Böyle vergi olmaz
ELEKTRİKLİ otomobil diye yanıp tutuşuyor Türkiye.
Başbakan, bakanlar hepsi elektrikli otomobili teşvik ediyorlar.
Haklılar da.
Elektrikli otomobil gelecek demek.
Çevre duyarlılığı demek.
Daha temiz kentler demek.
Egzoz gazsız, kurumsuz şehirler demek.
Daha az kanser, daha az hastalık demek.
Ve daha ucuz enerji demek.
Yerli kaynak demek.
Geçen yıl enerji için, büyük bölümü petrol ve doğalgaza olmak üzere 50 küsur milyar dolar ödedik dışarıya.
Bunun ciddi bir bölümü akaryakıt.
Elektrikli otomobil bunun için de önemli.
Giderek elektriği daha fazla yerli kaynaktan üreteceğiz. Yerli kömürden, nükleerden üreteceğiz. Enerji faturamız azalacak.
Bu elektriği de otomobillere aktaracağız.
Hem vatandaş kazanacak, hem ülke kazanacak.
Bugünden yarına olmayacak bu elbet ama eninde sonunda olacak.
Ülkeyi yönetenlerin elektrikli otomobil tutkusu, aşkı, arzusu bu yüzden.
Ama gel gör ki, hayatın gerçekleri hiç de bu tutkuya uygun gelişmiyor.
Elektrikli otomobil teşvik edilmiyor, köstekleniyor.
Vergilerle cezalandırılıyor.
Biliyorsunuz, elektrikli otomobillerde en önemli sorun menzil.
Elektrikli otomobiller şimdilik çok uzun yol alamıyor.
Hızlı şarj istasyonları da olmadığı için bitti mi, birkaç saat şarj gerektiriyor.
Yani işe gidip gelirken rahatça kullanabilirsiniz ama uzun yol dendi mi sorun başlıyor.
Bunun için pek çok üretici şimdilik elektrikli otomobillere minik "şarj motorları" koyuyorlar ki, araçlar yolda kalmasın.
Her zaman gerekmiyor ama gerektiği anda hayat kurtaracak bir önlem.
Pil bitince bu minik motor elektrik üretmeye başlıyor ve otomobil yolda kalmıyor.
Ama Maliye Bakanlığı bu otomobilleri her nedense elektrikli otomobil sınıfına sokmuyor ve içindeki bu jeneratörün motorunu "motor" sayarak vergilendiriyor.
Oysa pil üretiminde bir devrim yapılıp, menziller kabul edilebilir noktaya kadar uzamadıkça elektrikli otomobiller hep böyle olacak.
Bu yüzden de Türkiye'de Opel'in Ampera'sı, Fisker'in Karma'sı gibi iki farklı sınıftan otomobil başta olmak üzere pek çok elektrikli otomobil inanılmaz fiyatlara yükseliyor.
Yarın öbür gün Türkiye'de üretilmesi muhtemel benzer araçların da üretilmesinin önüne geçilmiş oluyor.
Maliye Bakanlığı'nın buradaki üç kuruşluk vergi hesabından vazgeçmesi ve Türkiye'nin enerjide dışa bağımlılığını hızla azaltacak bu elektrikli otomobillerin önünü açması gerekiyor.
Ve bir elektrikli otomobil
BEN bu otomobili ilk kez Paris Otomobil Fuarı'nda gördüm.
Hayatımda gördüğüm en güzel 4 kapılı sedan olarak dikkatimi çekti.
Yanına gittim, incelemeye başladım.
"Herhalde içinde ya 8 ya da 12 silindirli bir motor vardır" diye düşünürken görevli yanıma geldi.
"Motor ne" dedim.
"Elektrikli" dedi.
İnanamadım.
Porsche Panamera ve Aston Martin Rapide daha yapılmamıştı ve bu otomobil Maserati Quattroporte'den bile güzel görünüyordu.
Üstelik de elektrikliydi.
"Nasıl elektrikli" diye sordum.
Arka tekerleklerin her birine bağlı iki elektrik motoruyla tahrik olan bir otomobildi ve bu motorlar 1300 nm tork üreterek dünyanın en yüksek çekiş gücüne sahip süper otomobili haline getiriyordu otomobili.
Marka ise daha önce hiç görmediğim bir markaydı: Fisker.
İki Avrupalının ABD'de kurduğu bağımsız bir şirketti. Amblemi California'da okyanus üzerinde batan güneşi simgeliyordu ve hiçbir Amerikan otomobilinin sahip olmadığı bir kaliteye sahipti. Hatta Avrupalılardan bile kaliteliydi.
Aradan iki yıla yakın zaman geçti.
Osman Boyner aradı.
"Bayıldığın Fisker'i Türkiye'ye getirdik" diye.
Hemen bir tane yolladı. Tavanı solar pillerle kaplıydı.
İçindeki deri döşemeler deri değildi. Çevreci materyallerden yapılmıştı ama deriden ayırt etmek imkânsızdı.
İçindeki zarif ahşaplar için tek bir ağaç kesilmemişti. Orman yangınlarından kalan ağaçlar işlenerek elde edilmişti.
Hâlâ gördüğüm en güzel 4 kapılıydı.
İşçiliği kusursuzdu. İngiliz zarafetinde, İtalyan sporculuğunda, Alman kalitesindeydi.
Sürüşü ise gerçekten akıl dışıydı.
Çıt bile çıkarmadan ilerliyor, gaza basınca müthiş bir şekilde ileri atılıyordu.
Ve tüm bunları elektrik gücüyle yapıyordu. Gövde bir Porsche kadar rijiddi.
Üst sınıf müşteriye uygun otomobillerden uzak duran elektrikli otomobillerin, üst sınıftaki tek temsilcisiydi.
İçinde bir de küçük jeneratörü vardı ve piller bitince devreye girip hemen elektrik sağlıyordu.
3 gün kullandım.
Her gün işe gidip geldim. Maça gittim.
Bir tek kez bile bu motora ihtiyaç duymadı.
80 kilometrelik menzil hep yetti.
Akşamları ise 6 saatte şarj oluyordu.
Bayıldım.
Ama fiyatını duyunca şaşırdım.
Bu elektrikli otomobile binebilmek için Avrupalıların veya Amerikalıların ödediğinin hemen hemen 2.5 katını ödemek zorundaydınız.
Çünkü bu otomobil elektrikli sayılmıyordu.
Şaşırdım.
Oysa belki de en çok yakıt tasarrufu bu sınıfta yapılabilirdi.
Annelere
ANALAR da, babalar da kutsaldır.
Ama anneler daha kutsaldır.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Sevinirken üzülenleri de unutmadığımız zaman.