twitter'ı, Facebook'u hepsi bir özgürlük aracı olarak görüyorlardı.
İnternete yasaklar koymaya çalışan Hüsnü Mübarek'i lanetliyorlardı.
Diktatörlere karşı ayaklanan Arapların sosyal medyayı kullanma biçimi, Türkiye'de bu ayaklanmaların en büyük destekçileri tarafından alkışlanıyordu.
Şimdi ise aynı kişiler Twitter'ı, Facebook'u lanetliyorlar, kazımaya çalışıyorlar, kazımak isteyene destek veriyorlar.
Ben de izleyip gülüyorum.
Twitter yasağı 'Bayrak' şiirinden
BAŞBAKAN'ın Twitter'ın kökünü kazımak isterken, son günlerde çokça diline doladığı Arif Nihat Asya'nın "Bayrak" şiirinden etkilendiğini düşünüyorum.
Çünkü bu şiirin 2. kıtası doğrudan doğruya "Twitter"ı hedef alıyor.
"Saçmalama" demeden önce okuyun lütfen:
"Ey, mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü!
Işık ışık, dalga dalga bayrağım,
Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.
Sana benim gözümle bakmayanın
Mezarını kazacağım.
Seni selamlamadan uçan kuşun
Yuvasını bozacağım."
Yeni bir Gezi arzusu
AÇIK seçik görülen şu ki, iktidar partisi Türkiye'de seçim öncesi gerilimi tırmandırmak istiyor.
Neredeyse "Yine bir Gezi ayaklanması olsa" diye yağmur duası gibi duaya çıkacaklar.
Çünkü yıllardır "karşıtlık" üzerinden yürüttükleri siyasetle başarıya ulaştılar.
Bugün de bunu yapmaya çalışıyorlar ve "Cemaat"i karşıt olarak göstererek bunun üzerinden siyaset yürütüyorlar.
Ancak bu umdukları derecede etkili olmuyor.
Çünkü biraz aklı olan herkes, "İyi de 12 yıldır iyiydiniz. Tüm bu kadroları oralara yerleştirirken, bu kadrolar sizin isteklerinizi yapıp önünüzü açarken iyiydi de, şimdi size yönelik bir operasyon yapınca mı kötü oldular?" sorusunu sorabiliyor.
Bu da karşıtlık etkisini azaltıyor.
Burada yüzde yüzlük bir etki sağlanamayınca bu kez de milliyetçilik ipine sarıldılar.
Bayraklar, gönderler, şiirler havada uçuşuyor ki, Milliyetçi Hareket Partisi bile bu unsurları bu kadar kullanmadı.
Ama o da çok etkili değil. Çünkü Öcalan'ın Nevruz mesajı okunuyor ve araya giren AK Parti reklamı bayrağı göndere çekiyor ve herkes gülüyor.
Öcalan'a ve BDP'ye çaksalar olmayacak, bu ortamda bir de BDP ve PKK ile uğraşacaklar.
O nedenle gerilimi başka yerde, sokakta yaratmak ve sağ oyları korkuyla konsolide etmek istiyorlar.
Ben gerek Berkin sonrası söylemlerde, gerekse Twitter gibi yasaklarda hep bunu okuyorum.
"Ah bir sokağa çıksalar" arzusunu.
'Suriye buraya bulaşır' dedik mi!
BİLİYORUM, bazen kızıyorsunuz "Ben demiştim" demeye ama ülkeyi yönetenlerin "ufuksuzluğunu" da başka türlü anlatmak mümkün mü?
Türkiye, Suriye'de "terör gruplarını desteklerken" burada ne yazdık hep.
"Türkiye'nin en küçük bir tavır değişikliğinde veya Suriye'deki savaşın şu veya bu şekilde bitmesinden sonra bu gruplar Türkiye'yi hedef alacaklardır" demedim mi?
Bu kadar ayan beyan bir gerçeği Türkiye'yi yönetenlere, gözü güç perdesiyle kapanmışlara göstermeye çalışmadım mı?
Aklı başında herkes aynı şeyi söylemedi mi?
Ne oldu.
Önce sınırlarımızda bombalar patladı.
Şimdi artık yavaş yavaş içimize doğru girmeye başladılar.
Ahmet Davutoğlu ve onun ipiyle kuyuya inenler şimdi mutlu mu?
O jandarmanın, o polisin ve o kamyon şoförünün kanı kimin eline bulaştı acaba!
Şimdilik üç kişinin.
Sonrası korkutucu.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Ülkeler için de insanlar için de zenginlikle mutluluğun eşanlamlı olmadığını anladığımız zaman.