Ruhsuz yönetim ruhsuz takım
GALATASARAY, Real Madrid’e 4-1 yenildi.
Geçen yıl İstanbul’da neredeyse kupa dışına itebileceği bir oyunla ezdiği Real Madrid’den 10 gol yedi bizimkiler.
Üstelik de 4-1 yenildiği Real Madrid, Real Madrid’in B takımı.
Dahası maçın neredeyse üçte ikisini 10 kişi oynayan bir Real Madrid B takımı.
Bu mudur Galatasaray?
Evet budur!
Ünal Başgan’ın Galatasaray’ı budur.
Ünal Aysal, Galatasaray’a tepeden inme başkan olmaya heveslendiğinde, camia ortalıkta başkası da olmadığı için onu Galatasaray’a başkan yapmayı kabul etti.
Ama camianın bilenleri biliyordu ki, Ünal Aysal’da Galatasaray Başkanlığı’nı yapacak kapasite yok.
O yüzden de “bilenler”, Ünal Aysal’ın yanına bazı isimleri monte ettiler.
İlki Ali Dürüst’tü. Galatasaray’ı bilen, camiayı tanıyan, kulübü yöneten, saygın bir Galatasaraylı.
İkincisi Abdurrahim Albayrak’tı.
Camia açısından eleştirilebilecek tavırları vardı belki ama futbolcuları biliyor, Florya’nın havasını değiştirebiliyordu.
Bu ikili yanlarına Fatih Terim’i de aldı.
O da Galatasaray’ı biliyordu.
Galatasaraylıydı.
Ve bu üçlü Galatasaray’ı 2 yıl üst üste başarılara taşıdı.
Bihaber Başgan Ünal Aysal da bu başarıların onurunu ve sevincini yaşadı.
Ama Başgan’ın yanındaki “işe yaramaz zevat”, Ali-Abdurrahim-Fatih üçlüsünden rahatsızdı.
Başgan’ı doldurdular.
Başgan da önce Terim’i atmaya kalkıştı.
Atamadı.
Ali Dürüst engel oldu.
Bunun üzerine kongre yaptı, Ali ile Abdurrahim’i attı.
Tek başına kalan Terim’in başarılı olması zaten imkânsızdı.
Sonunda o da gitti.
Mancini diye bir teknik direktör bulunup getirildi.
İyi teknik direktör mü?
İyi tabii ki!
Ama tek başına ne yapabilir ki!
Daha önce Rijkaard gelmişti.
O yapabildi mi?
Mancini de geldi ama başarılı olamıyor.
Olamayacak da!
Çünkü Ali Dürüst ve Abdurrahim Albayrak’la birlikte Galatasaray’ın ruhu da gitti.
Çünkü Başgan’da bu ruh zaten yok, ama çevresindeki kompleksli adamlarda da yok.
Onlar ancak kongre kulisi, Lisecilik yapmayı bilirler.
Ama Galatasaray’ı bilmezler.
Yönetimde ruh olmayınca, ne hocada, ne de takımda ruh oluyor.
Ruh olmayınca da bu kadar oluyor.
Ünal Aysal kulübün başında kaldığı sürece daha kötülerine de tüm Galatasaraylılar hazır olsun!
Not: Fenerbahçeli bir arkadaşım, Drogba’nın eli göğsünde bir fotoğrafını yollayıp “Sağ ol, biz yedik de geldik” diye yazmış. Ben de ona şöyle bir cevap yazdım: “Oğlum sizi sofraya bile oturtmuyorlar.”
Büyükle küçük ortak olamaz
THY büyük hayallerle partner olduğu Lufthansa’dan kazık üzerine kazık yiyor.
THY’nin gelişmesinden, büyümesinden rahatsız olan Alman havayolları, THY ile yaptığı tüm anlaşmaları birer birer rafa kaldırıyor.
Bunda şaşılacak hiçbir şey görmüyorum.
Bir kişi veya kurum kendisinden güçlü, kendisinden daha fazla imkânlara sahip bir başka kurum veya kişiyle işbirliği yaparsa, sonuç genelde böyle olur.
Ya büyük kurum küçük kurumu yutar, yok eder...
Ya da küçük kurum zorlu lokma çıkar, bu işbirliğinden daha fazla kazanç elde eder veya bu işbirliğiyle gücünü artırırsa büyük kurum küçük olanı ya kapı dışarı eder veya ortadan kaldırmaya çalışır.
Bu tarih boyunca hep böyle olmuştur.
Büyük olan küçükle işbirliği yaparak şu mesajı vermeye çalışmıştır aslında:
Fazla büyümeye çalışma, kanatlarımın altında yaşa, gücünü beni rahatsız etmeyecek şekilde ve benim lehime kullan. Benim gücümü kendi lehine kullanmaya asla yeltenme.
Küçük olan taraf buna razı olduğu sürece bu tür işbirlikleri sürer.
Ama eğer küçük olan büyüğün gücünden de faydalanıp kendini olduğundan daha güçlü hissetmeye başlarsa ve bundan aldığı özgüvenle hızlı bir biçimde güçlenip büyürse büyük gücün bundan rahatsız olması kaçınılmazdır.
Lufthansa ile THY ilişkisi de belli ki Lufthansa tarafından bu prensiplerle kurulmuştu.
Ama THY, Lutfhansa’dan daha cevval çıkıp onun pazarına girince, ondan müşteri çalınca ve Lufthansa’dan daha hızlı büyüyünce “öküz öldü”.
Çocukları Kuran kursuna mı yollayalım?
DÜN SBS’nin yerine yapılacak olan sınavlardan ilki gerçekleştirildi.
Geçen hafta, “Yahu bu sınavda diğer derslerle aynı ağırlıkta din sorusu olur mu?” demiştim ya.
Halt etmişim.
Din soruları, diğer derslerin sorularından daha da ağır çıktı.
Uzmanların hemfikir olduğu konu, “din dersi sorularının çok zor olduğu” yolundaydı.
Pek çok öğrencinin din dersi sorularını yanıtlamakta güçlük çektiğini zannediyorum.
Benim bu sınav sistemi ve soru tercihlerinden anladığım şudur.
Bundan böyle bu sınavda başarılı olmak isteyen çocukların aileleri, çocuklarını “Kuran kursuna” da yollamak zorunda kalacaklar.
Yoksa normal bir okulda bu denli teferruatlı din dersi sorularının altından kalkmak mümkün değil.
Galiba sonunda çocuklara Cübbeli Ahmet Hoca’dan ders aldırmak zorunda kalacağız.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
İnançlar sınav konusu olmadığı zaman.