Vicdanına bağlı bir yargı mensubuyla sohbet
DÜN bir yargı mensubuyla sohbet ettik biraz.
Şucu, bucu değil.
Pırıl pırıl bir hukuk adamı.
Yıllarını “adalete vermiş”.
Tek aidiyeti vicdanına olmuş.
“Neler oluyor Fatih Bey?” dedi.
“Olan biten sizin oralarda oluyor. Siz daha iyi bilirsiniz” dedim.
“Vallahi biz olan biteni anlamıyoruz. Belki siz anlıyorsunuzdur” dedi.
“Bizim de bir şey anladığımız yok. Bir yanda ciddi bir yolsuzluk iddiası var ki, üzerine gidilmesi, iddialar doğru ve kanıtlıysa sorumluların hesap vermesi lazım. Ama diğer yandan da devletin içinde bir örgütlenme varsa, birtakım güç odakları devlet otoritesini kendi başlarına kullanmaya başladıysa onun da engellenmesi lazım. Kimsenin devleti kendi çıkarları için kullanmaması lazım. Kimsenin güç sarhoşu olmaması lazım” dedim.
“Sizin durumunuz zor. Görüyorum ki, tarafsız olmaya çalışıyorsunuz. Ama en zoru da bu galiba” dedi.
Sonra kendi durumlarını anlattı.
“Yargı mensupları olarak ciddi sıkıntıdayız. Sürekli olarak üzerimize şucu bucu yaftası yapıştırılmaya çalışılıyor. Bir davada bir karar veriyoruz. Memnun olmayan taraf, şucu diyor. Bir süre sonra başka bir karar alıyoruz bu sefer diğer taraf, bucu diyor. İki tarafın da memnun olmadığı bir karar alırsak ‘Sosyal demokrat zaten’ diyorlar. ‘Yahu bu adam hâkim. Vicdanıyla karar almıştır, delillere bakmıştır’ diyen yok. Bundan daha kötüsü vatandaş da bize artık güvenini kaybetti. Bunu hissediyoruz. En sıradan davada bile vatandaşın bizim eğilimimizi ölçmeye çalıştığını hissediyoruz. Bizim nereye mensup olduğumuzu, kime yakın olduğumuzu anlamaya, çözmeye çalışıyor, sonra ona göre bir tavır içine girmek istiyorlar. Artık kimse bizim adalet dağıttığımızı, önce delillere sonra vicdanımıza bakarak karar verdiğimizi düşünmüyor, inanmıyor.”
“Bu ne zamandır böyle?” diye soruyorum.
“Uzun zamandır böyle. Eskiden de hâkimlerin devletten yana olduğu yolunda, hâkim görüşten yana olduğu yolunda bir halk inancı vardı zaten, ama şimdi bundan daha çok hangi safta yer aldığımızı sorguluyor vatandaş. Adalete inanç sıfıra inmiş durumda. Özellikle de son birkaç yılda bunu net görüyoruz” diyor.
“Peki ne olacak?” diye soruyorum.
“Bilmiyorum” diyor.
“Huzurumuz yok. Uykumuz yok. Eşimle konuşuyoruz bazen. Bırakmayı düşünüyorum. Bırakıp avukatlık yapmak istiyorum. Pek çok arkadaşımız da aynı durumda.”
Kapatıyoruz.
Hem çok üzülüyorum.
Hem de çok rahatlıyorum.
Üzülmemin nedeni Türkiye’nin içine düştüğü durum.
Rahatlamamın nedeni ise bambaşka.
Yalnızlık hissim azalıyor.
Yalnız değilim.
Hanım sultan zannetmiş
ETHEM Sarısülük davası görülürken savcının uyuklaması, hem sosyal hem de bildik medyada kıyamet koparmıştı.
Mahkeme başkanı, savcısını savunmuş ve “Uyumuyordu. Televizyon seyrediyordu” demiş.
Bu durum bana anneannemin anlattığı bir hikâyeyi hatırlattı.
Geçmiş zamanda, padişahın biri dalkavuğuna emir vermiş.
“Bana öyle bir şey yap ki, özrü kabahatinden büyük olsun” demiş.
Dalkavuk “Emredersiniz padişahım” demiş ve o sırada önünde yürüyen padişahın poposuna bir parmak atmış.
Padişah hiddetle geri dönmüş ve “Bre densiz sen ne halt ettin?” demiş.
Dalkavuk “Özür dilerim padişahım, ben sizi hanım sultan zannetmiştim” demiş.
Mahkeme başkanının, savcıyla ilgili savunması da tam budur.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Devlet içindeki kavgayı Twitter’dan takip edemediğimiz zaman.