Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Türkiye’nin ilk restoran sıçanı önceki akşam Karaköy’deki bir otelin lokantasında önemli bir medya grubunun tepe yöneticisi, bir sinema yazarı ve onun spor salonu yöneticisi eşiyle misafirlerinin olduğu masa tarafından görüldü. Ormanda ağaç düşer ve kimse görmezse o ağaç düşmüş sayılır mı? Gazetecilikte sayılmaz. O yüzden Karaköy’deki de ülkenin lokantalarda görünen ilk sıçanı değildi belki ama yan masada gazeteci olarak ben vardım. Böylece benim tanıklığımla ilk restoran sıçanı kayıtlara geçti.

Pizza sıçanı, metro sıçanı gibi İnternet’te kendine şöhret edinen kemirgenlerin şehri New York’tan geldiğim için sıçanı benim getirmiş olabileceğim esprisi yapıldı. Halbuki Paris’ten gelmiştim. Ama Paris’te de durum New York’tan daha iyi değil. Apartman dairelerinde daha çok küçük farelerin çıktığı bu şehirde kentin dört bir tarafında belediyenin “Sıçanları durduralım” afişleri asılı.

KÖPEK VE KEDİ NE YAPSIN

Masalardan biri “Kedi var ama nasıl olur,” diye naif bir tepki gösterdi. İstanbul’da kemirgen olmadığını varsayanlar bunu sokaklardaki başıboş kedi nüfusunun başarısına bağlar. Ama yoğurt kabıyla apartman önünde kedi besleyenler çok sevdikleri bu dört ayaklı hayvanın sıçanlara bulaşmadığını, sıçanlardan korktuklarını bilmiyor. Dahası kediler beslensin diye yoğurt kabıyla kapı önüne konan yemekler, tıpkı belediyelerin kedi beslemek için çeşitli kentlere koyduğu mamalar da sıçanlar için bedava yemek demek. Sıçan yemek ayırmıyor, ne bulsa yiyor. Kediye niyet, sıçana kısmet. Ama bu da yoğurt kabı romantiği hayvan dostları tarafından pek dillendirilmiyor.

Washington Post’un aktardığına göre D.C.’de belediyeden bağımsız olarak inisiyatif alan bir grup bağımsız sıçan avcısı her gece köpekleri sıçanların üzerine salıyor. Köpekler her gece sıçanları yakalıyor ve parçalıyor. Ciddi anlamda sokak köpeği problemi bulunan İstanbul’da herhangi bir bilgiden yoksun sahte hayvan dostlarına sıçanlarla mücadele için bir argüman olabilir bu. Ancak her köpek de sıçana bulaşmıyor. Haşerat, sürüngen ve kemirgenleri yakalamak için üretilen ‘terrier’ cinsi köpekler sadece sıçan avlıyor. İstanbul sokaklarında da bolca terrier dolaşmadığını biliyoruz.

“Sıçanları öldürmeden bir çözüm var mı?” diyen yoğurt kabı romantikleri de olacaktır elbette. Bu kemirgenleri evcil hayvana dönüştürüp besleyenler de yok değil. Sıçanlar bilimsel deneylerde insanlığın gelişmesine faydalı ama gelişme hızları nüfuslarını abartılı rakamlara taşıyor. Tepemizde her bir sıçanı yakalayacak kadar şahin de uçmuyor.

Antarktika dışında her kıtada rastlanan Norveç sıçanı olarak bildiğimiz tür (ki aslında Çin’den dünyaya yayıldı) yılda yedi kere üreyebiliyor ve iki ile 14 yavru doğurabiliyor. Dişi sıçan doğumdan 18 saat sonra yeniden çiftleşebiliyor. Her sıçanın ortalama 9.9 adet yavrusu var.

O yüzden Karaköy’de gördüğüm tek bir sıçan da 10 adet başka sıçanın habercisi. Rakamları katlanarak büyütmek, yüzden bine çıkarmak abartılı olmaz. Farkında değiliz belki ama ağırlıklı olarak köpekleri tartışırken, kedi tabusuna hiç dokunmazken, İstanbul’un ciddi bir sıçan problemi olduğunu görmezden geliyoruz. Üstelik bu şehir geçmişinde, ta Osmanlı döneminden, fare problemiyle meşhur.

2017’de New York belediyesi sıçanlarla mücadele etmek için 32 milyon dolarlık bütçe ayırdı ama başarılı olamadı. O günden bugüne sıçan problemi katlanarak büyüdü. Yeni belediye başkanı “Sıçan Çarı” unvanıyla bir yetkili atadı ve yine orta-uzun vadeli sıçanla mücadele planı yapıldı. Sokaklardaki çöplerin toplanıp sıçanların üredikleri yerde zehirlenmelerine dair bir dolu tedbir içeriyor. Tam rakamları tespit etmek mümkün değil ama şehirde yaşayan insan sayısı, bazılarına göre de üç katı kadar sıçan bulmak mümkün.

Sıçanların saldığı hastalıklar insan sağlığına ölümcül tehdit oluşturuyor. Ayrıca ekonomik de bir tehdit. Örneğin, Mumbai’deki otomobil yangınlarının bir numaralı sebebi sıçanlar. Dişlerinin büyümesi durmadığı için sıçanlar ne bulursa kemirmek zorunda; otomobilin kaportası ve kabloları, yumuşak metaller, sıva duvarlar, kauçuk, tuğla, çimento dahil. Aslında çene yapıları ve kuvvetli dişleri, uzun yüzme kapasitelerine bir yandan imrenmemek mümkün değil. Hızlı, atak ve akıllı sıçanlar her gün insan türünü biraz daha zayıf düşürüyor.

DÜNYANIN SIÇANSIZ TEK YERİ

İnsanın yaşadığı yerde sıçan olur. Ama Kanada’nın Alberta bölgesi dünyanın sıçansız tek alanı olarak nam saldı. Hatta BBC ve The Guardian’ın haberine göre bu işe yılda 380 bin Amerikan doları gibi cüzi bir rakam harcayan Alberta’nın sıçanlarla mücadeleyle yetkili kişisine her gün dünyanın dört bir yanından telefon geliyor: “Nasıl yaptınız, bize de anlatın?” diye.

Kanada o kadar soğuk ki, sıçanlar bile yaşamak istemiyor olabilir diye espri yapılabilir. Ama iklimin ve coğrafi şartlarının etkisi var. Texas ya da Fransa kadar yüzölçümü bulunan Alberta’nın çoğu dağlık alanları ve sert iklim şartları sıçanların sadece tek bir bölgeden girebilmesini mümkün kılıyor.

Alberta bu sorunu 1950’lerde fark edip mücadeleyi ciddiye alıyor. Önce kentin her yerine gördüğünüzde öldürün mesajı veren pankartlar asılıyor. Çiftçilerin sıçanla mücadeleyi ciddiye almaları sağlanıyor, ciddi denetim ve zehirleme uygulanıyor. Sıçanların girebileceği koridoru tespit ettikleri için Alberta’daki kemirgen timinin işi nispeten daha kolay. Hatta ihbar hattı bile var, ama Alberta nüfusunun çoğu hiç sıçan görmediği için çoğu zaman yanlış hayvanları şikayet ediyorlar. Yine de bölgeye dışarıdan—kamyonlarla çoğu zaman—gelen sıçanları tespit etmek için vatandaşların şikayeti önemli.

Birkaç sene önce Alberta’nın namını sarsacak bir sıçan istilası yaşandığında hemen mücadele sonuç verdi. 300’den fazla sıçan yakalandı ve nüfusun büyümesinin önüne geçildi. Alberta’da da sıçanları evcil hayvan olarak beslemek ya da ihbar etmek istemeyenler oluyor ama şu ana kadar ciddi bir tehdit oluşturmadı.

İSTANBUL’DAKİ ÇÖP YIĞINLARI

İstanbul’daki ilk restoran sıçanını gördükten sonra şehri farklı bir gözle dolaştım. İstanbul, pek çoğumuzun da bildiği gibi, sokaklarında sıçanların dolaşmadığını varsaydığımız bir yer. Ama sadece bir gözlemci olarak benim tanıklıklarım bile bu kentin sıçanlar için son derece elverişli bir yaşam alanına dönüştüğünü gösteriyor.

Bir zamanlar çöp dağlarının oluştuğu İstanbul’da yerel yönetimler yıllar içinde bu konuda çok ilerledi. Çöplerimiz toplanıyor ve açıkçası yıllardır çöp konusunda bir sorun da dile getirilmiyor.

Daha geçen hafta Nişantaşı’nda pek çok köşe başında süpermarket poşetleriyle sokağa bırakılmış çöp yığınları gördüm. Birçoğunun düğümü çözülmüş ya da üzerlerinde delik açılmıştı. Kendim çöp atmaya çıktığımda da Valikonağı ve Rumeli caddeleri arasındaki ara sokaklarda çöp bidonu bulamadım. Tam da bu sebepten dolayı bölge sakinleri evlerinin önüne bırakmış olmalıydı çöplerini. Belediye de belli ki ceza kesmiyor.

New York’ta sokağa bırakılan çöpler—bizdeki gibi tenekeler yok—sıçan sorununun bir numaralı sebebi. Belediye kaldırımlardan topluyor çöp torbalarını.

Şişli Belediyesi’nin nadir bulunan çöp konteynerlerinin dikey kapakları ya kullanılmıyor ya da yerinden sökülmüştü. Kapaklı teneke konteynerlerin yerine getirilen bu yeni modellerden o kadar az sayıda var ki, çoğu dolup taşıyor. İstatistiki bir veri bulamadım ama sadece gözlemle çöp tenekelerinin azaldığını söyleyebilirim. Bulabildiklerim hepsinin de kapağı olmadığı için çöpler kedilerin ve farelerin tırmanabileceği kadar kolay, onlara bir gıda deposu olarak tehdit oluşturuyordu.

Cihangir ve Gümüşsuyu arasında dolaştığımdaysa hemen her basamakta kediler için bırakılmış, bütün gece orada açıkta duran yiyecekler vardı. Kedi beslemek isteyenler kuru mama verip başında bekleseler, kapları da sonradan alsalar belki bir derece anlaşılabilir. Kedi nüfusunun kontrolsüz ve doğa dışı büyümesine katkıda bulunuyorlar ama en azından yemekleri sahipsiz bırakıp sıçanlara ziyafet teslim etmiyorlar. Diyorum ya, sıçan yiyecek seçmez diye. Kuru kedi mamasını da yiyor, çünkü her şeyi yiyorlar.

BELEDİYEDEN ALDIĞIM BİLGİ

Çöp tenekelerinin bu kadar az bulunmasının nedenini bana arka plan ve işleyiş hakkında bilgi veren bir belediye görevlisi anlattı. Artan otopark ihtiyacını karşılamak için çöp tenekelerinden feragat ediliyor. Seçmen sınıf atlama simgesi olarak gördüğü otomobiline tapınıyor, bu uğurda çöp tenekelerinin kaldırılmasına razı oluyor, hatta talep ediyor. İlçe belediyeleri de seçmeni memnun etmek için çöp tenekelerini kaldırıp birkaç araca yer açıyor.

İlçe belediyeleri ana arterlerde de ara sokaklarda da çöp konteynerlerinden sorumlu. Büyükşehir belediyesi ise park ve bahçelerde bulunan konteynerlerden sorumlu. Ancak nerenin park yeri yapılabileceğine dair farklı yetki tanımları var. Ara sokaklarda otoparka ilçe belediyesi, ana caddelerde Büyükşehir karar veriyor.

Belediye aynı zamanda otopark işletmeciliği de yaptığı için ortada bir çıkar çatışması da var. Bir çöp tenekesi koyup üç otomobilin otopark gelirinden olmak arasında nasıl bir tercih yapıldığını elimde çöp poşetiyle sokakta yürürken fark ettim.

Alberta gibi coğrafi avantajlarımız yok belki. New York’tan da sıçanlarla mücadele konusunda ileriyken, geriye düşebilme tehlikesi yaşıyoruz. New York park yerlerini geri alıp çöp tenekeleri koymaya hazırlanıyor, biz tam tersini yapıyoruz.

Sokak arasına çöp torbalarımızı bırakmamak bizim tercihimiz. Ama çoğu zaman buna mecbur bırakıldığımızı anlıyorum. Ben kendi tecrübemden biliyorum, ertesi gün bulduğum konteyner sonuna kadar doluydu mesela. Çöp kontrolü sıçanların yayılmasını engellemek için birincil adım, ama bunu bile başaramıyor gözüküyoruz.

Yırtılmış poşetler ve lokantadaki tek bir sıçan yaklaşan felaketin habercisi. Ne kadar hazırlıklıyız, kim neden farkında, bu yönde bir mücadele planı ya da bir günden var mı? Pek duymuyorum. Ama ben uyarana kadar o lokanta sıçanın çoktan ürediğini biliyorum. Daha bir tanesini yok etmeden bir de yavrularıyla, bu yazı bitene kadar da yavrularının yavrularıyla uğraşacağız.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar