Eşref Bitlis suikastını da aydınlatın
AHMET Özal aradı dün.
"Rahmetli babamla ilgili yazdıkların çok doğru. Biz Turgut Bey'in zehirlendiğini iddia ettiğimiz zaman bize inanmayanlar şimdi herhalde haklılığımızı anlamışlardır" dedi.
Dayanamadım sordum.
"Peki Ahmet, neden şüphelendin de böyle bir mücadele başlattın? Böyle bir şüphen vardıysa niye baban öldüğü gün bu meseleyi gündeme getirip otopsi ve daha derin bir inceleme başlatmadın?"
"Senin yüzünden" deyince şaşırdım.
"Benim ne kabahatim var" dedim.
"Hayır. Bir suikast olabileceğine senin sayende inandım" dedi.
Yine anlamadım.
Anlattı:
"Hatırlıyor musun, 1998 yılıydı. Babamın 5. ölüm yıldönümüydü. Sen bir program yaptın. Orada uzmanlar, tanıklar konuşturdun. O gün babamın bir suikasta hedef olduğuna kesin olarak kanaat getirdim. O günden sonra bu işin üzerine kararlılıkla gitmeye başladım. Her kapıyı çaldım. Bana 'Niye bu işi kurcalıyorsun?' diyen herkese de senin yüzünden olduğunu söyledim. Hâlâ da söylüyorum. 'Turgut Özal'ın bir suikast sonucu öldürüldüğü ortaya çıkmışsa bunda en büyük pay Fatih Altaylı'nındır. O bu işin üzerine o zaman gitmeseydi bu konu açılmayacaktı' diyorum. Geç oldu. 19 yıl gecikmeyle oldu ama sonunda şüphelerimizde haklı olduğumuz anlaşıldı."
Allah biliyor ya, o program benim hafızamdan tamamen çıkmıştı.
Ahmet Özal söyleyince hatırladım.
O dönem Özal'ın yakınında bulunanlarla, Adli Tıp uzmanlarıyla ve Semra Hanım'la konuşarak detaylı bir dosya hazırlamış ve Özal'ın bir suikasta kurban gitmiş olma ihtimalinin yüksekliğini ortaya koymuştuk.
Devlet kararlılıkla üzerine gidince haklı olduğumuz anlaşıldı.
Aynı dönemde yapmış olduğum bir başka program vardı.
O da aynı dönemde ve büyük ihtimalle Turgut Özal'ın öldürülmesine neden olan gerekçeye paralel bir gerekçeyle suikasta uğramış olma ihtimali yüksek bir isim daha var.
Dönemin Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis.
Eşref Bitlis de özel uçağının olmayacak bir biçimde düşmesi sonucu hayatını kaybetmişti.
Bu ölüm de en az Özal'ınki kadar büyük sırlar barındırıyor.
O dönemde konuştuğumuz tüm uzmanlar, uçağın düşürüldüğü konusunda hemfikirdi. Çok önemli bir uzman, uçağın yakıt deposundan motor girişine çok ince bir boru döşendiğini ve uçağın bu boru vasıtasıyla motora püskürtülen yakıtın patlaması sonucu düştüğünü anlattı.
Ama o gün bugündür hiçbir işlem yapılmadı. Üreticinin kaza raporu asla ortaya çıkmadı. Bu kazanın üzeri kapatıldı gitti. Özal'ın bir suikasta kurban gittiği artık netleştiğine göre, Türkiye Cumhuriyeti Devleti şimdi de "Eşref Bitlis suikastını" aydınlatmak zorunda.
Geçmişle gerçek bir hesaplaşma ancak böyle yapılır.
Gerisi kandırmacadır.
Mimari rezalet kenti
MURAT Bardakçı dün Atatürk Kültür Merkezi'nin çirkin bir bina olduğunu yazınca epey bir hakarete maruz kaldı.
Yıllardır yazdığımı tekrar etmekte beis yok, ben de AKM'nin pek şık bir bina olduğunu düşünmüyorum.
Ama benim derdim Atatürk Kültür Merkezi'yle sınırlı değil.
Ben İstanbul'da Osmanlı'dan bu yana kalıcı, düzgün, şık bir bina yapıldığını da düşünmüyorum.
Bugün hâlâ kentin en güzel binaları, mimari eserleri diye camileri ve en yenisi 150 yıllık sarayı gösteriyorsak ve Cumhuriyet döneminde, 90 yıl boyunca İstanbul'a bir tane bile "anıt bina" dikememişsek bu bizim ayıbımızdır.
İstanbul, kendine has bir mimarisi olmayan, çirkin binaların yana yana dizilmesinden oluşmuş bir şehirdir.
Sadece Boğaz'a baktığımız zaman bile eski yalıların ne kadar güzel, yeni yalıların ise ne kadar çirkin olduğunu algılayabiliriz.
Ne kamu, ne de özel sektör İstanbul'da bir mimari güzellik ortaya koyamamıştır.
Tabii burada mimarlar kadar belediyelerin ve sivil toplum örgütlerinin de suçu vardır.
Kentin imarını sadece imar planı, emsal metrekare üzerinden tartıştıkları için estetik değerler bir kenara bırakılmış, hiçbir bina metrekaresi dışında "façade" ya da dış görünüm açısından tartışılmamıştır.
Belediyeler imar izni verirken binanın mimari değerine, estetik anlayışına, yapıldığı bölgenin ruhuna uyup uymadığına asla bakmamış, İstanbul'u dünyanın en çirkin mimarisine sahip en güzel kenti haline getirmişlerdir.
Chicago gibi tamamı "mimarlık müzesi" sayılan kentleri bir yana bırakın, bedevi Arap başkentleri bile mimari açıdan İstanbul'dan çok öne geçmiştir.
Bu yüzden Murat Bardakçı'ya gerçekleri söylediği için küfretmek ayıptır.
Küfredilmesi gereken, İstanbul'u elbirliğiyle bu hale getirenlerdir.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
İşimizi yapmamak için bahane üretmektense işimizi yapmanın daha kolay olduğunu anladığımız zaman.