Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “SÜKÛT suikastına” aşinayız milletçe.

        Bir şey yazarsınız, film yaparsınız, ortaya bir fikir atarsınız, haber verirsiniz.

        Sonra neler olacağını beklemeye başlarsınız.

        Ama o da ne? Tısss... Sessizlikleriyle, yapılan işi yok sayarak, sizi yok ederler. Fakat Türkiye’de yeni bir olgu var şimdi. Ben buna “kanaat suikastı” diyorum.

        BİR ÖRNEK VER KARDEŞİM!

        Geçtiğimiz günlerde de söz ettim. Artık Türkiye’de en ciddi tartışmalar bile kanaatler üzerinden yapılıyor.

        Üstelik daha fenası, bu kanaatleri gerekçelendirmek diye bir zorunluluk da yok. İçinden geçtiğimiz siyasi süreci değerlendirenlere bakın televizyonlarda.

        Neredeyse ekipleşmiş tartışma grupları var.

        Hatta beraber iyi kavga edenlerden “ekran takımları” yaratılıyor. Takımlar, ikili, üçlü ya da dörtlü kümeler halinde kanaatlerini bildiriyorlar bağıra çağıra.

        Kimse referans vermek, söylediğini ispatlamak zorunda değil.

        Hatta geçenlerde Cüneyt Ülsever’i gördüm ekranda: “Bir örnek verin. Somut örnek verin” diye diye az kalsın kontrolünü kaybedecekti. Haklı olarak.

        Referanssız konuşma dağınıklığı başlı başına tehlikeli zaten. Ama daha tehlikelisi “kanaat suikastı”.

        Şöyle gerçekleşiyor. “Somut bir örnekle” anlatayım.

        NEFES VE DERSİM KATLİAMI

        “Nefes” filmini hatırlıyorsunuz.

        Levent Semerci’nin filmi beyazperdeye çıktığı andan itibaren militarist ve milliyetçi kesim tarafından sahiplenildi.

        Filmi çok görmek istedim. Zaman olmadı ama daha önemlisi benimle gidecek insan bulamadım.

        Etrafımdaki hemen herkes, “Milliyetçilerin filmi o” diyerek kestirip attı.

        Hatta “Nerden biliyorsunuz? Öyle olmayabilir” dediğimi arkadaşlarım da hatırlar. Yani filme ilişkin izlemeden oluşturulan kanaat çoktan suikastını gerçekleştirmişti.

        HAK TESLİMİ

        Derken geçtiğimiz günlerde Taraf Gazetesi’nde, Murat Belge’nin bir yazısı yayınlandı. Belge, filmi DVD’de izlemiş ve entelektüel ahlakın gerektirdiği borç gereği, ne iyi ki, yazmış. Yazısı şöyle bitiyordu:

        “Ama asıl eğilim, egemen eğilim, ayrıca askerlik sisteminin değişmesine de yol açan eğilim, genel olarak barıştan yana işleyen eğilimdi.

        Toplumdaki bu eğilim özellikle sinemadan çok etkilendi.

        Türkiye’de şimdiye kadar buna benzer bir rol oynayacak yalnız Uğur Yücel’in filmini biliyordum. Nefes ondan çok farklı, bütün özellikleriyle, ama son analizde bu da terazinin o kefesine konacak bir ağırlıktır sanıyorum.”

        Yani Nefes’in hakkı, Türkiye entelijansiyasının en muteber makamından teslim edildi. Oysa bizler, Nefes filmini kanaatlerimizle kurşunlarken arada pek fena şeyler oldu.

        KATLİAMDAKİ FAŞİST KÜRT!

        Örneğin, Yönetmen Levent Semerci şöyle bir açıklama yaptı bir süre önce:

        “Nefes; savaş karşıtı ve tarafsız bir yapım olmasına rağmen bazı kesimler tarafından milliyetçi bir yapım olarak sahiplenildi.

        Bu milliyetçi dalgadan maddi rant sağlamak isteyenler, Nefes’in taklitlerini bile çekti. Ekranda milliyetçi duyguların sömürülmesinden ve son dönemde oluşan aşırı milliyetçi linç kültüründen rahatsız olup, dizi yapmama kararı aldık.” Filmi izlememekle birlikte filmle ilgili her gelişmeyi yakından takip ettim. Sanırım bu gelişmelerin altından bir suikast çıkacağını sezmiştim. Nitekim öyle de oldu. Üstelik şu ayrıntıyı kimse yeterince fark etmedi sanırım. “Milliyetçi, faşist” olmakla suçlanan filmle ilgili kanaat suikastı gerçekleştirilirken yönetmenin ağabeyi Habertürk yazarı Yavuz Semerci, köşesinde ailesinin Dersim Katliamı’ndan nasıl kurtulduğunu, Kürt olduğunu nasıl yıllar sonra öğrendiğini yazıyordu. Sanırım Semerci Ailesi’ne bir katliam da dayanaksız kanaatlerle yapıldı. Sık sık kanaat suikastına uğrayan bir yazar olarak ben sorumluluğumu bu yazıyla kabul ediyorum.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar