Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ACABA insan "bakan" olunca, kendini "her şeyi bilmek" ve "her soruya yanıt vermek" zorunda mı hissediyor.

        Yoksa bu bizim ülkeye ve bizim "bakanlara" mı mahsus bir durum.

        Memlekette yıllardır durum budur ama son zamanlarda ya da son yıllarda iyice göze batmaya başladı bu "bakanlık hali". Bir konu var...

        O sırada konuyla uzaktan yakından ilgisi olmayan bir bakan ya gazetecilerin karşısında ya da televizyonda canlı yayında.

        Muhabir veya programcı, bakanı da bulmuşken o "konuyu" soruyor.

        Birkaç istisna hariç bakanlar hemen yanıt veriyor.

        "Konu benim konum değil. İlgili arkadaşlara sorun" demek yok.

        "Henüz bilgim yok. Detaylar belli olsun, o zaman bir açıklama yapılır veya yaparım" demek yok.

        "Bu konuda bir şey söylemeye kendimi yetkili görmüyorum" demek yok.

        Hemen bir şey söyleyiveriyorlar.

        İşin aslını esasını bilmeye gerek duymadan, gazetecinin verdiği kulaktan dolma bilgiye dayanarak beyanatı patlatıyorlar.

        Sonra da açığa düşüyorlar.

        Ya konu farklı bir biçimde gelişmiş oluyor ve bakanın söylediği anlamsızlaşıyor ya da Baş-bakan'dan veya ilgili bakandan mecburi bir düzeltme geliyor, açıklamayı yapan "ilgisiz" bakan zor duruma düşüyor.

        Bu sefer de başlıyor lafı eveleyip gevelemeye, kıvırmaya.

        Son "konu", Erzurum'a inen Ermenistan uçağı.

        3 bakan konuyla ilgili sorulara yanıt verdi.

        3'ünün söylediği de bambaşka.

        Hangisinin söylediği doğru, hangisinin söylediği Türkiye'nin politikası, hangisinin söylediği hükümetin fikri bilmemiz, anlamamız mümkün değil.

        Sonra da suçlu medya, her şeyi çarpıtan medya.

        Bölgeleri tartışmalıyız

        BDP'li milletvekilinin PKK'lı teröristlerle kucaklaşmasını "Aaaa" diyerek hayretle karşılayanlar BDP Kongresi'ni izledi mi acaba?

        Orada olanların dağda terörist kucaklamaktan aşağı kalır yanı var mıydı?

        Öcalan posterleri, ölen PKK'lılara saygı duruşu, kucaklaşmaktan daha mı önemsizdi!

        Üstelik kucaklaşmak bireysel tavır, orada söylenenler ise parti tavrı.

        O zaman da demiştim "Niye şaşırdınız!" diye.

        Tekrarlamaya gerek yok.

        BDP Kongresi'nde olan biten saçmalıkları, yukarıda saydıklarımı bir kenara koyup bir değerlendirme yapmak istiyorum.

        Zırvaları ve rezillikleri bir kenara atınca, kongreden benim aklımda kalan tek cümle şu oldu: "15-20 bölgeden oluşan özerk yönetim öneriyoruz."

        Bunu söyleyenlerin "kimliklerini" ve içlerinden bazılarının "tıynetlerini" bir kenara bırakırsak, bu cümlede "çok da kabul edilemez" ne var?

        Bence kabul edilemez hiçbir şey yok.

        "Olmalı" dediğim bir durum değilse de "Neden tartışmayalım" diyebileceğimiz bir öneri söz konusu.

        Türkiye bugün 7 coğrafi bölgeye bölünmüş durumda.

        Peki bunu kim böldü ve ne zaman bölündü bir fikriniz var mı? Bu "bölgeleri" 1941 yılında Ord. Prof. Besim Darkot başkanlığında, içinde yabancı uzmanların da olduğu bir kurul belirledi.

        Konuyla ilgili bir uzman, "O günün şartlarında oldukça başarılı sayılabilecek bu ayrımda, günümüz teknoloji ve imkânları göz önüne alındığında pek çok eksik ve hataların olduğu görülmektedir. Bugün çoğu akademisyen bu bölge ayrımının sırf yetersizliğinden dolayı yeniden yapılması noktasında aynı görüştedir" diyor.

        Bu bölgelerin yeniden belirlenmesinde bence hiçbir sakınca olmadığı gibi "fayda" vardır.

        Sadece etnik değil, kültürel, ekonomik, gereksinim, gelişmişlik düzeyi, iklim ve hatta inanç gibi etkenler göz önüne alınarak bu bölgeleri yeniden değerlendirmek ve sayısını artırmayı tartışmak Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu bir meseledir.

        Eğer gerçekten Türkiye'yi 21. yüzyıl boyunca idare edecek ve hatta 22. yüzyıla taşıyacak bir Anayasa yapmayı planlıyorsak, bu meseleyi tartışmadan Anayasa yapmak, kısa süre sonra yeni bir Anayasa ihtiyacını da beraberinde getirecektir.

        Mağdura dava

        BİLGİ Üniversitesi'nde bir öğrencinin "tez konusu" olarak pornografik bir film çekmesi, bir ara gündemimizi hayli meşgul etmişti.

        Şimdi bu çocuklar hakkında hapis istemiyle dava açılmış.

        Ben hayatımda bu kadar "abes" bir dava duymadım.

        Yaptıklarını onaylayıp onaylamamak benim işim değil.

        Okulu ve yaşları itibarıyla ailelerini ilgilendiren bir konu.

        Ama bildiğim şu ki, öğrenciler bu işi "ticari" maksatla yapmamışlar.

        Çektikleri tez filmini çoğaltıp yayınlamamışlar, piyasaya vermemişler.

        Ticari maksat dışında da çoğaltıp yaymamışlar.

        Ama film birileri tarafından ele geçirilmiş ve okul içinde belirli bir grup tarafından izlenmiş.

        Burada bu filmi çeken çocuklar ve oyuncular "sanık" değil "mağdur" olmuşlar.

        Mağdur olana dava açıldığını da böylelikle görmüş olduk.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Cezaevlerinde mahkemelerin verdiğinin dışında ceza uygulanmadığı zaman.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar