“Hepimiz kendi masallarımızın kurbanıyız...”
O gece Demirkan Konağı’nda yaşanan deprem, Umay’ın hayatındaki bütün taşları yerinden oynattı. Yıllardır kocası Affan’ın zulmüne evlatları için katlanan Umay için bu olay, bardağı taşıran son damla olmuştu. Çocuklarını alıp evi terk etti. Doğup büyüdüğü köye, Eskitepe’ye, uzun süredir kırgın olduğu ablası Sonay’a sığındı. El ele verip tüm küskünlükleri geride bıraktı iki kardeş. Hayatlarına bir çekidüzen vereceklerdi. Aile yadigarı mandırayı yeniden çalıştırmaya başlayacak, kimseye müdana etmeden yaşayacaklardı. Ama kul kurarken kader gülerdi. Karşılarına mazisi karanlık, gizem dolu bir adam çıktı… Kürşat Eroğlu… Yaralıydı. Kaçaktı. Çok korktular önce ondan. Ama Kürşat, Umay’ı ve çocukları, Affan’ın zulmüne karşı cansiperane korudu. Mandırayı ayağa kaldırmalarına yardım etti… Ve iki kız kardeş bir kez daha büyük bir yol ayrımına geldi. Çünkü herkesin geçmişinde büyük sırlar vardı. Ve zamanın açığa vurmadığı hiçbir sır yoktu…