Bizimkiler yanlış yapmaz
10 yıl önce bir nebze bile olsa anlayabiliyordum AK Parti hükümetinin tavrını.
Anlayabiliyordum dediysem, hak veriyordum anlamında değil.
Yeniydiler.
Bürokrasiye henüz hâkim olamamışlardı.
Devlet mekanizmasının her yerine güvendikleri adamlarını getirememişlerdi.
Bürokrasinin önemli bir bölümünün kendilerine karşı olduğunu düşünüyorlardı.
Ana damarlara belki hâkim olmuşlardı ama kılcal damarlara henüz nüfuz edememişlerdi.
Kısacası sistemin içindeki adamları sayıca azdı.
Bu yüzden de atadıkları bürokratlara toz kondurmuyorlardı.
Hata yapan, hatta vahim hata yapan bürokratların kendileri tarafından atanmışlarına fazlasıyla sahip çıkıyor hatalarına rağmen kelle vermiyorlardı.
Basının bazı bürokratların üzerine gitmesinden hoşnutsuz, "Biz basın istedi diye kelle vermeyiz" havasındaydılar.
Mesela vahim bir hızlı tren kazasına rağmenTCDD Genel Müdürüne dokunmadılar.
THY'de başarısızlığı açık bir genel müdüre sırf bu yüzden uzun zaman tahammül ettiler.
Başta da dedim ya, o dönem için hak verilmese de anlaşılabilir bir durumdu.
Ama aradan uzun yıllar geçti.
Kabinenin pek büyük bölümü Türkiye ve belki de dünya rekoru kıracak kadar uzun süredir işbaşında.
Bürokrasinin tamamı artık bu hükümet tarafından atanmış isimlerden oluşuyor.
Artık bürokratlara ve atadıkları isimlere "makuliyet" ölçüleri dışında sahip çıkmanın bir gereği ve anlamı kalmadı.
Kendileri için bile.
Beceriksizlikler, skandallar peş peşe geldiği halde kimi bürokratlara sonuna kadar sahip çıkmak niye?
En göze batan örnek bence ÖSYM Başkanı.
İlk rezalet patladığında Ünal Yarımağan istifa edip gitti.
Biliniyordu ki, AK Parti hükümetine yakın değil, onların sevdiği, tuttuğu bir bürokrat değildi.
Sonra yenisi geldi.
Konuyla alakasız, adının başında profesör unvanı olan, ama ÖSYM Başkanı olacak niteliklere haiz olmayan bir isim.
Ve ardı ardına rezaletler, beceriksizlikler...
Geçen yıl, tam da seçim öncesi patlayan ÖSS skandalı...
Peş peşe gelen ve gelenekselleşen KPSS rezaletleri...
Soru hırsızlığı ve türlü haksızlık, yolsuzluk iddiaları...
Kimsenin kılı kıpırdamıyor.
Öylesine kılı kıpırdamıyor ki, "Acaba bu olup bitenler beceriksizlikten değil de, bile bile mi yapılıyor?" sorusu akıllara geliyor.
ÖSYM en göze batan, en açık örnek.
Ama her yerde aynı tavır.
"Bizimkiler yaptıysa yanlış değildir. Yanlış yapan bizimkiyse yapma hakkı vardır. Siz kim oluyorsunuz da onu eleştiriyorsunuz" tavrı.
Başlangıçta anlıyordum.
Ama artık hiç ama hiç anlamıyorum.
Çin malı ABD takımı
SON günlerde Amerika'da şahane bir tartışma var.
"Olimpiyat takımının üniformaları" tartışması.
Olimpiyatlara katılacak ABD'li sporcuların törenlerde ve müsabaka dışı zamanlarda giyeceği üniformaları yapmak için ünlü Amerikan moda devi Ralph Lauren seçilmiş.
Ralph Lauren de gayet güzel üniformalar yapmış.
Biraz retro, 1930'ların havasını yansıtan, fazlasıyla Amerikan, oldukça şık ama bir miktar da züppe kıyafetler.
Oldukça Anglosakson diyebileceğimiz dizaynlar.
Kıyafetlerin konsepti genelde beğenilmiş.
Bunun üzerine Ralph Lauren de üretimi yapıp, Amerikalı sporculara teslim etmiş.
Lacivert ağırlıklı, kırmızı beyaz detayları olan üniformalar her spor dalı için ayrı ayrı hazırlanmış.
Kıyamet, kıyafetlerin tesliminden sonra kopmuş.
Çünkü bir de bakılmış ki, Ralph Lauren Amerikan milli takım sporcularının giyeceği tüm kıyafetleri Çin'de yaptırmış.
Kumaşı Çin, astarı Çin, ipliği Çin, düğmesi Çin, dikişi Çin.
Sadece içindeki sporcu Amerikalı.
Şimdi Amerika'da kıyamet kopuyor.
"Sporcularımız Olimpiyat'a Çin malı kıyafetlerle mi gidecekler" diye.
Bazıları "Bu kıyafetleri yakalım" kampanyası başlattı bile.
Kimileri "Sporcularımız bunları giymesin. Nike'tan bir şeyler alalım onları giysinler" diyor, ama Nike'ın ürünleri de hep Uzakdoğu malı olduğu için bu çözüm de kabul görmüyor.
Amerikan Olimpiyat Komitesi ise "En prestijli Amerikan markasını seçtik. Günümüzde neyin nerede üretildiğinin ne önemi var" savunması yapıyor. "Oyuncuların yarışmalarda giyeceği ayakkabıların veya diğer spor malzemelerinin nerede üretildiğine bakıyor musunuz" diyor.
Ralph Lauren ise sessiz. Tartışmalardan uzak durmaya ve markasının başına gelen felaketi atlatmaya çalışıyor.
Kriz nereden gelecek
ÖNCEKİ gün Roubini'yi dinledim.
İçim karardı.
2008'deki ilk krizi bilen ama sonrasında bir halt bilemeyen Roubini bu kez yine iddialı konuşuyor.
"Avrupa'daki krizden bahsediyorsunuz ama daha kriz görmediniz. Asıl kriz ABD'den patlayacak. Şu anda ABD'de büyük sorun var ve seçim nedeniyle erteleniyor. ABD patladığı zaman krizi göreceksiniz" diyor.
Aynı cümleleri Meksika'da Putin'den de duymuştuk aslında.
Roubini, Euro Bölgesi'yle ilgili olarak da "Yunanistan'ı abartmaya gerek yok. Yunanistan'daki durum Euro'yu bozacak güçte değil" diyor ve ekliyor: "Bence Euro'dan çıkacak ilk ülke Yunanistan olmayacak. İspanya ve kuzeydeki bir ülke 2012 içinde Euro'yu bırakacak."
Roubini'ye göre 2012 sonbaharında ağır ağır tırmanışa geçecek olan kriz, 2013 yılında ABD'yi vuracak.
Türkiye'yi yine teğet geçer mi bilmiyorum ama kâhine göre Asya'nın durumu çok daha iyi görünüyor.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Burnumuzun büyüklüğü bedenimizin büyüklüğüyle orantılı olduğu zaman.