Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Keşfet

‘Sevdiğin işi yap oğlum’

MUHTEREM okuyucularım, bu hafta sizinle yaşamın evrimi fikrinin nasıl geliştiğini incelemeye devam edecektik; ancak 21 Ocak 2018 Pazar günü sabah saat 09.00’da babam Mehmet Asım Şengör vefat ederek uzun süredir çektiği acılarından kurtuldu.

Kendisi birkaç yıldır yatalaktı ve çevresiyle olan ilişkisini kaybetmişti. Son yılda da ne yazık ki makinelere bağlı olarak yaşamak zorunda kalmıştı. Daha önce de yavaş yavaş hafızasını yitirdi. Babamın çevresiyle olan teması kesildikten sonra bir daha kendisini ziyarete gitmedim. Çünkü babam müthiş zeki, akıllı ve bir o kadar da yakı- şıklı bir insandı. Gerçek bir “insan güzeli” ve “insan-ı kâmil”di. Hastalığının en acılı zamanlarında dahi ona bakanlar kendisinden tek bir kelime şikâyet duymadıklarını söylüyorlar. “Sürekli çevresine teşekkür edip şükrederdi” diyorlar.

BİR BALKAN GÖÇMENİNİN HİKÂYESİ

Babam, 17 Eylül 1928’de Prizrenli (Kosova) Celâlettin Bey ile Pirlepeli (bugünkü Makedonya’da Prilep) Saniye Hanım’ın en büyük çocukları olarak İstanbul’da dünyaya gelmişti (Daha sonra sırayla amcalarım Şemsettin ve Fikret, sonra da halam Ayla doğmuş). Hatırladığı en eski evleri Cerrahpaşa’daymış. Daha sonra Gedikpaşa’daki büyük köşke taşınmışlar. Babası Kapalıçarşı’da halı tüccarıydı. İlkokula başlayınca rahmetli dedem babama, artık yazın dükkânda çalışması gerektiğini söylemiş. Tatil, yalnızca ailece gittikleri Trilye’de (bugünkü Zeytinbağ) geçirilen zamanmış. Babam daha sonra İstanbul Erkek Lisesi’ne gitmiş. Burada pek de iyi bir öğrenci değilmiş, hatta Lise 1’de sınıfta kalmış. Sonra Sultanahmet’teki Yüksek Ticaret Mektebi’ni bitirmiş; orada da 1 yıl kaybı olmuş.

Mektep bittikten kısa bir süre sonra annemle görücü usulü evlenmişler. 10 sene kadar sonra da babam halıcılıktan ayrılarak kayınbiraderleri Semih ve Melih Sipahioğlu ile birlikte Fruko-Tamek’in yönetimine geçmiş. Artık o dönemler benim berrak olarak hatırladığım dönemlerdi.

İYİ ÖĞRENCİ OLMAK GÖREVDİ AMA ATILDIM

Beni Şişli Terakki Lisesi’nin ilkokuluna verdiler. Müdür Ecvet Gürses, babamın İstanbul Erkek Lisesi’nde fizik öğretmeniymiş. Ben bayağı iyi bir öğrenciydim. Ancak pekiyilerle dolu karnelerimi getirdiğim zaman babamın beni tebrik ettiğini hiç hatırlamıyorum. Bana görevini adam gibi yapan bir kişi muamelesi yapıyordu. Ancak 5’inci sınıfta öğretmenimle girdiğim şiddetli bir münakaşa sonucu okuldan atıldım. Buna babamın gösterdiği reaksiyonu asla unutamam. Atılma nedenini öğrenince benim haklı olduğumu, yapılacak işin beni yeni bir okula vermek olduğunu söyledi ve öyle yapıldı. İlkokulu Bayezid İlkokulu’nda bitirdim.

BAŞARISIZLIK SORUN OLMADI

İlkokul akabinde pek çok yabancı okulun imtihanına sokuldum, hiçbirini kazanamadım. Torpille Işık Lisesi Ortaokulu’na kabul edildim. Bu başarısızlığımın evde en küçük bir bahsinin geçtiğini hatırlamıyorum. Ortaokulu büyük bir başarıyla bitirdim. Babam orada bilhassa Türkçe öğretmenim ve baş- muavin Erkan Eren ile çok yakın bir dostluk kurdu ve ben Işık Lisesi’nden ayrıldıktan sonra da bu dostlukları babamın sağlığı bozulana kadar devam etti. Işık Ortaokulu bitince ben Robert Kolej’i kazanarak liseye orada devam ettim. Her sene 2’şer dersten ikmale kalarak tahsilimi sürdürdüm. Yani pek ahım şahım bir öğrenci değildim. Üstelik Lise 1’de okulda sarhoş olmaktan 3 gün tard aldım. Ve D ortalama ile mezun oldum (Yani mezun olunabilecek en düşük not). Babam tüm bu başarısızlık ve yaramazlıkların hiç ama hiç üzerinde durmadı. Tard aldığımı ve sebebini öğrenince de sadece “Ayıp etmişsin” dediğini hatırlıyorum (Halbuki annem duyunca neredeyse fenalık geçirmişti).

‘SEVDİĞİN İŞİ YAP’

Lise bitince kendisine jeoloji okumak istediğimi, bu meslekte pek de bir para kazanacağımı sanmadığımı, dolayısıyla ömür boyu onun parasına muhtaç yaşamamın çok büyük bir ihtimal olduğunu söyledim: “İmkânlarım olduğu sürece seni destekleyeceğim” cevabını verdi ve bu sözünü işte kendini kaybedene kadar da tuttu. Bir tek gün bana “Şunu yap, şunu oku veya şu mesleğe intisab et” demedi. Hep “Sevdiğin işi yap” tavsiyesini verdi. Tahsil konusunda daha ilkokulda verdiği tek önemli nasihat matematiği iyi öğrenmem konusundaydı. Onun yüzünden üniversitede mecbur olmadığım halde 5 sömestr muhtelif yüksek matematik dersleri aldım.

‘BİLİMİ DIŞARIDA YAP’

Tahsilim bitince bana Türkiye’ye dönmezsem kendim için daha iyi olacağını, Türkiye’nin geleceğinde rahat bilim yapmamın zor olduğunu, dışarıdan Türkiye’deki gençlere destek yaratmamın daha yararlı olacağını söyledi. “Türkiye’de üniversite falan yok” derdi. Burada hiç kimseye, ama hiç kimseye güvenmememi, onun bunun söylediklerine de asla metelik vermememi tavsiye ederdi. İnsanların çoğunun aptal ve cahil, bu nedenle de ahlaklarına güvenilmez olduğunu savunur ama basit Türk köylüsüne de büyük bir sevgi ve saygı beslerdi. Ben bunu kendisiyle Anadolu seyahatleri yaptığımda defaatle görmü- şümdür. Zengin bir aileye doğmuş ve ömür boyu zengin olmuş olan babam, en basit ve fakir bir köylüyle yer sofrasına oturarak onlarla sohbet eder, zevkle mütevazı yemeklerini paylaşır, gerekirse asla belli etmeden yardım ederdi. Şirkette ve çevresinde muhtaç olan insanlar her zaman onun cömertliğinden ve ilgisinden istifade etmişlerdir. Cebindeki tek kuruşun hesabını yapan, verilen bir parayı asla saymadan almayan, yanında kimse yoksa şehre şoförünün kullandığı otomobiliyle değil de trenle inen, şehirde otobüs ve dolmuş kullanan bu adam (Bana “Otobüse binebiliyorsan, bağımsızsın demektir” dediydi bir keresinde), inanılmaz derecede cömertti de.

MR. SPOCK

Az konuşur, insanlara uzak dururdu (Kardeşim Merâl bir keresinde Star Trek’in meşhur karakterine atıf yaparak “Bu adam tam Spock” demişti). Hatta ben Londra’da ilk uluslararası ödülümü aldığımda, şehirde olmasına rağmen törene gelmedi. Tebrik bile etmedi, sadece memnuniyetini belirtti. Niye tebrik etmediğini sorunca da “Bu kadar imkân içinde, bu zekâyla, bu kadar sevdiğin bir işte böyle bir başarıyı yakalayamasaydın, o zaman hayret ederdim” dediydi. Dediği de elbette doğ- ruydu. Bu neredeyse misantropik görünüşün altında son derece yardımsever, sevecen bir insan vardı. Yanı- mızda çalışanlar onun yakınlığını bilirlerdi; hepsiyle ve aileleriyle ilgilenir, dertlerini halletmek için elinden geleni yapardı. Evdeki, fabrikalardaki şoförler, aşçılar, bahçıvanlarla oturup tavla atmak en büyük zevkleri arasındaydı.

İNANILMAZ BİR HAFIZA

Çok iyi zar tutar, poker, konken, ellibir ve piştiyi rakipsiz oynardı. Bir pişti oyunu bittikten sonra bütün oyundaki elleri baştan tekrarlayarak herkese nerelerde hata yaptıklarını göstermekten büyük zevk alırdı. Hafızası gerçekten inanılmazdı. Ben babamınki kadar güçlü bir hafızayı başka hiç kimsede görmedim. Şemsettin Amca’mın oğlu, yaşıtım ve ailenin halıcılık geleneğini sürdüren Ahmet Şengör, babamın halılar hakkındaki bilgisinin eşsiz olduğunu söyler. Babam “Ben önce Kapalıçarşı’dan, sonra Sultanahmet kahvelerinden, en son da Yüksek Ticaret’ten mezun oldum” derdi. Buna paralel üstün bir matematik yeteneği vardı. En karmaşık entegraller, en çetrefil teorem ispatları onun için hiç takılmadan yapılacak basit işlerdi. Belki de bu nedenle benim yaptığım bilimden ziyade jeofizikçi arkadaşım, babamın da pek sevdiği dostu Dan McKenzie’nin yaptığı bilime saygı duyar, “Sizinki bir yerde posta pulu toplamak; esas bilim Dan’in yaptığı” derdi. Ben bunu bugün de üstün yetenekli bir matematikçinin bilim dünyasına dar bir açıdan bakışı olarak yorumluyorum.

‘O ZAMAN GİT AL’

Ben seyahatler, kitaplar ve araş- tırmalar için babamın milyonlarını harcadım. Tek bir gün “Ama artık yeter” demedi. Her istediğim parayı gık demeden verdi. Bu konuda tek dediği “Devletin yapacağı işi yapmaya kalkma; biz devletten zengin değiliz” olmuştur. Bir keresinde Steno’nun jeolojinin temeli addedilen meşhur eserinin 1669 tarihli orijinalini Zürih’te bir sahafta buldum. Tesadüf o hafta Neuchâtel’den şeref doktorası almış olduğum için annem, babam, Oya, kardeşim Merâl ve onun eşi Halûk hep birlikte Zürih’teydik. Kitabın fiyatını duyunca annemle Oya neredeyse tavana vuracaklardı (Bugünün parasıyla yaklaşık 30 bin ABD Doları). “Bir kitaba bu kadar büyük bir meblağ verilmez” diye tutturdular. Yatağa yarım uzanmış olan babam sadece “Canım, ne işe yarayacak bu kitap?” diye sordu. Ben de “Doğrusunu istersen, hiçbir şeye” dedim. “Bu o kadar meş- hur bir kitap ki tıpkıbasımları, tercümeleri ibadullah mevcut ve bunları birkaç on franka almak mümkün. Ama bu orijinalden benim bildiğim kadarıyla dünyada 20 tane mi ne kaldı. Bunu alırsam, ‘Bunlardan biri de Türkiye’de’ diyecekler” dedim. Babam hiç istifini bozmadan “O zaman git al” dedi. Ben de annemin ve Oya’nın protestoları arasında odadan fırlayıp gidip kitabı aldım. O kitap -tabii bulunabildiği zaman- bugün uluslararası müzayedelerde aldığımız fiyatın 5 katına alıcı bulmaktadır.

UMARSAMAZ

Merhum babam tek kelimeyle büyük bir adamdı. Bu büyüklüğünü satmak ise ondan çok uzaktı çünkü çevresine pek değer verdiğini sanmıyorum. Bu yüzden çevresinin onun hakkında ne düşündüğü umurunda değildi. Benim bilimdeki başarım ise onu gerçekten çok mutlu etmişti: Herkese de bunun sırrını söylerdi: “Celâl yaptığı işe tutkuyla bağlı; işte başarısının anahtarı da budur” derdi. Fakat herhangi bir başarım gerçekten varsa bunda babamın bana verdiği neredeyse sınırsız özgürlük ve desteğin katkısı bence yaşamsal olmuştur. Babam hatırlayabildiğim en eski günlerden beri hep beni adam yerine koydu. Asla “Onu yapma, bunu yapma” demedi. “Onu yap, şunu yap” da demedi. Hep “Ben olsam şöyle yapardım”ı ima etti. Yani kararları hep bana bıraktı. Oya ile evlenmek istediğimi ilk ona söylediydim; tek reaksiyonu “Daha iyisi olmaz, canım” olmuştu. Haberi anneme verme görevini de ona verdiydim.

TEK AFFETMEDİĞİ ATATÜRK’E SAYGISIZLIK

ELİMDE imkân olsa babamı Milli Eğitim Bakanı yapardım (gerçi kabul edeceğini sanmıyorum; zira politikayı sevmez, politikacıları da pek adam yerine koymazdı; aralarında, oy vermediği bir partiden olmasına rağmen rahmetli Dr. Nuri Bayar gibi sevdikleri ve saydıkları pek azdı). Son olarak şunu söyleyeyim: CHP’ye oy veren babam sıkı bir milliyetçi, inançlı bir Müslüman’dı. Kuran’ı çok ama çok iyi bilirdi. Muhtelif konulardaki sureleri bir araya toplayan kitapçıklar yaptırır onları dostlarına hediye ederdi. Benim ateist olmam ise aramızda en küçük bir tartışmaya neden olmamıştır. Bu konuda onun dünyası ayrı benimki ayrıydı. Hoş görmeyeceği tek şey vardı: Atatürk’e saygısızlık. Bunu da hem kendi ailesinden hem de eşinin ailesinden tevarüs etmişti. Her konuda eşsiz bir hoşgörü sahibi bu muazzam akıllı adam, konu Atatürk olunca her türlü rasyonaliteyi bir kenara bırakıp çok hissi ve çok sert davranabiliyordu. İsmet Paşa (İnönü) vefat ettiğinde ben Almanya’da okuyordum. Beni derhal Türkiye’ye getirtti, Ankara’ya gittik, hem o Ankara ayazında katafalkın önünde yürüdük, hem ertesi gün cenaze törenine iştirak ettik ve o akşam ben gene Almanya’ya döndüm. Babam, İsmet Paşa’ya olan saygımın gereğini yerine getirmemi önemli görmüştü. Bunun nedeni de nihayet Atatürk’e olan o sınırsız saygı ve aşktır. Geçen çarşamba babamı çok sevdiği eşi annemin yanında toprağa teslim ettik. Mezarını bir daha göreceğimi sanmıyorum. Babam ben yaşadıkça her gün beynimde ona duyduğum derin şükran hissiyle birlikte yaşamaya devam edecektir. Sanırım o da bunu isterdi.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar