Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        HEP siyaset, hep siyaset yazmaktan sıkıldım.

        Sizin de sıkıldığınızı tahmin ediyorum.

        Zaten üzerimizde kış kasveti. Bir de grip salgını.

        Bir de memleketin hali.

        Hepten keyifsiz haldeyiz.

        En iyisi bugün köşeye bir fıkrayla başlamak.

        Gerçi siz şimdi bu fıkrayı okuyunca, "Ulan yine siyaset yazmışsın" diyeceksiniz ama ben bir fıkra yazıyorum sadece.

        Gerçi "Fıkra sadece fıkra değildir" demek de mümkün ama isteyen istediği gibi anlasın.

        İşte size günün fıkrası:

        Kayseri eşrafından uyanık, işbilir, tonton amca yaş ilerleyince "Ölmeden bir hac vazifesini de yerine getireyim bari" diyerek hacca gitmeye karar vermiş.

        Hayli sempatik, hayli mütedeyyin hanımı "Ben de gelmek istiyorum" deyince karı-koca tutmuşlar Mekke'nin yolunu.

        Haccın kurallarından biri de şeytan taşlama.

        Bizim Kayserili amca ve hanımı, şeytan taşlamak için Mina'ya varmışlar.

        Ama yerden topladığı küçük taşları şeytana doğru fırlatırken, hanımı aşka gelip önce küçük taşları, sonra daha büyük taşları, en sonunda da koca koca kaya parçalarını şeytana fırlatmaya başlamış.

        Bunu gören Kayserili amca, hanımının elini tutmuş.

        "Napıyorsun öyle" demiş.

        Hanımı, "Ne yapacağım, namussuz şeytana taş atıyorum" demiş.

        Kayserili amca tecrübeli.

        "Bak hanım" demiş, "Senin bu taşladığın şeytan var ya, cennetten kovulmadan önce Allah'ın en sevdiği meleğiydi. Sonra Allah'a isyan edince kötü oldu, biz onu şeytan bildik. Ama daha kıyamete çok vakit var. Bakarsın o zamana kadar barışırlar. Sen yine şu küçük taşlardan at. Sonra kıyamet günü pişman olma".

        Fıkra bu.

        Ama isterseniz siyasi anlam yüklemek serbest.

        Herkes kendi meşrebince...

        Hesap meselesi

        DÜN "Savcılık en azından Uludere'de 34 kişinin ölümünden kimin sorumlu olduğunu ortaya çıkardı. O günden beri ortaya çıkmayan emri kim verdiği sorusunun yanıtı belli oldu. Emri, Genelkurmay Başkanı Özel bizzat vermiş" diye yazdım.

        İki farklı tepki geldi.

        İlk tepki daha bildik.

        "Ölen 34 kişiden sanki masum insanlarmış gibi bahsediyorsunuz. Onlar orada piknik yaparken değil, kaçakçılık yaparken öldürüldüler" diyen bildik, klasik tepki.

        Doğru, suçsuz değillerdi, kaçakçılık yapıyorlardı. Ama kaçakçılığın cezası ölüm mü bu ülkenin yasalarında.

        Hem de yargılamadan, mahkemeye çıkarmadan tepelerine bomba atarak ölüm mü kaçakçılığın cezası.

        Kaçakçı ise yakalarsın, yargılarsın, üç sene mi beş sene mi neyse cezasını verirsin.

        Ama öldürmezsin.

        Kırmızı ışıkta geçmenin de cezası var. Kırmızı ışıkta geçen otomobile polis bazukayla ateş açsa, "O da kırmızı ışıkta geçmeseydi" mi diyeceksin.

        İkinci tepki de aslında çok yabancı değil.

        Onlar da "İyi de kardeşim dosya kapanmış. 'Soruşturmaya gerek yoktur' denmiş. Emri Genelkurmay Başkanı vermiş de ne olmuş, Genelkurmay Başkanı'ndan hesap soran mı var" diyorlar ki, bu tepki de çok yabancı değil.

        Onlara verilecek yanıtım da şu:

        Evet, şu an için Genelkurmay Başkanı'na hesap sorulmayabilir ama sorumluluğunun askeri yargı tarafından tescillenmiş olması önemli. Bugün hesap sorulmayabilir ama bir gün hesap sorulur. Güneydoğu'da onlarca insanın ölüm emrini veren Albay T. bugün hesap vermiyor mu, yanına bile yaklaşamayacağınız insanlar bugün hapiste değil mi, Mehmet Ağar girip hapis yatmadı mı?

        Kayda geçti ya bir kere, bir gün birisi hesabını sorar.

        Gün olur devran döner.

        Keser döner sap döner.

        Ben bu sofradan hesap vermeden kalkan görmedim.

        Masadan 4 kollu ile götürülmediği müddetçe.

        Merak buyurmayın, döner

        HÜKÜMET kanadının HSYK'da yapmak istediği değişiklik herkesin dilinde.

        "Yargı bağımsızlığı ortadan kalkacakmış."

        Bana göre meselenin iki yönü.

        Türkiye'de zaten yargı bağımsızlığı falan asla olmadı, bu değişiklikle olmayan bağımsızlık iyiden iyiye ortadan kalkacak belki ama bu sadece "bağımlı" yargının "daha da bağımlı" hale gelmesine neden olacaktır.

        Ama eğer bu ülkede hâlâ bir nebze "Anayasa'ya saygı" diye bir şey varsa, bu değişikliğin Anayasa Mahkemesi'nden dönmesi kaçınılmazdır.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Dün önünde eğildiği savcının bugün üzerinde tepinenlere asla güvenmemek gerektiğini anladığımız zaman.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar