Suriye'dekiler hangi dinin mensubu?
ABD ile Irak operasyonuna katılmamız söz konusu olduğu zaman ben ve birkaç kişi daha, "Biz bu operasyonda olmalıyız. Olmazsak güneyimizde bir Kürt devleti kurulur.
Bu devlet bizim için uzun vadede risk yaratır. ABD ile operasyona dahil olursak Kuzey Irak'ta PKK'ya alan bırakmayız. Girmezsek orada PKK çok rahat eder" diyorduk.
AK Parti'nin önemli bir bölümü bu tezkereye "Evet" dediği halde muhalif CHP'nin ve bazı AK Partililerin muhalefeti nedeniyle tezkere Meclis'te çoğunluğu almasına
rağmen içtüzük nedeniyle geçersiz oldu ve Irak operasyonuna katılmadık.
Bu operasyona katılmamamız, Türkiye'deki İslamcı kesim tarafından mutlulukla karşılandı.
"Müslümanların öldürülmesinde rol alamazdık" dediler ve Meclis içtüzüğünün bu sonucunu büyük keyifle karşıladılar.
Girmemiz mi iyi olurdu, girmememiz mi iyi oldu bence hâlâ tartışılır ama asıl tartışmak istediğim bu değil.
Şimdi güney komşularımızdan bir diğerinde, Suriye'de bir iç kargaşa hüküm sürüyor.
Belki yarın buraya yönelik uluslararası bir operasyon da söz konusu olacak, bilmiyoruz.
Ancak Irak'a "Müslümanların öleceği bir operasyonun içinde biz olmamalıyız" diyerek girmemize karşı çıkanların neredeyse tamamı şimdi tam tersi bir havada.
Şu anda oradaki taraflardan birini destekleyerek akan kanın daha da artmasına katkıda bulunmamız yetmiyormuş gibi, yanımıza birini katabilsek Suriye'ye yarın dalmaya hevesli görünüyoruz.
O zaman da insanın aklına şu soru geliyor: "Suriye'deki Müslümanlar Müslüman değil mi?"
Ya da "Irak'taki Müslümanlar, Suriye'dekilere oranla daha mı fazla Müslüman'dı".
Bu sorunun yanıtını bilmiyorum.
Çünkü benim için insanlar arasında din ayrımı yapmak söz konusu değil.
Ölen kişinin din hanesinde ne yazdığı benim değil, ahiret gününün sorusu.
O yüzden de bu sorunun "bugünkü yanıtını" merak ediyorum.
Anlamayanlar için sorumu tekrarlayayım:
"Suriye'deki Müslümanlar Müslüman değil mi?"
Kaba saba bir toplum
FARKINDA mısınız bilmiyorum ama zannediyorum ki, siz de çevrenize bakınca bunu görüyorsunuz.
"Höt zöt", Türk insanının genel tavrı olmaya başladı. Yumuşaklıktan, sorunları insani ilişkilerle çözme arayışından, beşeriyetten, medeniyetten, zarafetten ve kibarlıktan giderek uzaklaşıyoruz.
Giderek daha kaba saba, saflaşmış ve yumruklar sıkılı halde dolaşıyoruz.
Son yıllarda toplumsal olarak genel tavır haline getirdik bu durumu.
Bakın mesela spor kulübü başkanlarının ve yöneticilerinin tavırlarına. Sürekli bir höt zöt. Rakip kulüplere, rakip taraftarlara, kendi taraftarlarına, kendi sporcularına karşı sürekli bir "gayri insani tavır".
Yönetici öyle de futbolcu farklı mı?
Gazeteciye "Seni evinden aldırırım" diyen de futbolcu, kendi taraftarıyla yumruklaşan da.
Tabii kendi oyuncusunu yumruklayan taraftar da artık bizde.
Golf gibi en yumuşak, en sakin sporun federasyon başkanı gidiyor gazeteciye kafa atıyor. Onlar öyle de bürokrat farklı mı? En üst düzeyinden en küçük memuruna kadar herkeste bir kibir ve karşısındakini önemsememe hali. Önemsemese yine iyi, bir de posta koyma durumu. Bürokrat öyle de vatandaş farklı mı? Onun da bürokrata, memura tavrı aynı.
Bir saygısızlık, hadi onu geçtim bir sevgisizlik hâkim her şeye.
Geçer akçenin kabalık, küstahlık, tepeden bakma olduğunu zanneden bir hale geldik. Nedenini çok merak ediyorum. Neden böyle olduk!
Hülya Avşar zannettiğim kadar değilmiş
HÜLYA Avşar'ı önemserdim. Geçmişte yaptıklarını. Uzun süredir önemli bir şey yapmadan hâlâ konuşulur ve popüler olmasını önemserdim.
Güzelliğinden de öte bir sermayesi olduğunu düşünürdüm.
Zeki olduğuna, akıllı olduğuna inanırdım.
Bu yüzden de Altın Portakal Ödülleri'nde jüri başkanı olmasını gayet normal karşıladım.
"Zeki kadın, akıllı kadın, bunun da altından kalkar" dedim.
Hülya Avşar kendisini Altın Portakal Jüri Başkanı yapanları da "batırdı" üstelik.
Avşar'ı oraya başkan yapmak bence yerinde ama riskli bir karardı.
Fakat ben Hülya Avşar'ın "zekâsını kullanarak" bu işin altından kalkacağını ve kendisini eleştirenleri haksız çıkaracağını düşünüyordum.
Entelektüel olmasa bile entelektüeli oynayacağını, özgürlükçü, modern bir tavır alacağını umuyordum.
Öyle yapmadı.
Elbette sanatsala değil popülere daha fazla prim vermesi normal sayılacaktı.
Ama orada çağdışı bir tavır takınacağını hiç düşünmemiştim.
Festivale katılan
filmler arasında ensest meselesini ele alan bir film vardı.
Cinsellik içermeden ensesti ve sapkınlığı irdeleyen bir film.
Sinema için toplumsal bir meseleyi ele almak normaldi. Bunun biraz sarsıcı olması da olağandı.
Hülya Avşar bunu anlamadı.
Hadi anlamadı, rol yapabilir, anlamış gibi görünebilirdi.
Onu da yapamadı.
En ilkel, en basit tavrı takındı.
Jüri başkanı değil de sansür kurulu başkanı gibi davranmaya başladı.
Filmi yasaklatacağını, festivalden attıracağını, filmi psikologlara inceleteceğini söyleyerek "popüler" olma fırsatı yakaladığını düşündü.
Böylesi bir popüler olma arayışının kendisini vasatlaştıracağını göremedi, çözemedi.
Popülist, muhafazakâr bir partinin milletvekili adayı gibi davranmayı tercih etti.
Var olduğunu düşündüğüm zekâsına uygun hareket etmedi. Akıllıca da davranmadı.
Onu zeki ve akıllı zanneden benim gibi pek çok kişiyi yanılttı.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Allah katında sorulacak soruları dünyada sormadığımız zaman.