2. dereceden utanç ifadesi
MUHALEFETİN ''fezlekeleri okuma mücadelesi"ni geç saatlere kadar izledim önceki gün.
Tabii iktidarın da ''okutmama mücadelesi"ni.
Başbakan'ın dün söylediği gibi, AK Parti fezlekelerde yer alanların, yani ''yolsuzluk iddialarının'' seçimlerden önce ortalığa dökülmesini, ''resmiyet'' ve "aleniyet'' kazanmasını istemiyor.
İddiaları şimdilik ''Dedikodu ve montaj'' diyerek savuşturuyor.
Bu yüzden de seçimden önce halkın önüne gelmesini, diline düşmesini engellemek, hatta kabilse Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar gözlerden ırak kalmasını sağlayabilecek ''komisyona havale'' formülünü gerçekleştirmek istiyor.
İşte bu yüzden iktidar partisinin okutmama direnişi hayati önem taşıyordu ve bu direnişin ön safına TBMM Başkanvekili Sadık Yakut yerleştirilmişti.
Ve ben, TBMM'nin fezleke oturumu boyunca Sadık Yakut'u izledim.
Bunca yılın tecrübesiyle eğer bir nebze olsun siyasetçilerin vücut dilini okumayı öğrenmişsem, açıkça söyleyebilirim ki Sadık Yakut çok rahatsızdı.
Yok yok hasta anlamında söylemiyorum, Sadık Yakut kendisine verilen görevden ve bu görevi yerine getiriyor olmaktan rahatsızdı.
Yüzünde, ''Bu pis işi niye herkesin gözü önünde ben yapıyorum'' ifadesi vardı.
Büyük ihtimalle, ''Bu fezlekelerde benim adım yok. Benimle alakalı tek kelime yok. Bu partide tanıdığım, bildiğim namuslu arkadaşlarımla ilgili bir şey yok. Görüştürtmemeye çalıştığım bu fezlekenin Türkiye'nin ulusal çıkarlarıyla da bir ilgisi yok'' diye düşünüyordu.
Belki de, ''Koluna 700 bin liralık saat takılan ben miyim? Çikolata kutusunda 500 bin dolar bana mı geldi, Zarrab'ın önüne ben mi yattım, gelen rüşvet 10 milyon Euro eksik çıktı diye Zarrab'ı ben mi aradım, para kasaları benim oğlumun yatak odasından mı çıktı?'' diye öfkeleniyordu ve ''Bunların pisliğinin ortaya dökülmemesi için niye ben baraj oluyorum'' diye üzülüyordu.
Hatta Sadık Yakut'un yüzündeki ifadeyi tam olarak tercüme etmek gerekirse "utanıyordu''.
Ben o yüzde ''utanç'' gördüm.
Kendine ait olmayan bir utancı saklamaya yardımcı olmanın 2. dereceden utancını.
Bu dönem öyle veya böyle geçecek.
Sorulmaz zannedilen hesaplar öyle veya böyle sonunda sorulacak.
Hesaplar eninde sonunda verilecek.
Er veya geç.
Ama o utanç hep kalacak.
Herkesin yüzünde.
Hak ettiği kadar...
Temmuz falı
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül'ün son günlerdeki konuşmalarından benim anladığım şudur:
Başbakan ile Cumhurbaşkanı anlaştılar.
Uzun zamandır masa altından hafif tekmelerle süren mücadele uzlaşmayla sonuçlandı.
Cumhurbaşkanı Gül'ün ileriye dönük kariyer planı, iki şıktan oluşuyordu.
a) Çankaya'da kalmak ve devleti en az bir 5 yıl daha temsil etmek.
b) Eğer Tayyip Erdoğan Çankaya'ya çıkmak isterse başbakanlık koltuğuna oturmak.
AK Parti içinden gelen sinyaller ise Başbakan'ın her iki plana da sıcak bakmadığı yönündeydi ve bize gelen sinyaller hiç kuşkusuz ki Abdullah Gül'e de gidiyordu.
Ancak Cumhurbaşkanı'nın söylem ve eylemlerindeki değişimler gösteriyor ki, taraflar Gül'ün ''a'' planı üzerinde uzlaştılar.
Yani Gül, Çankaya'da kalacak, daha doğrusu AK Parti'nin Cumhurbaşkanı adayı olacak.
Kaılp kalmayacağına ise elbette halk karar verecek.
Gül'ün kritik ve tartışmalı onayları, son dönemde AK Parti'ye verdiği destek bunu gösteriyor.
Tabii Gül aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı seçimini düşünerek halka da sıcak mesajlar veriyor ve AK Partili olmayanların veya AK Parti'ye karşı olanların hassasiyetlerini de göz ardı etmediğini, hatta paylaştığını göstermeye çalışıyor.
Bu durum sadece ''sözlerden'' ibaret bile olsa Gül bu mesajları halka iletiyor.
Sadece adaylığını değil, nihai kararı verecek olan kamuoyunu da kolluyor.
Çünkü sadece AK Partililerin oylarıyla Çankaya'da kalmasının artık mümkün olmadığını o da biliyor.
"Bu durumda Başbakan'ın planı ne?" diye sorabilirsiniz haklı olarak.
Görülen o ki, ''Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin karşı karşıya olduğu iç ve dış tehditler olağanüstü bir durum oluşturuyor ve böyle bir durumda ülkeyi ancak usta bir Başbakan ve ustalaşmış bir kadro çıkarabilir'' denilerek 3 dönem kuralı rafa kaldırılacak.
En azından AK Parti kurucular kurulu için.
Kotil: Böyle bir taşıma yapmadık
THY Genel Müdürü Temel Kotil aradı dün.
''THY, Nijerya'ya silah taşıyorsa asıl sorun bu olur. En önemli dinleme kaydı bu'' yazım için.
"Fatih Bey, sizi temin ederim ki böyle bir taşıma yapmadık. Asla da yapmayız'' dedi.
''Peki Sayın Genel Müdür, o kayıt neyin nesi? Orada konuşan kim?'' diye sordum.
Anladığım kadarıyla Temel Kotil'in de bununla ilgili bir fikri yoktu ve o da bilmiyordu.
Sadece, ''Böyle bir şey asla yapmadık'' dedi.
"İnşallah yapılmamıştır böyle bir şey'' dedim.
Kapattık.
Aklımda şu soru kaldı:
''Acaba Genel Müdür'ün bile haberi olmadan böyle bir şey yapılmış olabilir mi?''
NE ZAMAN ADAM OLURUZ
Evini bok götürenler komşunun evini temizlemeye kalkışmadıkları zaman.