Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        The Post’un finalinde, pencereden içeri Oval Ofis’e zumlanmış kamera sırtı dönük Nixon’ı öfkeli ses tonuyla telefonda emirler yağdırırken gösterir; “Bundan böyle hiçbir Washington Post muhabiri Beyaz Saray’dan içeri alınmayacak. Alınırsa sizi kovarım…” Ve hemen bağlanan son sahnede Demokratik Ulusal Komitesi karargahında hırsız alarmı verilir, perde kararır… Watergate skandalı yoldadır, Nixon da gidici...

        Trump’ın geçen gün Washington Post muhabirlerine “iki alçak ve hafif sıklet muhabir” diye seslendiği, kendi saatiyle sabahın 7’sinde atılmış tweeti görünce, bir dejavu hissi uyandı. Trump “Bunlar Beyaz Saray’a alınmamalı, çünkü haberleri iğrenç ve yalan” diyordu. Trump’ın suçladığı gazetecilerden biri Post’un Beyaz Saray büro şefi Philip Rucker, diğeri de Beyaz Saray muhabiri Ashley Parker idi. İkisinin ortak imzalı bir haberine öfkelenmişti Trump.

        O haberde, Trump yönetiminin yaz aylarını, kaçırılmış fırsatlarla ve kendi kendini de sabote ederek boşa harcadığı belirtiliyordu. Kongre’nin dört kadın üyesini ırkçı bir tonda “çete” diyerek ülkeden kovmaya kalkmasından siyah nüfus ağırlıklı Baltimore’a “fare istilasına uğramış” şeklinde ettiği biçimsiz laflara; El Paso’da katliam yapan silahlı saldırganın Trump’ın göçmen düşmanı söylemlerinden esinlenmiş olmasına ve Trump’ın katliamların yaşandığı iki kente yaptığı ziyaretlerin yaraları saracak yerde ülkedeki bölünmeyi daha da körüklediğine kadar bir dizi falsoya ekonomi ve diplomasi alanındaki hatalar ekleniyordu. Başkanın tuhaf, istikrarsız davranışları piyasaları sarsıyor, Çin’le ticaret savaşı giderek sertleşiyor ve G7 zirvesindeki “testere diplomasisi” müttefiklerde Amerika’nın liderliğinde dair güvensizlik yaratıyordu.

        Bu ifadeler gazetecilerin yorumu değildi. Beyaz Saray yetkililerinin 2019 yazını tarihi başarılarla dolu bir dönem olarak lanse etmesine karşın, Başkan’ın danışmanları ile Beyaz Saray dışındaki müttefiklerinin çoğu özel sohbetlerde farklı konuşuyordu. Kaçırılmış fırsatlardan, Trump’ın kendi kendini sabote etmesinden yakınıyorlardı. İki gazeteci, hem Beyaz Saray hem de Cumhuriyetçi Parti kaynaklarından yansıyan bu görüşleri habere yansıtmıştı.

        POST, ESKİDEN DE AMAZON’DU

        Trump’ın “fake news” diyerek ana akım medyayı topyekün hedefe koyduğu malum. Ancak Post’la olan husumeti daha ileri boyutta. Zaten gazetenin adını anarken “Amazon Washington Post” şeklinde çıkışıyor; yeni sahibi, Amazon’un patronu Jeff Bezos’a gönderme amacıyla.

        Ancak gazetenin basın özgürlüğü adına ortaya koyduğu tavrın, “The Post”ta bir cesaret abidesi olarak izlediğimiz Katharine Graham’dan (Meryl Streep) bugüne sağlam yapısını halen koruduğu görülüyor. Trump’ın tweet’le çemkirmesinin ardından gazetenin yayın yönetmeni Martin Baron, iki muhabiri savunan bir açıklama yayınladı; “Washington Post, kadrosunda böyle iki harika gazeteci bulunduğu için gurur duyar. Beyaz Saray’ı izleme görevlerini her zaman doğruluk ve dürüstlükle yerine getirmişlerdir. Sonuna kadar onların ve önemli çalışmalarının arkasındayız. Başkan’ın, basını karalama ve gözdağı vererek sindirmeyi amaçlayan açıklaması mesnetsiz ve tehlikelidir, bu ülkedeki basın özgürlüğüne yönelik bir tehdittir."

        Trump’ın mesajının ardından hem Washington Post çalışanları hem de rakip medya kuruluşları ve muhabirler de, Başkan’ın hedefe koyduğu iki gazeteciye sosyal medyadan destek yağdırdı.

        Liderler basına her zaman set çekmek ister; basın özgürlüğü ise kontra set çekmeyi gerektirir. “The Post”ta ana tema, ABD yönetimlerinin Vietnam Savaşı yalanları üzerinedir, ancak daha küçük savaşlar da vardır. Örneğin Nixon, kızının düğününü izleyen gazetecinin haberindeki tonu beğenmediği için diğer kızının düğününe başka muhabir yollanmasını ister. O halde yayın yönetmeni Ben Bradlee (Tom Hanks) hiç muhabir göndermez, ancak düğün haberi yine de verilip gazetecilik görevi yerine getirilir.

        Vietnam Savaşı’nın kazanılamayacağı bilindiği halde askerler göz göre göre ölüme yollanmıştır. Bu hakikati ortaya koyan Pentagon belgelerini yayınlayan New York Times’a mahkemeden yasak gelir, Ben Bradlee yönetimindeki Washington Post, hapis tehlikesine rağmen, aynı kaynaktan alınan belgeleri yayınlamaya devam eder. Büyük bir medya dayanışmasıyla, diğer gazeteler de yayınlar. Yüksek Mahkeme, Anayasa’ya dayanan lehte kararıyla sonunda basın özgürlüğü kazanır.

        2017 yapımı filmin yönetmeni Steven Spielberg o tarihte Hollywood Reporter’la söyleşide şöyle demişti: “Senaryoyu okuyunca bu filmin sadece ve sadece bu yıl yapılabileceğini farkettim. 2017 ve 1971 – bugün ve Nixon yönetimiyle aleni düşmanları New York Times ve Washington Post arasında yaşananların benzerliği inanılmaz. Ve tanıdığım herkes öyle korkuyor ki…” Korkulan, o yılın başında göreve başlayan Trump’ın medyaya karşı tutumuydu. Aradan geçen iki yılı aşkın zamanda Trump ile medyanın savaşı daha da kızıştı. Her yıl çekilebilecek bir filme yetecek kadar mevzu birikti.

        Trump medyaya “fake news” atışlarına devam ediyor, medya da Trump’ın açıklamalarındaki “fake” tarafları yayınlamayı sürdürüyor. İşte ağustos ayı itibariyle Trump’ın hatalı ve çarpıtılmış bilgiler de içeren yalanlarının sayısı 12 bine ulaşmış. Geçen 26 Nisan’da 10 bin sınırını aşmıştı. Başkan günde ortalama 13 asılsız iddiada bulunuyor.

        Bu arada Washington Post, son haberinde “Trump artık yalanı da kıvıramıyor” diye yazıyor. Dorian kasırgasının istikameti bakımından. Afet Florida’yı tehdit ederken golf oynamakla eleştirilen Trump, Alabama’nın kasırga rotasında olduğunu söylemişti. Yanlış bilgi olduğu anlaşıldı ama Trump hatasını kabul etmeye yanaşmadığı için Alabama rotada kaldı. Hem de Trump’ın gösterdiği kasırga haritasında elle çizilmiş bir daire içinde…

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar