Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Giderek artan online ticaret, her türlü eve teslim sistemi başka illeri bilmem ama İstanbul’u yaşanmaz hale getireceğe benziyor.

        Bu sistemlerin, süre ile ilgili vaatlerinden ötürü, mopedlerle servis hizmeti yapan kuryeler insanlık dışı bir acele içindeler.

        Bu yüzden de artık İstanbul’da trafik kuralları motokuryeler için geçerli değil.

        Küçücük tekerlekli, minik motorların üzerinde bütün ağırlık dengesini bozan ve motoru kullanılması hayli tehlikeli hale getiren taşıma kutularının yarattığı tehlike çok açık.

        İlginç bir şekilde sanki bu motorların bir istiap haddi yokmuş gibi davranılıyor.

        Bir kez bile bu motorları durdurup, “Bu kadar yük taşıyamazsın” diyen trafik polisi görmedim.

        Bir diğer mesele ise trafikte ters yol, düz yol, girilmez yol, trafiğe kapalı yol kavramları da motokuryeler için geçerli değil.

        Tek yönlü bir yoldan giderken, karşınızdan son sürat gelen kuryeler görmek artık hiç alışılmadık bir durum değil.

        Ya da trafik tıkandığı için kaldırımlardan son hızla yayaların üzerine gelen motokuryeler artık vakayı adiye.

        “Evladım burası yol mu?” dediğin motokurye sürücüsünden “Babanın kaldırımı mı?” cümlesini duyunca seviniyorsunuz çünkü genelde daha ağır hakaretler ve küfürler işitiyorsunuz.

        Bu motorları kullanan kişilere emin olun kızmıyorum.

        Büyük bir zorlukla hizmet vermeye çalışıyorlar, canlarını tehlikeye atıyorlar.

        Benim kızdığım bu denetimsizlik ve o sürücülerin önce kendi canlarını, sonra bizim canımızı tehlikeye atmalarına karşı kuralları uygulamakla görevli olan trafik polislerinin umursamazlığı.

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Düşmeseydi inecekti

        Düşmeseydi inecekti
        0:00 / 0:00

        “Çinleşerek büyüyecekmişiz.”

        20 yılın sonuna doğru geldiğimiz nokta bu.

        İhracat için üretmek ve ihracat yolu ile büyümek.

        Yani ucuz işgücü ihracatı.

        Türkiye’ye uygun mu, emin değiliz.

        İstemeden mecburen gelinen noktayı, Türk halkına “Çin modeli” diye anlatmak güzel.

        Pek azı çok zengin, çoğu pek fakir, eyalet sistemi ile yönetilen, yüzde 50’ye yakın bir bölümü kırsal alanda yaşayan (656 milyon kişi köylerde yaşıyor) ve kentsel nüfus zenginleşirken kırsal nüfusun açlık sınırında dolaştığı bir yapılanma.

        Türkiye’ye benzer yönü çok az.

        Çin gibi büyüme sözde planının ne kadar ve nereye kadar yürüyeceğini bilmiyoruz.

        Ucuz işgücü üzerinde büyümenin Türk halkını ne kadar memnun edeceğini de.

        Ancak Çin ile çok önemli bir farkımız var.

        Çin çok ciddi miktarda “doğrudan yabancı sermaye yatırımı” çekerken ve bu miktarı her yıl düzenli biçimde arttırırken Türkiye bu alanda her geçen yıl geriye doğru gidiyor.

        İsterseniz sayılar konuşsun.

        Çin, COVID salgını nedeniyle kötü bir yıl olarak gördüğü 2020 yılında bile ülkedeki doğrudan yabancı sermaye yatırımları yüzde 6 artış göstererek 149 milyar dolara çıkmış.

        Türkiye’deki doğrudan yabancı sermaye yatırımları ise aynı yıl yüzde 16,5 oranında azalarak 7,7 milyar dolara gerilemiş.

        Bunların detay dökümlerini verirsek daha da moral bozucu olur emin olun.

        Bırakın yabancı yatırımcıyı, yerli yatırımcının bile yatırım yapmaktan imtina ettiği, her şeye rağmen yatırım yapma hevesinde olanların, eriyen Türk lirası nedeniyle sermayesini hızla kediye yüklediği ve yıllardan beri iç pazarın ekonomisinin yüzde 70’inden fazlasını oluşturduğu bir ülkede halkın fakirleştirilmesine dayanan bir ihracat hamlesi bile uzun süreli mümkün olamaz.

        Cumhuriyet tarihi rekorunu kırarak kişi başı milli geliri 7 yıl boyunca düzenli olarak geriletmeyi başaran bir ekonomi yönetiminin, ani bir kararla “Çin Modeline” geçmesi ancak ve ancak Nasreddin’in hocanın “Düşmeseydim de inecektim zaten” hikayesi ile anlatılabilir.

        “Her evde iki otomobil” sloganından “Her eve bir kase pirinç” modeline dönüş ise zaten mutlu sonla biten bir hikayenin konusu değildir.

        İstanbul Sanayi Odası Başkanı’ndan başka gerçekleri anlatma, yanlışlığa işaret etme cesaretine sahip bir kişinin bile olmaması ise bazı alanlarda çoktan Çin modeline geçtiğimizin de göstergesidir.

        Umarım bu modelin sonu Türkiye’yi Çin’e değil de Çinçin mahallesine benzeterek bitmez.

        Arabofil

        Arabofil
        0:00 / 0:00

        Biz Emevi Camii’nde namaz kılacaktık.

        İş döndü dolaştı, Beşar Esad’ın Habib-i Neccar Camii’nde namaz kılmasına evrildi.

        Namazı bırakın adam doğrudan camiye ve çevresine talip.

        Suriye, açık açık Türkiye topraklarında gözü olduğunu açıkladı.

        Türkiye ise bildik yanıtı patlattı.

        “Topraklarımızda gözü olanın ne hale geldiğini tarihi okuyanlar bilir.”

        Güldüm.

        Gözün ortalıkta bir Atatürk aradı.

        Ne yazık ki, yok.

        Bakın başından beri “Göçmen sorunu Türkiye’nin beka sorunudur” derken hep bunu kaset ettik.

        Şu anda Hatay ve Kilis gibi Suriye ile sınır olan kentlerimizde Suriyeli göçmen sayısı, vatandaş sayımızı geçti.

        Bunlar Esad karşıtı gibi görünse bile sonuçta Suriyeli.

        Bunların yarın ne yapacağını kim bilebilir.

        Hadi iyimser olup, bunların Esad karşıtı olduklarına inanalım.

        Yarın Esad sonrasında ne yapacaklarını kim bilebilir.

        Daha fazlasını söylemek, yazmak istemiyorum ama bu öngörüsüz, bu bilinçsiz, bu yanlış politikaları başımıza saranların, gelecekte hangi çorapların örüleceğini öngörmeleri sizce mümkün müdür!

        Esad karşıtı oldukları için Suriye’den kaçıp Türkiye’yi bir nevi işgal etmiş olan bu 5 milyon kişinin bir gün bile Esad karşıtı bir gösteri yaptıklarını görmedik.

        Ama giderek artan dozda Türkiye’yi tehdit ettiklerini, giderek küstahlaştıklarını görüyor, biliyor, yaşıyoruz.

        Bu “Arabofilinin” sonu pek de hayırlı görünmüyor.

        Atalarımızdan kalan bir ülkede giderek yabancılaşıyoruz.

        128 milyar nerede sorusu önemli olmakla beraber yerine koyulabilecek bir şeyi aramaktadır.

        Umarım yarın öbür gün Hatay nerede, Kilis nerede, biz neredeyiz diye sormak zorunda kalan bir duruma gelmeyiz.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Kamu kurumlarının kapısı herkese açık olduğu zaman.

        Diğer Yazılar