Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BAŞBAKAN Erdoğan, Suriye ile ilişkileri değerlendirirken "Hazır ol cenge, sulh u salah istiyorsan" dedi.

        Cümle âlem de "Eski bir deyiş" diyerek geçiştirdi meseleyi.

        Basınımızın ve yorumcularımızın "Eski bir deyiş" dediği cümle aslında Abdülhak Molla'ya ait.

        Daha doğrusu Abdülhak Molla'nın Latince'den Osmanlıca'ya çevirdiği bir cümle.

        Çok bilinen orijinali Latince.

        1700 yıl önce söylendiği şekliyle, "Si vis pacem para bellum".

        Basitçe, "Barış istiyorsan savaşa hazır ol".

        Ama Abdülhak Hamit'in dedesi Abdülhak Molla öyle güzel çevirmiş ki, Latince'si gölgede kalmış.

        Başbakan Erdoğan da Abdülhak Molla'nın çevirisini kendine göre değiştirmiş aslına bakarsanız.

        Molla'nın yazdığı orijinal cümle tam olarak şöyle:

        "Bu mesel ile bulur cümle düvel fevz ü felah

        Hazır ol cenge eger ister isen sulh u salah"

        Latince'sini aratmayacak kadar güzel bir çeviri.

        Tabii bu çok bilinen "Si vis pacem para bellum" cümlesinin bir de farklı versiyonu var.

        O da der ki: "Si vis bellum para pactum."

        Yani "Savaş istiyorsan anlaşmak istiyormuş gibi görün".

        Bu söz Napolyon Bonaparte'a atfedilir ama onun değildir. En azından böyle bir kayıt yoktur.

        Ama Amerikan Kongresi'nde yüzyılın başlarında kullanıldığı bilinir.

        Yani bir Amerikan politik sözüdür.

        Ve bu da bana nedense Dışişleri Bakanı'mız Ahmet Davutoğlu'nu hatırlattı.

        Dışişleri Bakanlığı koltuğuna "Komşularla sıfır sorun" diyerek oturduğu gün çok da uzak değilken, bugün üç komşumuzla "savaş noktasına" gelince "Acaba Davutoğlu bu sözü mü kendine şiar edindi" diye düşünmeye başladım.

        Sonuç olarak Başbakan'ımız "Si vis pacem para bellum" diyor.

        Davutoğlu'nun politikası ise "Si vis bellum para pactum".

        Taban tabana zıt görünse de, biri diğerini engellemiyor.

        Gözü doyurmak zor

        BEYKOZ Konakları'nda evlere eklenen "kış bahçeleri" yıkılacakmış.

        Kış bahçesi dediğin, evin yanına yapılan ve evden geçişi olan ekstra oda.

        Metal veya ahşap konstrüksiyondan yapılıyor ki, "bina gibi" görünmesin.

        Aslında bahçe mahçe değil, ekstradan oda, ekstradan salon.

        Ben bizim milletin bu "ev genişletme" derdini anlamam.

        Hani küçük, daracık bir ev olur, sığabilmek için balkonu kapatır eve katarsın falan onu anlarım da, böyle koca koca villalar alıp, bir de kış bahçesi yaz bahçesi, green house ekleyip zaten yeterinden geniş olan evleri daha da genişletmeyi anlamam.

        Ev zaten 500 metrekaredir.

        Evde 2, bilemedin bir de çocuk 3 kişi oturuyordur.

        500 metrekarelik evin en az 250 metrekaresi zaten fuzulidir, pek çok odasına kırk yılda bir giriliyordur.

        Ama yine de ev sahipleri bu evi genişletme hevesine kapılırlar.

        Altını oyar büyütürler, üstünü oyar büyütürler, çatısını yükseltir oda eklerler, kış bahçesi yaparlar.

        Niye?

        Belli değil!

        Bilmezler ki kullanmadığın odanın maliyeti büyüktür.

        O odayı dekore edeceksin.

        Yetmez. Kışın ısıtacaksın, yazın soğutacaksın.

        Yetmez. Birkaç yılda bir boyasını badanasını yaptıracaksın.

        Boş yere bir araba para harcayacaksın.

        Bunları bilmezler mi?

        Bilirler elbet ama avantayı severler.

        Evi aldıklarından daha büyük hale getirmenin ceplerine fazladan para sokmak olduğunu zannederler.

        "Türkiye niye bir türlü Batılı bir ülke olamaz" sorusunun yanıtı aslında biraz da burada gizlidir.

        Ekonomisinin neden modern bir ekonomi gibi işlemediğinin yanıtı da buradadır.

        Sonra o eklentilerde otururlar, Türkiye üzerine ahkâm keserler.

        Bilmezler ki, beğenmedikleri "siyah Türklerden" daha siyahtır bu yaptıkları.

        Güven meselesi

        TÜRK Halkı Değerler Araştırması'ndan çıkan en çarpıcı sonuç, "Türk halkı birbirine güvenmiyor" oldu bana göre.

        Bunun tek bir nedeni var.

        Kendisini güvenilmez bulan, karşısındakini de güvenilmez olarak görüyor ve karşısındakine güvenmiyor.

        Bence "Karşımdakine güvenmem" diyenlerin verdiği mesaj şu:

        "Bana güvenmeyin"

        İsveç'te her 10 kişiden 8'i birbirine güvenirken, Türkiye'de her 10 kişiden sadece 1'i karşısındakine güven duyuyormuş.

        Bu şu demektir: Halkın yüzde 90'ı "Bana güvenmeyin" diyor.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Kendine güvenenin karşısındakine de güvendiğini anladığımız zaman.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar