Cemaat ve cesaret
CEMAAT'in dershaneler kapatılmamalı talebini, bir "kitle örgütünün", bir "sivil toplum organizasyonunun" talebi olarak görmek istiyorum aslında.
Kendileri açısından hayati olarak görebilirler, yaptıkları hizmet açısından vazgeçilmez olarak algılayabilirler ve dershanelerin kapatılmasına karşı çıkabilirler.
Bu onların en doğal, en tabii hakkıdır.
Türkiye'de her sivil toplum organizasyonunun kendi açısından sakıncalı gördüğü şeylere "karşı çıkma", "tepki gösterme" hakkı vardır.
Mesela Gezi'de yüz binlerce insan ağaçların kesilmesine, parklarının ellerinden alınmasına, hayat tarzlarına yönelik tehdit algısına ve daha bir yığın şeye karşı çıktılar, sokağa döküldüler.
Dayak yediler, gaz yediler, ilaçlı su yediler, kör bırakıldılar, kötürüm bırakıldılar ve öldürüldüler.
"Hayati haklarına sahip çıkmak" böyle bir şeydir.
Cemaat ise dershanelerin kapatılmasını "hayati" gördü.
Olabilir. Onlar için hayatidir. Karışamayız.
Ama buna karşı tepkilerini "Gezi eylemcileri" gibi gösteremediler.
Kitlenin gücünü kullanamadılar.
Gaz yemeye, ıslanmaya, coplanmaya, gözünü kabetmeye cesaret edemediler.
Oysa diğer demokratik kitle örgütleri gibi, sivil toplum örgütleri gibi yapsalardı, "hizmet"e bağlı olduğunu söylediklerini milyonları sokağa dökselerdi.
Yürüyüş yapsalardı.
Gösteri yapsalardı, dershanelerin önünde kendilerini zincirleselerdi, ağaca, çiçeğe, böceğe, hayat tarzına sahip çıkan gençler kadar olabilselerdi kimsenin onlara diyecek tek kelimesi olmazdı.
Kitlenin gücünü kullanmak yerine, devlet içindeki güçlerini kullanmaya kalktılar.
Sıcak koltuklarından kalkıp sokağa inmektense, gerçek anlamda bir demokratik yol izlemektense başka türlü bir mücadeleyi seçtiler.
Halkla devlet mücadelesi yerine "devletle" "devlet" mücadelesi görüntüsü verdiler.
Bu da onlara çok ciddi biçimde sempati kaybettirdi.
Ve ne yazık ki, çok ciddi yolsuzluk iddiaları olması gerektiği gibi gündem olamadı.
Toplumun büyük bölümü açısından bu kavga "iki haksızın" mücadelesi gibi algılanmaya başlandı.
Diğer bir bölümü açısındansa "kardeş kavgası".
Merkel'e sorulmayan soru
BAŞBAKAN Erdoğan'la Almanya Başbakanı Merkel'in basın toplantısını izleyen gazetecilerin Merkel'e bir soru sormasını bekledim.
Sormadılar.
Soru şuydu:
"Sayın Merkel, yanınızda oturan meslektaşınız Türkiye Başbakanı Erdoğan, Türkiye'de Gezi olayları ile başlayan ve 17 Aralık süreciyle devam eden dönemle ilgili olarak Batı ülkelerini suçluyor. Özellikle de sizin ülkenizi. İstanbul'a yapılacak olan 3. havalimanının Frankfurt Havalimanı'nın işlerini etkileyeceğini ve THY'nin de Lufthansa'nın pazar payını kapmasından rahatsız olan Almanya'nın Türkiye'ye, Türk hükümetine komplo kuranların başında yer aldığına inanıyor, danışmanları da bunu her yerde söylüyorlar. Türkiye'yi siz mi karıştırıyorsunuz?"
Yapmayız
MAIL'ler geliyor, sağlı, sollu.
Bir kısmı "Neden bu dinlemeleri haber yapmıyorsunuz" diyor, diğer kısmı "Neden şu dinlemeleri haber yapmıyorsunuz".
Bunları da yapmıyoruz, şunları da yapmıyoruz, çünkü yapmıyoruz.
Var mı itirazınız!
Yapmayacağız da.
Ne birini, ne de diğerini.
Bu gazeteyi gerçekten okuyanlar bilir, biz "dinleme kayıtlarını" haber yapmayız.
Hiç yapmadık.
Ergenekon döneminde de yapmadık, Balyoz döneminde de, hiçbir dönemde yapmadık.
İddianame haline gelip mahkeme tarafından kabul edildiğinde yaparız ancak ki, onda bile vicdanımızı sızlatan deneyimlerimiz vardır.
Biz "dinlemelere karşıymış gibi görünüp" sonra işimize gelenleri kullanıp işimize gelmeyenleri "saklayanlardan" olmadık hiç.
O yüzden bunları haber yapmayız.
İnsanlığımızı kaybetmeye niyetimiz yok bizim.
İster oradan servis edilsin, ister şuradan fark etmez.
Bizim için yok hükmündedir onlar.
At yalanı sevsinler inananı
HAKAN Şükür bir televizyona konuşmuş.
Bir cümlesine takıldım.
Milletvekili Hakan Şükür banka genel müdürünün evinde ayakkabı kutularında bulunan 4.5 milyon doları eleştirmek için demiş ki, "25 yıl Galatasaray'da, Torino'da, İnter'de futbol oynadım. 4,5 milyon dolarım yok".
Elbette ki, bir banka müdürünün evinde ayakkabı kutularında 4.5 milyon dolar bulunması rezaletin daniskasıdır da, Hakan Şükür'ün sözleri de "palavranın" daniskasıdır.
Hakan Şükür, futbolculuğu döneminde anasının ak sütü gibi helal büyük paralar kazanmıştır.
4.5 milyon dolardan çok daha fazlasını kazanmıştır.
Ha bu paraları har vurup harman savurduysa, yediyse, batırdıysa bilemem ama Şükür'ün 4.5 milyon dolardan çok daha fazla varlığa sahip olduğundan hiç kuşkum yok.
"Evimde nakit 4.5 milyon dolarım yok" diyorsa bir şey diyemem.
İzan sahibi kimsenin evinde böyle bir para olmaz.
Ama Şükür'ün futboldan kazandığı emin olun çok daha fazladır.
Yorumculuğu döneminde Lig TV'den aldığı para bile pek çok vatandaşımızın ömrü boyunca kazanabileceği paradan fazladır.
Dava henüz bitmedi
İKTİSAT Bankası'nın eski sahibi Erol Aksoy bir mail yollamış.
Hafta sonunda banka davalarının 2'si hariç tamamlandığını duyurmuştum ya, ona itirazı var.
"Davaların mahkeme aşaması bitti ama Yargıtay aşaması henüz bitmedi. Bu yüzden bu davalar tamamlandı diyemeyiz" diyor.
Haklı.
Yargıtay aşaması bitmeden suç sabit değildir.
Bu arada Erol Aksoy, 8. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki davasında bilirkişilik yapan Mustafa Laz ve Recep Aslan'ın TMSF ile parasal ilişki içinde bulunduğunu tespit etmiş.
Bunu da yargıya taşıyacakmış.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Her birimizin evladının bir gün Ali İsmail olabileceğini unutmadığımız zaman.