Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Dünya prömiyerini geçtiğimiz şubat ayında Berlin Film Festivali’nin Forum bölümünde yapan, gösterime girdiği ülkelerde gişelerde başarılı sonuçlar alan ‘Exhuma’ (Pamyo), Jang Jae-hyun’un yazıp yönettiği Güney Kore yapımı bir korku gerilim filmi.

‘Exhuma’nın ilk bölümünde sadece iki ana karakteri tanımıyoruz. Aynı zamanda onlara güvenmek ile güvenmemek arasında gidip geliyoruz. İlki genç bir şaman kadın, diğeri ise yaşını başını almış tecrübeli bir Feng Shui ustası. İkisi de birçok şüpheci insanın batıl inanç olarak gördüğü işlerle geçimini sağlıyor.

Önce şaman Lee Hwa-rim’i (Kim Go-eun) ve yardımcısı Yoon Bong-gil’i (Lee Do-hyun) tanıyoruz. ABD’de yaşayan Kore kökenli varlıklı Park ailesinin davetiyle Los Angeles’a gidiyorlar. Aile, doktorların çare bulamadığı bir sorun için çağırıyor onları. Sadece ilaçlarla sakinleşip uyuyabilen, sürekli ağlayan yeni doğmuş bebekleri için… Aileden izin alıp bebekle yalnız kaldıklarında Hwa-rim ve Bong-gil’in gerçekleştirdiği küçük ritüeli gördüğümüzde, her ikisinin de yaptıkları işe inandıklarından emin oluyoruz. Ama Hwa-rim’in aileye açıkladığı teşhisi duyduğumuzda yine zihnimizde şüpheler beliriyor. Hwa-rim, ailenin erkek büyüklerinden birinin mezarda duyduğu rahatsızlık nedeniyle bebeğin ağladığını söylüyor işverenine. Dahası, sorundan tam olarak kurtulmaları ve bebeğin iyileşmesi için kesenin ağzını açmaları gerektiğini belirtiyor. Çünkü ona göre Güney Kore’deki mezar açılmadan ve tabut yakılmadan bebeğin huzura ermesi mümkün değil. Bu yaklaşımı, batıl inanç sömürüsünü getiriyor aklımıza.

‘Exhuma’yı seyrederken Güney Kore’de yılda yaklaşık 250 bin insanın öldüğünü, bunların sadece yüzde 30’unun toprağa gömüldüğünü öğreniyoruz. Yakınlarını toprağa veren varlıklı aileler ise mezarlıkları tercih etmiyorlar. Din insanlarının veya filmin ikinci ana karakteri Kim Sang-deok (Choi Min-sik) gibi toprak konusunda uzmanlaşmış Feng Shui ustalarının belirlediği yerlere gömüyorlar yakınlarını. İleride sorunlar çıktığında, mesela toprağın altındaki ruh, aile üyelerinin rüyalarına girip onlara musallat olduğunda, mezarın yine uzmanlar tarafından inanışlara uygun şekilde açılması gerekiyor.

Sang-deok’u ilk tanıdığımız sahnede başka bir varlıklı ailenin tabutunu topraktan çıkarırken görüyoruz. Ona da tam olarak güvenemiyoruz. Nasıl güvenebiliriz ki? Ruhların güya takma dişlerinin peşinde koştuğu bir kara mizah sahnesi seyrediyoruz sonuçta. Hwa-rim, Bong-gil, Sang-deok ve cenaze levazımatçısı Yeong-geun’un (Yoo Hae-jin) iş görüşmesi için buluştukları sahnedeki para muhabbeti, onları ciddiye almamızı zorlaştırıyor. Ama özellikle Park ailesinin açılmasını istediği tekinsiz mezarı görmemizle birlikte ‘Exhuma’nın tonu ve yapısı giderek değişmeye başlıyor.

Doğaüstü olaylar geliştikçe Hwa-rim ile Sang-deok’un işlerini titizlikle yapan dürüst ve gerçek uzmanlar olduğu netleşiyor; onlarla ilgili tüm kuşkularımız dağılıyor. O ana kadar hep doğru söylediklerini anlıyoruz. Ama ne kadar profesyonel olurlarsa olsunlar, bu kez gerçekten boylarını aşan büyük belaya bulaştıklarını onlar da fark ediyorlar. Trajik olan, mezarı gördükten sonra Sang-deok’un tehlikenin büyüklüğünü sezmesine rağmen Hwa-rim’in ısrarıyla işi kabul etmesi…

Zaten ‘Exhuma’nın hikâyesi tam olarak buradan şekilleniyor. Dolayısıyla, filmin ilk bölümü de böylelikle yerine oturuyor. Hwa-rim’in ‘Ben şamanın her şeyi çözerim’ hırsı olmasa, Sang-deok kibrine yenilmese ve asıl önemlisi, ikisi de Park ailesinden alacakları paraya odaklanmasalar, belli ki işi kabul etmeyecek ve en doğrusunu yapacaklar ama mezarın açılmasıyla birlikte her ikisinin de kontrol etmekte zorlandığı doğaüstü olaylar peş peşe gelmeye başlıyor. Sadece Park ailesinin değil, mezarın açılıp tabutun çıkarılmasında payı olan herkesin hayatı tehlikeye giriyor.

Güney Kore’den gelen çoğu korku filmi gibi ‘Exhuma’ da Hollywood’da alışık olmadığımız bir hikâye örgüsüne sahip. Ana karakterlerin dürüst olup olmadığını uzun süre sorgulamamız bunlardan sadece biri… Ana karakterlerin geçmiş öykülerinin geliştirilmesi yerine birkaç veri ve ipucuyla yetinilmesi de dikkat çekici. Öyle ki, filmden çıktığınızda ‘Herhalde ben birşeyler kaçırdım’ demeniz dahi mümkün. Aslında, hikâyenin akışı içinde Hwa-rim’in gençliğiyle tezat şekilde her şeye hâkim çok bilgili bir şaman olması, kafanıza takılmıyor bile. Çünkü karakterlerin motivasyonları ve zaafları, yerine oturuyor. Hwa-rim kendine aşırı güvenli olduğu için işi kabul etmekten çekinmiyor. Sang-deok ise Alman damatla evlenecek kızının düğün masrafları için giriyor işe. Ayrıca devreden çıkarılmak istemiyor; merakı korkusunu yeniyor.

‘Exhuma’nın ‘iki bölümlü mini dizi’yi andıran hikâye örgüsünü de atlamayalım. Filmin ortasında Hwa-rim ve Sang–deok için adeta ikinci bir macera başlıyor. Günümüz sinemasında çok karşımıza çıkan bir şey değil bu; ama gerçekten iyi işliyor. Tehlike ve tehdit derinleşiyor, Hwa-rim ile Sang-deok bu kez para kazanma motivasyonuyla değil, sorumluluk duygusuyla harekete geçiyorlar. Olay onlar için giderek daha kişisel hale geliyor.

Amerikan korku ekolünde filmin ilk bölümünde genelde çarpıcı bir gerilim sahnesine yer verilmesi, neredeyse bir gelenektir. Karakterlerin henüz farkında olmadığı ‘o büyük tehlike veya tehdit’ genellikle baştan sezdirilir. Hollywood yapımcılarının onaylaması zor olan ‘Exhuma’nın senaryosu ise Amerikan korku ekolünün her iki geleneğine de sırt çeviriyor. Korku gerilim öğeleri ağır ağır gelişerek yükselişe geçiyor. İkinci yarıda karşımıza çıkan asıl büyük tehdit ise sürpriz unsuru oluyor.

‘Exhuma’yı yeni numaralar denemekten çekinmeyen bir korku gerilim filmi olarak baştan sona ilgiyle izledim. Gerilim öğeleri gibi kan ve şiddet de giderek yükseliyor ama 2000’lerin başında Güney Kore’den gelen filmlere oranla her şey daha ölçülü tutuluyor açıkçası. Mezarın açılmasıyla başlayan süreçte karanlık genel planlarda arka fonda beliren hayaletler dahil olmak üzere birçok ürpertici sahne var. Ama bana sorarsanız ‘Exhuma’nın en güçlü ve özgün yanı Hwa-rim ile Sang-deok’un uzmanlıkları üzerinden gelen folklorik altyapı. Şaman Hwa-rim’in düzenlediği detaylı ritüeller, Sang-deok’un Feng Shui kökeni, filmin katmanlarını zenginleştiriyor. Daha önemlisi, bunlar bizi filmin alt metinlerine doğru götürüyor. Çünkü mezar, en başından itibaren Kore tarihinin metaforu aslında…

Kore’nin geçmişine doğru açılan karanlık ve kötücül mezardan gelen tehdit karşısında en iyi savunmayı binlerce yıllık kadim geleneklere bağlı bir Şaman’ın yapması kuşkusuz tesadüf değil. Toprak, filmin bütününde vatan metaforu ve coğrafik konumla birlikte okunması gereken bir dil neredeyse… O yüzden toprağın, coğrafyanın ve doğanın dilini iyi bilen Feng Shui ustasının diğer ana karakter olması, çok anlaşılır bir tercih.

Cenazelerin yüzde 70’inin krematoryumda yakıldığı bir kültür için toprağa gömülen huzursuz ruhların, yaşayanların dünyasından ellerini çekmemeleri, anlaşılır bir korku; ama ‘Exhuma’nın yegâne alt metni toprağın ölülere güç veren canlı bir organizma olması değil. 20. Yüzyıl Kore tarihi daha önemli bir öğe…

Malum, Japonya’nın Kore’yi işgal etmesi ve sonrasında iç savaşa kadar giden bölünme süreci, hâlâ tam olarak aşılamayan sosyal bir travma günümüz Güney Kore’sinde… Japon işgali sırasında ortaya çıkan Koreli işbirlikçiler, toplumsal hafızanın gündeminden düşmeyen bir başka mesele. Peki, tüm sorunların gerisinde yatan ve kökleri geçmişe doğru uzanan Japon militarizminin yeniden hortlama korkusu ve ‘Hortlarsa, ona karşı en büyük silahımız ne olabilir?’ sorusu… Ve asıl önemlisi, yeni kuşaklar tüm bunları unutarak kendilerine yurt dışında yeni hayatlar kurabilir mi? Jang Jae-hyun, alt metinlerde tüm bu soruların yanıtını arıyor ve mezar açıldıkça, bizi geçmişin dinmeyen sancılarına, acılarına doğru taşıyor. ABD’de doğan bir bebeğin neden hiç durmadan ağladığı sorusunun yanıtı, aslında Jang Jae-hyun’un bakış açısını bire bir yansıtıyor. Kimi seyircilerin batıl inanç diye gülüp geçeceği yanıtın, filmin ana fikrini yansıtması, kuşkusuz ayrı bir ironi…

Korku gerilim alt metinleriyle derinleşen ve nitelik kazanan bir tür. ‘Exhuma’ işte tam da böyle bir film… Son olarak, Kim Sang-deok’u canlandıran Choi Min-sik’i ‘Oldboy’un başrolünden hatırladığımızı belirtelim. Türün meraklıları ve Güney Kore janr sinemasına özel ilgi duyanların kaçırmaması gerektiğini düşünüyorum.

7/10

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar