Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ÖNCEKİ gece telefonuma gelen mesajdaki internet adresini açıp dinleyince darmadağın oldum.

        Yok yok, doğru kelime darmadağın olmak değil aslında.

        Aslında durumumu anlatacak doğru kelime de belki yok.

        Belki de, yeni bir kavram üretmeyi gerektiren bir durum.

        İdareten "Utandım" diyeyim ya da "İçim kalktı".

        Ses kaydının gerçek mi, montaj mı olduğu mevzuu beni hiç ilgilendirmiyor.

        Büyük ihtimalle kesilip biçilip etkisi artırılacak bir hale getirilmiş bir kayıttır bu.

        Şimdiye kadar hep olduğu gibi.

        "Doğru olup olmaması, montaj olup olmaması önemli değil" demeyeceğim elbette.

        Önemli olmaz olur mu!

        Ama benim içimi kaldıran, utandıran bu değil .

        Ben meselenin başka tarafına bakıyorum.

        "Geçici" değil "kalıcı" olan tarafına.

        Çünkü bu ses kaydından sonra olacakları tahmin edebiliyorum.

        Bu kayıt da, daha önce dinlediğimiz, yıllardır dinlediğimiz tüm kayıtlar gibi ve belki de onlardan daha fazla "içimizdeki bölünmeyi" körükleyecek bir "ürün".

        Bölünen toplumun içindeki fay hatlarını keskinleştirecek.

        Bir kesim bu bandın "yüzde yüz doğru" olduğuna peşinen inanacak, diğer kesim ise "yüzde yüz montaj" olduğuna.

        Kimse sorgulama ihtiyacı dahi hissetmeyecek.

        Sorgulama ihtiyacı hissedenler ise her iki kesim tarafından "düşman" ilan edilecek, "kafası koparılacaklar" arasına yazılacak.

        "Hesap sorulacaklar" listesinde yerini alacak.

        Akıllar yine tutulacak, aklını bir ideolojinin, bir cemaatin, bir siyasetin veya bir inancın emrine vermeyenler yine "en suçlu" olacak. Akıllar biraz daha tutulacak.

        Zekâ ve akıl yine alay konusu, yine suçlama bahanesi olacak.

        Benim içimi kaldıran budur.

        Bu ülkeyi giderek yaşanmaz hale getiren budur.

        Bağımsız kurum var mı ki!

        NORMAL bir ülkede bu kayıtlar bağımsız kuruluşlarda incelenir. Sesler kime ait ve konuşmanın tümü montaj mı değil mi ortaya çıkar. Ama bu Türkiye'de olmaz. Çünkü Türkiye'de hiç kimse bağımsız bir kurum olabileceğine inanmıyor. Buna hükümet de dahil.

        Başbakan Erdoğan, hükümetine bağlı TÜBİTAK'ın da "örgütlenmeye dahil" olduğunu söyledikten sonra bu inceleme nasıl yapılır, kim yapar, beğenmediği sonuca kim inanır bilmiyorum.

        Bence hiç kimse.

        Geldiniz mi dediğimiz yere

        TELEFON dinlemeleri, ortam dinlemeleriyle ilgili tavrım yıllardır ortada.

        20 seneyi aşan köşe yazarlığımın kayıtlı müktesebatına bakanlar bu konuda yıllardır nasıl bir tavır aldığımı görürler.

        Hürriyet'te de, Sabah'ta da, Habertürk'te de.

        Bu rezillik karşısında Ertuğrul Özkök başta olmak üzere üç beş kişi vardır yıllardır bu net tavrı koyan.

        Bugün bu dinlemelerden mustarip olarak en ağır eleştirileri, hatta hakaretleri savuranlar ise yıllarca bu kayıtlar üzerinden siyaset yapmakta hiçbir beis görmediler.

        "Başkaları" dinlenir ve bu dinlemeler üzerinden başkaları "itibarsızlaştırılırken" ellerini ovuşturdular.

        Onlarca popüler davanın binlerce sanığı montajlardan, komplolardan bahsederken kulaklarını değil akıllarını tıkadılar.

        Toplumun da buna aklını tıkamasını istediler, tıkamayanın kulağını elleriyle kapattılar.

        Deniz Baykal'ın kasetleri patladığında "şehvetle" güldüler.

        O görüntüleri bile "genelleştirdiler" (Şimdi Deniz Baykal'ın görüntülerinin "ilk olarak" hangi internet sitesinden yayınlandığını bile unutmamızı istiyorlar.)

        Şimdi ise bu dinlemeleri lanetliyorlar.

        Ben ve benim gibi bir avuç gazeteci ise durduğumuz yerde duruyoruz.

        Yasadışı dinlemelerin "şerefsizlik" olduğu konusundaki fikrimiz hiç değişmedi.

        Yasal dinlemelerin "yasal amacı"dışında kullanılmasını da aynı oranda "lanetledik" hep.

        Ve o gün bize gülenler, bize kızanlar şimdi aynı yere geldiler.

        Umarım sadece kendileri için değildir.

        Umarım herkes içindir.

        Hükümet, İlhan Cihaner'den özür diler mi?

        YILLAR önce Türkiye'nin gündeminde önemli bir dava vardı.

        Almanya'da başlayan ve Türkiye'de devam eden bir yolsuzluk hikâyesi.

        Meşhur Deniz Feneri davası.

        Dava başladıktan kısa bir süre sonra davaya bakan savcılar, "dosyalarda tahrifat yaptıkları" iddiasıyla davadan alındılar.

        Sanıkların ne ceza almalarına imkân kaldı, ne de aklanmalarına.

        Savcılar içinse zorlu bir süreç başladı.

        Görevden alındıkları yetmiyormuş gibi bir de haklarında dava açıldı.

        "Dosyada ve soruşturmada tahrifat yapma" iddiasıyla.

        Yıllardır süren dava dün sonuçlandı.

        Ve savcılar beraat ettiler.

        Yani "aklandılar".

        Tahrifat falan yapmamışlar, sadece işlerini yapmışlar.

        Bunu ben demedim, adalet söyledi.

        Deniz Feneri sanıkları "aklanmadan" kurtuldular, savcılar ise "aklanarak".

        Şimdi bu savcılardan özür dilenecek mi?

        Tabii bir de İlhan Cihaner var hatırlarsanız.

        İlhan Cihaner, Erzincan'da görev yaparken "Gülen Cemaati hakkında soruşturma yürüttüğü" için çok ağır suçlamalarla görevinden alındı, ağır hakaretlere uğradı. Mesleğini bırakmak zorunda kaldı.

        Kimbilir belki de milletvekili olmasa hapse bile düşecekti.

        Şimdi İlhan Cihaner'in o gün yürüttüğü soruşturmadaki iddialardan çok daha ağır iddiaları aynı Cemaat'e yönelik olarak hükümet ve o gün İlhan Cihaner'e ağır hakaretler eden bazı gazeteciler getiriyor.

        Acaba "hükümet" ve "o gazeteciler", İlhan Cihaner'den de özür dileyecek mi?

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Başkalarına yaptığımız kötülükler kendi başımıza gelmeden ölmediğimizi unutmadığımız zaman.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar