Fenerbahçe'nin sorunu teknik direktör
İLK derbiyi izledik pazar akşamı.
Galatasaray oynadı, Fenerbahçe oynamadı. Cüneyt Çakır yönetemedi.
Fenerbahçeliler Çakır'a çok kızmışlar.
Ben de kızdım.
Kuyt'a yapılanı görmemesi elbette önemli ama Galatasaray'a daha mı az zarar verdi?
Faul atışını tekrarlatıp Galatasaray'ın gol yemesine neden olması başlı başına bir olaydı zaten.
Elle oynamayı görmeyip ikinci gole neden olması Galatasaray'a hem bir gole, hem de eksik kalmaya mal oldu.
O oyuncunun uzun süre forma giyemeyecek olması da cabası.
Fenerbahçe gözlüğüyle bakanlar da başka şeyler görecektir büyük ihtimalle.
Sonuç olarak Çakır formsuzdu.
Berbattı.
Ama bu durum Çakır'ı kötü hakem yapmaz. Ama tekrarlanması yapar. Umarız bir an önce düzelir. Benim asıl söyleyeceğim o değil.
Fenerbahçeliler bugün Çakır'ı suçlayıp rahat edebilirler ama Fenerbahçe'nin asıl sorunu Çakır veya hakemler değil.
Olaya böyle bakarlarsa, sorunun büyüğünü görmezler.
Bana mail atan Fenerbahçelilere uzun zamandır verdiğim bir yanıt var.
Fenerbahçe'de sorun Aykut Kocaman.
Evet Aykut geçen yıl zor zamanda takıma sahip çıktı, camiaya sahip çıktı ama bütün bunlar onu iyi teknik direktör yapmıyor.
Fenerbahçe harcadığı onca paraya, elindeki iyi kadroya rağmen kötü oynuyor. Daha doğrusu oynayamıyor bile.
Aykut'un kafasında şablonlar var. Bunun dışına çıkamıyor.
Rakibe göre oyun değiştiremiyor. Oyuna göre takımı organize edemiyor.
Yapılacak değişikliklere maçta değil, maçtan birkaç gün önce karar veriyor.
Yaratıcı olamıyor.
Takıntılarından kurtulamıyor.
Fenerbahçe camiasının Aykut'a sahip çıkmasına saygı duyuyorum. Vefa duygularını çok iyi anlıyorum.
Ama koskoca takım Aykut'a kurban ediliyor.
Aykut menajer olsun, sportif direktör olsun, bir şey olsun ve kalsın.
Ama Fenerbahçe'ye bir teknik direktör lazım.
Her maçtan sonra kızacak bir hakem bulamazlar çünkü.
Not: Şimdi "Sana mı kaldı lan Fenerbahçe'yi eleştirmek?" diye yüzlerce mail gelecek biliyorum. Ama olsun ben doğru bildiğimi söyleyeyim de.
Kürsüden söylemeyip patronu arasa daha mı iyiydi!
BAŞBAKAN Erdoğan'ın AK Parti İstanbul İl Başkanlığı'nın cumartesi akşamı verdiği iftar yemeğinde yaptığı konuşmayı duymayanınız kalmadı herhalde.
Uzun bir konuşmaydı aslında.
Başbakan Erdoğan, hayatımda canlı canlı duyduğum en büyük hatip.
İnanılmaz bir hitabet performansı var.
Kelimelerle oynuyor, dans ediyor.
Sesini yükseltiyor, alçaltıyor, fısıldıyor, bağırıyor. Yumuşatıyor, sertleştiriyor.
"Bölükbaşı müthiş hatip" falan derlerdi.
Dinlemedim. Belki o da iyidir ama Erdoğan gibisini görmedim.
Uzun konuşmadan duyduğunuz, bildiğiniz bölüm Erdoğan'ın sık sık, daha doğrusu hep yaptığı gibi medyaya çaktığı bölüm oldu büyük ihtimalle.
Erdoğan bu kez isimsiz ama "adres vererek" medyayı ve bazı gazetecileri suçladı.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun Myanmar gezisini eleştirenlere kükredi Başbakan.
Pek çok yazar bu konuda eleştiri yöneltmişti Davutoğlu'na.
Davutoğlu'nu başından beri eleştiren ben hariç!
Çünkü garipsememiştim Myanmar gezisini.
Ama eleştirenler boldu.
Ama gözler bir anda Cüneyt Özdemir'e döndü.
Çünkü en net, en açık eleştiriyi o yazmıştı galiba.
Ve pek çok kişi Başbakan'ı eleştirdi, "bir gazetecinin kovulmasını istemekle" suçladı.
"Cüneyt'in kellesi ne zaman gider?" tartışmaları başladı.
Ben ise tam aksini düşünüyorum.
Başbakan'ın Cüneyt Özdemir'i veya bir başka gazeteciyi "kürsüden", herkesin önünde eleştirmesini, suçlamasını "normal" buluyorum.
Gazeteciler iktidarı eleştirebiliyorsa, iktidarlar veya iktidar sahipleri de gazetecileri açık açık eleştirebilir.
Bence asıl tehlikeli olan, başbakanların böyle işleri "açıkça" değil "gizlice" yapmalarıdır.
Erdoğan, kürsüden Cüneyt'i suçlayacağına, Cüneyt'in işverenini arayıp veya aratıp "Bu arkadaşı işten çıkarın" deseydi kimsenin ruhu duymaz, haberi bile olmaz, Cüneyt Özdemir durduk yerde işsiz kalabilirdi.
Bana böylesi "daha delikanlıca" geliyor.
Her iki taraf için de!
Olimpiyat yaparız da
"BİZ olimpiyat organize ederiz" demiştim ya.
Bu fikrim değişmedi.
Biz olimpiyat organize ederiz etmesine de, iki şeyi yapamayız.
"Açılış ve kapanış törenlerini."
Londra Olimpiyatları'nın kapanış töreni hayatımda izlediğim en müthiş şovlardan biriydi. Ve zannediyorum İngilizler dışında hiç kimse böyle bir şov yapamaz.
Belki Amerikalılar yanına yaklaşabilir ama onlar da bunu aşamaz. Kültür, sanat, tarih, bilgi, beceri.
Hepsi bir arada.
İnanılmaz bir şeydi izlediğim.
Kıskandım.
Bir ülke bu kadar mı verimli olabilir. Görünce anladım ki, hem klasik, hem popüler kültürde İngilizlerin yanına yaklaşmak çok zor.
Fransa biraz, İtalya az buçuk o bölgede dolaşabilir.
Gerisi hikâye.
Hem ortada çok iyi malzeme var, hem de bunları bir araya getirip bu lezzeti ortaya çıkaracak aşçıları.
Açılış töreninden sonra Türkiye'nin önde gelen yönetmenlerine sormuştuk, "İstanbul Olimpiyatları olsa siz nasıl bir şov hazırlardınız?" diye.
En yaratıcısı "Cirque du Soleil'i getiririm" demişti.
Tabii "Bu ülkede bir Who vardı da getirmediler mi?" demek mümkün ama yine de tek bir fikir bile yoktu ortada.
Dediğim gibi olimpiyatları yaparız elbet.
Ama o açılış ve o kapanış. Beni gerçekten ezdi ve üzdü.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Milletvekilleri terör mağdurlarıyla dalga geçmediği zaman.