Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        CEZAEVİNDE eylem yapılır.

        İnsani bir eylem türü olmamakla beraber açlık grevi de yapılabilir.

        Ama cezaevinde yapılan eylemler "cezaevi koşulları" ile ilgili olabilir ancak.

        Cezaevinde, siyasi talepli eylem yapılmaz, yapılırsa da hiçbir haklılığı olmaz.

        O zaman cezaevlerindeki tüm hırsızlar "Hırsızlık suç olmaktan çıkarılsın" diye eylem yapsa, onları gören katiller de "Adam öldürmek suç olmaktan çıkarılsın" diye eylem yapsa nasıl olur!

        Olur mu?

        Hele hele yıllardır Türkiye'nin Türk-Kürt çocuklarını kendi çıkarı için gözü kapalı ölüme yollayan birisi için açlık grevi, ölüm orucu hiç yapılmaz.

        Ölüm oruçlarına katılan çocuklardan birinin babasının söylediği lafın üzerine laf söylemek zaten mümkün değil.

        "Öcalan niye açlık grevi yapmıyor da bizim çocuklarımızı ölüme yolluyor" dedi Kürt baba.

        Haklı mı?

        Sapına kadar haklı.

        Öcalan keyif yapacak, Türk çocukları, Kürt çocukları ölecek.

        Yıllar önce Öcalan, cezaevinde niye eylem yapmadığı konusunda eleştiriler alınca bir açıklama yapmıştı ve "Bu tür eylemleri kaba bulduğunu" açıklamıştı.

        Kendisi için "kaba bulduğu" eylemi, el âlemin çocuklarına yaptırmakta, onları ölüme yollamakta hiçbir sakınca görmüyor Öcalan.

        Öcalan elini sıcak sudan soğuk suya sokmayacak, yüzlerce genç onun için ölüme yatacak.

        Tam Hacivat-Karagöz durumu.

        Kürt milliyetçileri Öcalan'ın tavrını, kimliğini, kişiliğini ve fikrini sorgulamadığı müddetçe, daha çoook genç ölecektir; Türk'üyle, Kürt'üyle çok analar, babalar acı çekecek, ağlayacaktır.

        Sadece Öcalan "mutlu" olsun diye.

        Çok farklı olurdu

        ÇANKAYA Köşkü'ndeki Cumhuriyet Bayramı resepsiyonunda uzun uzun sohbet ettiğim Başbakan Erdoğan'a, "Komutanlar bu kez eşleriyle birlikte Çankaya'ya geldi. Bu tablo bundan 10 yıl önce ortaya konsa Türkiye bugün farklı bir yerde olur muydu?" diye sordum.

        "Hiç kuşkusuz çok farklı bir noktada olurduk" dedi.

        Ben de aynı kanaatteyim.

        Eğer Türk Silahlı Kuvvetleri'nin komuta kademesi 27 Nisan Muhtırası yerine böyle bir tavır sergilemeyi tercih etmiş olsaydı bugün Türkiye ve Türkiye demokrasisi çok farklı bir yerde olurdu.

        Toplum tercihleri mecrasında akar, siyaset kendi yatağında yol alırdı.

        Kılıçdaroğlu fırsatı tepti

        CHP İstanbul İl Başkanı Oğuz Kaan Salıcı, Cumhuriyet Bayramı törenlerinde bir "halt" etti.

        Oradaki askerlere dönerek, "Cumhuriyet'i siz koruyamadınız, biz koruyoruz" dedi.

        Bu cümle demokrasi tarihimizin, hatta siyasi tarihimizin en "abuk" lafı olarak tarihe geçti.

        "İhaleci" anlayışın en tipik örneği olarak.

        Cumhuriyet'e sahip çıkmak anlamsız bir laf olarak algılanmadığı sürece, bu lafları edenler çıkacaktır.

        Oysa aslolan Cumhuriyet değildir... Demokrasiyle taçlanmayan Cumhuriyet bir halt değildir.

        Aslolan "demokratik cumhuriyettir".

        Ve demokrasileri korumak, o demokrasilerde yaşayan halkın işidir, askerin değil.

        Hatta işin aslı, dünyanın pek çok yerinde askerler genelde "demokrasileri" değil "otokrasileri" korumuşlardır.

        Halk tarafından korunmayan demokrasi, demokrasi falan değildir. Halkın uhdesinde ve korumasında olmayan bir demokrasi geçici olarak demokrasi olarak görünse bile bir çocuğa verilmiş değerli bir hediyedir ve çocuk o hediyenin değerini bilmediği zaman elinden alınıp rafa kaldırılacak bir oyuncaktır.

        Bu yüzden de Salıcı'nın lafı laf değildir.

        Gelelim Kemal Kılıçdaroğlu'na.

        İstanbul İl Başkanı, genel başkanının eline çok güzel bir koz vermiştir.

        Kılıçdaroğlu bu kozu kullanarak İstanbul İl Başkanı'nı "demokrasiye yakışmayan" bu sözleri nedeniyle görevden alarak şahane bir mesaj verme fırsatını tepmiş, kozu kullanamamıştır.

        Bu kozu kullanamayan bir genel başkanın kürsülerden haykırdığı "Darbe karşıtıyız" sözü, samimi bile olsa, sadece laf olarak kalmaya mahkûmdur.

        Cumhuriyet'e söv, balosuna katıl

        BENİM de program yaptığım Habertürk TV'de acayip laflar ediliyor.

        Önce Esra Elönü diye bir kadın, "Atatürk'ü sevmiyorum" dedi.

        Sanki soran varmış gibi, sanki önemi varmış gibi.

        Emin olun önemsemedim.

        Ve kendi kendime şöyle dedim: "Kızım Atatürk hayatta olsa, o da seni sevmezdi. Sakın yanlış anlama, başın örtülü olduğu için değil, o başta örtüden başka bir şey olmadığı için."

        Eksantrik olma uğruna her türlü şeyi söyleyen ve tutarsız, çelişkili fikirleri aynı anda savunabilen birinin bırakın Atatürk'ü, herhangi bir şeyi sevip sevmemesinin pek de önemli olmadığını düşünüyorum.

        Önceki akşam ise önemsediğim bir insan, Sırrı Süreyya Önder Cumhuriyet'e sövüyordu.

        Kendisine yakışmayacak kadar siyasi bilinçten yoksun bir tavırla.

        Cumhuriyet'in demokrasi yönünün zayıf kaldığını söylese belki haklı olacaktı ama o toptancı bir tavırla Cumhuriyet'e sövmeyi tercih etti.

        BDP'li Sırrı Süreyya Önder ekranda Cumhuriyet'e söverken, BDP'li belediye başkanları Cumhuriyet Bayramı törenlerini "protesto" ederken, Çankaya Köşkü'ndeki davette BDP'nin önemli isimleri birlikte fotoğraf çektiriyordu.

        Bunu da anlamak mümkün değildi.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Gazetecinin muhalif değil, eleştirel olmak zorunda olduğunu meslektaşlarımız anladığı zaman.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar