Döndüm çok şükür
SEVGİLİ okurlar, birkaç günlük zorunlu aradan sonra döndüm çok şükür.
“Yüzde yüz iyileştin mi?” derseniz, nerdee!
Ama sıkıldım.
Yazmadan duramıyor insan.
O nedenle doktorumun “İki-üç gün daha dinlen” demesine aldırmadan işbaşı yaptım.
Bu arada “Geçmiş olsun” mesajı iletenlere çok teşekkür ediyorum.
Hele hele bazılarına çok güldüm.
“Seni sevmem, ama yazılarına alışmışız bir kere. Bir an önce iyileş de dön” şeklinde “Geçmiş olsun” dilekleri beni çok eğlendirdi.
Sağ olun...
Zaten ben de beni sevin diye yazmıyorum.
Sevin veya sevmeyin ama okuyun diye yazıyorum.
Sevgi peşinde koşsam, gazeteci değil, komedyen olurdum.
Cem Yılmaz şahidimdir, o konuda da hiç fena değilim aslında.
Neyse uzatmayayım.
Aslına bakarsanız, birkaç gündür Tivnikli’nin “becerdikleri” üzerine epey çalıştım.
Bolca rakam, bolca hesap, bolca isim.
Emin olun işin içinden çıkmak güç.
Bugüne niyetim Abdullah Tivnikli’nin işleri üzerine yazmaktı.
Ancak sabah bir kalktım ki, ortalık toz duman.
Bakanların çocukları dahil olmak üzere, bazıları zaman zaman bu köşeye “konuk olmuş” pek çok anlı şanlı işadamı gözaltında.
Ergenekon’da imzası olan ekipler, yeni bir operasyon başlatmışlar.
Belli ki, yıllar yöntemleri pek değiştirmemiş.
Yine sabah emniyette toplanan polisler, zarflar içinde dağıtılan operasyon bilgileri ve adresler, büyük bir gizlilik.
Yöntemler bu kadar aynı kaldıysa belli ki, yine aynı şekilde devam edecek.
Yani tahminim o ki, aynı Ergenekon’da olduğu gibi “dalgalar” göreceğiz.
Olan biteni görünce Tivnikli yazılarını bir süre erteleme kararı aldım.
“Niye?” diye soracak olursanız.
Ortada yürüyen, yürütülen bir operasyon var, benim Tivnikli ile ilgili yazdıklarımın bu ortamla bağlantılandırılmasını açıkçası istemiyorum.
Ortalık bir durulsun.
Yine yazarız.
Belgeler bende, Tivnikli orada oldukça...
NOT: Başlıktaki Şükür’ün Hakan’la bir alakası yoktur.
Kuvvetler ayrılığı bu mu ola!
YİNE operasyonlu günlere uyanıyoruz anlaşılan.
Bu seferki operasyon “yemekhane”den başlamış.
Operasyona katılacak emniyet mensupları, sabahın 5’inde İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün yemekhanesinde toplanmışlar ve orada kendilerine kapalı zarflar içinde operasyon yapılacak yerlerin bilgileri dağıtılmış, hemen ardından da baskınlar yapılmış, gözaltına alınacaklar alınmış.
İçişleri Bakanı’nın bile operasyondan haberi olmadığına göre, belli ki İstanbul Emniyet Müdürü’nün de haberi olmamış.
Vakti zamanında dönemin müdürü Celalettin Cerrah, “Benim de haberim yoktu” derdi de inanmazdık.
Meğer olabiliyormuş...
Eskinin operasyonlarına kızanlar dün keyifli, eskinin operasyonlarını övenler dün tedirgindi.
Operasyon önemli, operasyon büyük.
Ancak operasyonla ilgili olarak yapılan yorumlar “güzel ve yalnız ülkem” açısından “üzüntü” verici.
Dün bütün gün resmi, yarı resmi ve gayri resmi açıklamaları dinledim, sosyal medyada operasyonla ilgili tepkileri izledim, dijital matbuatta yapılan yorumları okudum.
Çok ama çok üzüldüm.
Niye mi? Anlatayım.
Hiçbir yerde, tek satır bile olsa “Türkiye’de yargı harekete geçti. Savcılar harekete geçti. Temiz eller operasyonu başladı” gibisinden bir yorum, bir yazı, bir haber görmedim.
Siyasiler dahi tüm yorumcular, başlatılan operasyonu “Hükümet-Cemaat” ya da “AK Parti-Hizmet” çekişmesinin ya da hesaplaşmasının bir adımı olarak görüyorlardı.
Kimse “yargı” demiyordu, kimse “emniyet” demiyordu.
Kimsenin aklında “Kuvvetler ayrılığı prensibi çalışıyor” cümlesi yoktu.
Herkesin söylediği “Cemaat harekete geçti” idi.
Galiba Türkiye’deki “kuvvetler ayrılığı prensibi” bundan böyle bu şekilde algılanacak.
Vay o kuvvetlerin arasında kalanın haline!
O bilmez, büyükleri bilir
BİZİM takımın eski kaptanı, büyük futbolcu Hakan Şükür milletvekili olunca hem şaşırmış hem de normal karşılamıştık.
Hatta “Spor Bakanı da olur” diyenler çoktu.
Ancak Şükür, Spor Bakanı olmaktansa, spor yorumcusu olmayı tercih etti.
Hem de “Başbakan’ın özel izniyle”.
“Milletvekili nasıl televizyonlarda yorumculuk yapar, nasıl halkı temsil eden adam, başı devletle dertte bir patronun maaşlı adamı olur?” yorumları yapıldı, kızıldı, öfkelenildi.
Tabii daha çok muhalifler.
İktidara yakın duranlar ise “Ne var canım bunda?” noktasında durdular.
Tam o günlerdi galiba, Hakan Şükür Türk siyasi hayatının önemli demeçlerinden birine imza attı.
BDP’li milletvekillerinin TBMM Genel Kurulu’nu protesto etmeleri hakkında fikri sorulan Şükür, “Ben bilmem büyüklerim bilir” yanıtıyla tarihe geçti ama aslında bir yandan da Türkiye’deki siyasetin “püf noktasını” açık eden ilk vekil oldu.
Bu arada Şükür, milletvekilliğinde değil ama spor yorumculuğunda bayağı bir aşama kaydetti.
Bayağı iyi yorumlar yapmaya başladı.
Hele hele Tümer Metin gibi ne dediği anlaşılmaz, ne söylediğini bilmez biriyle karşı karşıya oturunca iyi bir spor yorumcusu olup çıktı.
Ve sonunda AK Parti’den istifa eden Gülen’e yakın ilk milletvekili oldu.
Bunu da açıkça söyleyerek gitti.
Bir kez daha “Büyüklerim bilir” sözünden ayrılmadı.
Şimdi bakalım spor yorumculuğundaki durumu ne olacak?
TMSF, Hakan Şükür’ün 2. işvereni olmayı sürdürecek mi?
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Dönem beceriklilerinin bir sonraki döneme asla kalmadığını unutmadığımız zaman.