Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Herkes biliyor ki, Trump’ın Suriye’den asker çekme kararı sonrası Türkiye’yi tehdit etmesi, kendi partisinden gelen muhalefet karşısında paniğe kapılmasından kaynaklanıyor. Azil sürecinde partisindeki safları sık tutması gerekirken, partinin en yetkili ağızlarından “trajik ve tehlikeli karar”, “korkunç hata” gibi sert eleştiriler yükselince, her zamanki gibi alelacele bir tweet’le “Çizgiyi aşarsa Türk ekonomisini yerle bir ederim” tehdidini savurup durumu dengelemeye çalıştı.

        İtiraz cephesinde golf arkadaşı Senatör Lindsey Graham’dan daha önemlisi, Cumhuriyetçi Parti’de Trump’tan sonra en güçlü adam olan Senato çoğunluk lideri Mitch McConnell’in karşı çıkışı oldu. McConnell, Başkan’ın liderlik gösterip kararını gözden geçirmesi gerektiğini söyledi.

        McConnell'in uyarısını Graham’ın, Trump’ı Obama’yla kıyaslayan ağır eleştirisi izledi. “Bu Obama’nın Irak’ta yaptığının aynısıdır ve daha felaket sonuçları olacaktır. Başkan Trump’ın, Obama’nın aksine askerin tavsiyelerine kulak vereceğini umut ediyorum” diye yazdı Graham. Başta Trump olmak üzere Cumhuriyetçiler arasındaki Obama nefreti öyle yoğun ki, Obama’nın Irak’tan asker çekmesiyle paralellik kurmak kavgada söylenmeyecek bir söz.

        Graham’a göre asker çekmek “İran ile Esad’in yanı sıra DEAŞ’ın da zaferi” demekti. Eski başkan adaylarından Senatör Mitt Romney de Demokrat senatör Chris Murphy ile ortak açıklama yaparak, Trump’ın asker çekme kararıyla ilgili Kongre’de acil oturum talep etti. Senato zemini Trump açısından kritik, çünkü Demokrat çoğunluğun elindeki Temsilciler Meclisi’nden Ukrayna skandalı nedeniyle azil kararı çıksa bile Senato’dan geçmesi beklenmiyor.

        Gerçi Trump Aralık 2018’de de Suriye’den çekilme işareti vermiş, fakat yine itirazlarla sürüncemede kalmış, asker çekmeye karşı çıkan Savunma Bakanı Mattis de istifa etmişti. Fakat bu sefer Beyaz Saray açıklaması sonrası Rasulayn ve Tel Abyad’daki 50 kadar asker tez elden yer değiştirince eleştirilerin dozu misliyle arttı. Trump’ın eski BM temsilcisi Nikki Haley, DEAŞ’la savaşta ABD’ye yardımcı olan YPG’nin yüzüstü bırakıldığını, Mitt Romney gibi bazı isimler de çekilmenin Kürtlere ihanet olduğunu ve ABD’yi güvenilmez müttefik pozisyonuna düşürdüğünü söylüyordu.

        “ÖLÜM TARLALARINA DAVETİYE”

        Yönetim çevreleri “Türkiye’nin operasyonuna yeşil ışık söz konusu değil, sadece kendi askerlerimizi korumaya çalışıyoruz. Trump bu kararı Erdoğan’ın talebi üzerine vermiş değil” açıklamalarıyla hasar gidermeye çalışsa da Trump’a muhalif medya “ihanet” meselesini enine boyuna işliyor. Avrupa medyası da aynı tonda. Genel söylem şöyle: “Obama döneminden başlayarak DEAŞ’la ön saflarda savaşan Kürtler 11 bin kayıp verdi, oysa beş yıl içinde sadece dört ABD askeri öldü. Şimdi ABD onları terkediyor. Trump ‘çıkarımız olan yerde ve sadece kazanmak için savaşırız’ diyor ama Suriye’nin kuzeyinde asker bulundurmak ABD’nin çıkarına. YPG dört ayrı kampta 60 bin DEAŞ’lıya göz kulak oluyor. Bunu da ABD birlikleri güvenliği sağladığı için yapabiliyor. Asker çekilince Kürtler, Türkiye’nin operasyonuna odaklanacak ve DEAŞ da şiddet sarmalını sürdürmek için fırsat bulacak. Bu direkt ölüm tarlalarına davetiyedir. Kürtler sonunda Şam ile anlaşmak zorunda kalacak ki, zaten görüşmelere de başladılar..."

        Bu söylem ortamında ABD’nin geçmişteki ihanetleri unutulmuş görünüyor. Emperyalist güçlerin Birinci Dünya Savaşı sonrası Kürtlere yurt vaadinden cayması bir yana 1970’lerden başlayarak kan ve gözyaşıyla sonuçlanan bir ihanetler tarihi yazıldı.

        ABD’nin Kürtleri silahlandırıp sonra terketme sarmalı Irak’taki 1958 darbesinden sonra başlamıştı. Darbe lideri Abdülkerim Kasım’ın “emirlere” itaat etmemesi nedeniyle Kürtler silahlandırıldı, sonra genç Saddam’ın da dahil olduğu 1963 darbesine destek veren ABD Kürtleri yüzüstü bırakıp, onlara karşı kullansın diye yeni yönetime napalm verdi. 1970’lerde Bağdat, Sovyetlerin yörüngesine girince bu sefer Nixon Yönetimi’nin Dışişleri Bakanı Kissinger, İran’daki Şah rejimiyle anlaşarak Iraklı Kürtleri yine silahlandırıp Saddam’a karşı ayaklanmaya kışkırttı; sonunda çıkarlar gereği terkedilen yine Kürtler oldu. İran ABD zoruyla Kürtlere desteği çekti, Irak ordusu kuzeye yürüyüp katliama girişti.

        1988’daki Halepçe katliamında sarin gazı kullanıldığını gayet iyi biliyordu Reagan Yönetimi, fakat Saddam’ın İran İslam rejimine verdiği zarar gözetilerek, Amerikan Kongresi’nden Irak’a yaptırım kararı çıkması engellendi. 1991 Körfez Savaşı’nda da eski senaryo tekrarlandı, baba Bush Yönetimi güneyde Şiileri, kuzeyde de Kürtleri Saddam’a karşı ayaklanmaya teşvik etti. Sonra yine yalnız bırakılıp Saddam’ın kıyımına uğradılar. Amerikan istihbaratına çalışanlar ise aileleriyle Irak’tan tahliye edilip Guam Adası’na götürüldü. Yaklaşık bir milyon kişi mülteci konumuna düştü ve Irak’ın kuzeyinde oluşturulan uçuşa yasaklı bölge de bugünkü özerk Kürt Yönetimi’nin zeminini oluşturdu. 2017’deki bağımsızlık referandumuna ABD’nin de karşı çıktığı bölge…

        TRUMP’IN ÖVÜNMESİ İRONİ DEĞİL, BİR KLASİK

        Trump’ın eleştiriler karşısına telaşta attığı tehdit tweet’inin en hakiki tarafı, bazılarının çok kızdığı, bazılarının da alaycı ifade sandığı “benim büyük ve benzersiz bilgeliğim…” kısmı. Trump sağa sola savurduğu her mesajında öncelikle kendini övüyor zaten. Trump’ın Çin ve Avrupa Birliği’yle ticaret savaşlarında vücuda gelen “America first” sloganı aslında öncelikle “Me first” ruh halini yansıtıyor.

        Savaşlarda ölen askerleri Anma Günü’nde bile o askerler için, “Benim yönetimimde ekonominin ne kadar iyi olduğunu, işsizliğin gerilediğini görmekten çok mutlu olurlardı” diye tweet atabiliyor. Şükran Günü’nde yine, ülkede yarattığı “muazzam değişiklik” nedeniyle en çok kendisine şükran duyduğunu yazabiliyor.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar