Habertürk
Yerel Haber Hattı 0536 266 79 69
KONUŞMAYI BAŞLAT
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

Özge Mine SARIÇAM / HABERTURK.COM

osaricam@haberturk.com

Bazı şarkılar vardır, dinleyince beyninizdeki imgeleme merkezini hızla harekete geçirip sizi hayal gücünüzün derinliklerine çeker. Aslında bunu yapmayı başarabilen parçalar insana, “ne güzel şarkı” dedirtir. Bazı şarkılar sözleriyle sizi yakalar ve geçmişe döndürürerek “flashback” yaşatır. Ancak milenyum çağına girmemizin etkisiyle teknolojinin nimetlerinden faydalanan müzik endüstrisi, içine elektronik öğeler kattıkça bazı şeyler sözlerin önüne geçmeye başladı. Artık geçmişe dönmemizin çok da önemi yok, önemli olan şey “o an”dan soyutlanmak. Artık her şey ivme kazandı ve ilerlememiz gerektiğinin farkına varmaya başladık. En azından yeni jenerasyon adına bunu söyleyebilirim. Artık kendimizi “o an”dan soyutlayan parçalar enstrüman olmadan, sadece bilgisayar kullanılarak da yapılabiliyor.

Tabii ki bu enstrümanlardan aldığımız hazda bir azaltma yaşatmadı ancak bazı müzisyenlerin hala kabul etmek istemedikleri “enstrüman çalmayan müzisyen” olgusunu yarattı. Sadece bilgisayarda yapılan bir müzik, müzik değil midir? Peki onu yaratan kişiler müzisyen veya sanatçı sayılamaz mı? Ben geç keşfettiğim Fuji Kureta’nın parçalarını dinlerken yoğun bir şekilde izole olma ve meditatif hisse kapıldım. O an bulunduğum yerden çıkıp, ormanlık, açık hava bir yerde buldum kendimi. Bir Japon grubundan bahsetmiyorum; Fuji Kureta, Deniz Öztürk ve Şahin Kureta’dan oluşan İstanbullu bir grup. Yeni albümleri Andrey’in ilk parçası “Zest for Life”ı internete yüklediler.  Dinlerken sessiz ve loş bir odaya geçip gözünüzü kapatmanızı öneririm. Acaba siz kendinizi nerede bulacaksınız? Ben şahsen Deniz ve Şahin’in nasıl insanlar olduklarını merak ettiğimden bu röportajı yapmak istedim.  19 Mayıs'ta yayınlayacakları Adrey adlı yeni albümlerinde matematiksel verilerden faydalanarak Markov Zinciri’ne bağlı parçalar yapmışlar.  Albümü Murat Uncuoğlu'nun stüdyosunda kaydetmişler. Gerisini onlardan dinleyelim…

Fuji Kureta kulağa Tokyo’lu grup ismi gibi geliyor. Kureta Şahin’in soyadıymış, Fuji ne demek?

Deniz Öztürk: Fuji, benim internette kullandığım lakabımdı. Kureta ile birleştirelim dedik ve dediğin gibi Japon havası verdi. Kureta soyadı da Şahin’in Giritli olmasından kaynaklanıyor. Kureta, Girit Adası demekmiş. Şahin’e de bütün arkadaşları Kureta derdi zaten.

İlk 2009’da çalmaya başlamışsınız. Son zamanlarda pek konser vermediniz mi?

D.Ö.: Evet, son konserimizi geçen sene 30 Mayıs’ta verdik ve Gezi olayları nedeniyle kimse gelmedi. 31 Mayıs’ta da zaten İstanbul birbirine girdi.

“BİZİ DİNLEMEYE SON PARÇALARIMIZDAN BAŞLAYIN”


Sizi ilk defa dinleyenlerin hangi parçalarınızdan başlamasını tercih edersiniz?

D.Ö. : En son parçalarımızdan. Biz en çok en son yaptığımız parçaları seviyoruz ama herkes genelde ilk albümümüzü ve “Bonjour” parçasını dinliyor.  İlk EP’miz daha kolay dinlenebilir jazzy öğeler içeren bir albüm oldu. “See Through” ise daha içe dönük, karanlık bir albüm oldu. Bizim için de daha karanlık bir dönemdi. Kapağını yapan illüstratör Gizem Vural bile siyah yoğunlukta bir kapak yapmıştı.

Son parçanız “Zest for Life” daha meditatif bir şarkı, Zen kültüründen etkilenildi mi?

D.Ö. : Oryantal harmonilerinden dolayı öyle bir hissiyat vermiş olabilir. İçinde en fazla Doğu armonisi taşıyan parçamız o. Eski tarzımız daha kuzeyliydi.

Son albümünüzde enstrüman kullandınız mı yoksa tüm sesler bilgisayardan mı?  

D.Ö. : Tamamı bilgisayar programlarıyla yapıldı. Şahin hepsiyle tek tek kendi uğraşıyor. Bu da bir çeşit enstrüman aslında.  Şahin ilk kısa sürelik beat’ler yazıyor sonra ben onların üstüne melodi yazıyorum. O melodinin etrafında da başka altyapılar geliştiriyoruz. En sonunda da sözleri yazıyorum.

Peki üniversitede hangi bölümlerde okudunuz?

D.Ö. : Şahin fizik okudu, ben iktisat. Sonra Şahin kompozisyon okudu. Ben daha çok söz yazdığım için işim edebiyatla. Zaten normalde de çeviri yapıyorum, 4 tane Fransızca’dan Türkçe’ye çeviri kitabım var.

Peki tarzınızda hangi gruplardan etkiler bulmak mümkün?

D.Ö. : Herkes Björk’e çok benzetiyor. Bence de melodilerin tartımları benziyor. Lamb ve Radiohead’in altyapılarına benzetenler de oluyor.

Siz en çok kimleri seversiniz?

D.Ö. : Bu saydığım gruplar dışında Little Dragon ve Türklerden de Fecr-i Ati’yi çok beğeniyoruz. Nazif Kerem Güroğlu’nun eski grubu.

“GECE 12’DEN SONRA DİNLENİLECEK BİR MÜZİK DEĞİL”    

 

Kendinle ilgili bir şeyi değiştirmek isteseydin neyi değiştirirdin?

D.Ö. : Keşke daha iyi bir şarkıcı olabilseydim. Daha az utangaç bir vokal olabilseydim derim ben hep. Ama üzerinde çalışıyorum.

Sizi canlı dinleyenlerin tepkileri ne oluyor? Gözlerini kapayıp yere mi uzanıyorlar?

D.Ö. : Evet gözlerini kapayıp sallananlar oluyor. Canlı çalmayı çok seviyoruz ve Türkiye’de daha çok çalmak istiyoruz. Ama çalabileceğimiz çok fazla yer yok çünkü gecenin 12’sinden sonra insanları eğlendirip dans ettirecek bir müzik değil açıkçası. Daha çok akşamın ilk saatlerinde dinlenebilecek bir müzik.

Peki en çok neyin hayalini kurarsın?    

D.Ö. : Müzikle ilgili olarak bütün dünyanın bizi dinlediği hayalini kurarım.

Şahin Kureta: Film müziği yapmak isterdim. Spesifik olarak “şurada çalalım” gibi bir kaygım yok ama müziğimizi daha fazla insan dinlese güzel olurdu.

Bunun için daha piyasaya yönelik işler de yapmayı düşündünüz mü?

D.Ö. : Hayır çünkü bizim o tarz bir kariyer hedefimiz yok. Yaptığımız şeyi ciddiye almadığımızdan değil tabii ama bizim için birincil olan istediğimiz müziği yapmak. Bir şarkımızı birine dinletirken utanıyorsak, isterse 500,000 satsın bizi tatmin etmez.  

Parçalarınızdaki “dreamy” (hayal kurduran) dinlendirci etkiden dolayı sizin de daha iç dünyanıza kapanık realizmden kaçan insanlar olduğunuzu düşünmüştüm. Hayal ettiğiniz şeyi ondan sordum aslında.

D.Ö. : Hayal ettiğimiz şeyle yaptığımız şey hiç uymuyor değil mi? Ama “kaçmak” lafı biraz negatif, aslında çok hayalperest insanlar olduğumuzu söyleyemem. Gerçek hayat da gayet güzel.

“TÜRKİYE’DE MUADİLİMİZ YOK”

Sizinle ilgili en çok yapılan yorum “değişik” bir sound’unuz olduğu. Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?

D.Ö. : Belki de Türkiye’de pek muadilimiz olmadığındandır. Ama asıl neden bir prodüktörümüzün olmaması. Piyasada ne gider, ne gitmez gerçekten hiç bilmiyoruz. Tamamen içimizden geldiği gibi müzik yapıyoruz, belki de o yüzden farklı geliyordur. Her şeyin birbirine benzemesinin sebebi o. İnsanlar herkesin dinlediğini dinleyip ona benzer bir şeyler yapmaya çalışıyor. Ama onlar üç yıl sonra unutulup gidecek, kalıcı olan biziz. Müziği para kazanma aracı olarak kullanacaksan git başka bir işte çalış veya git resim yap, inşaatta çalış.

Bazı şarkıları dinlerken gözümüzün önünde görüntüler oluşur ya, sizin parçalarınızı dinleyenlerin gözünde ne canlanıyordur?

D.Ö. : Benim insanların gözünde canlanmasını istediğim şey en mutlu olduğu anlardır. Bizim müziğimizi dinleyince en mutlu olduğu anlara dönmelerini isterim. Zaten mutsuzluk çok var, o yüzden acıklı şarkılar yapmak istemem. Acıklı bir söz yazsam bile bunu metaforik bir şekilde anlatmayı tercih ediyorum.

Canlı performanslarınız sırasında koku püskürtmesi yaparak koku hafızasını da tetiklemeyi düşünür müsünüz? Müziğinizin ambiyansına güzel gidebilirdi…

D.Ö. : Koku çok iyi fikir aslında. Japonların da reklam yaparken kullandığı bir teknik. Ama canlı performansı zenginleştirecek her şey para demek.

“YENİ PARÇALARI YAPARKEN MARKOV ZİNCİRİNİ KULLANDIK”


Yeni albümünüzün konsepti ne?

D.Ö. : Andrey Markov diye bir Sovyet matematikçi var. Onun “Markov Chain” (markov zinciri) diye bir matematik teoremi var ve birçok insan onun matematiksel kuramını müziğe uyarlayarak bu teori üzerinden beste yapmış. Biz de Andrey albümünde böyle bir şey yapmaya çalıştık. Bütün parçalarda Markov zincirinin kullanıldığı bölümler var Andrey’de.

Ş.K. : Mesela koroyla söylenmiş bir eserin ekolayzırda içinde hangi sesleri barındırdığını çıkartıp, o sesleri istatiksel olarak alıp, “burada çoğunlukla bunlar kullanılmış, diğer kısımlarda şu sesler kullanılmış” diyerek, sonra bu istatiksel verileri alıp Markov zincirini kullanarak sıfırdan başka ses ürettik. Böylece harmonik yapısı ona benzeyen ama yepyeni bir ses çıkartmış olduk. Yani özetle koronun tınısına dair bilgiyi alıp ona benzer tınıda sentezlenmiş bir ses ürettik.

Müziğinizin hayal gücünü tetikleyici etkisini göz önüne alırsak, dünyayı bir renge boyayacak olsaydınız hangi renge boyardınız?

D.Ö. : Şahin empresyonizmle ilgilendiği için belki de bu müziğimize yansıyordur. Ben dünyayı boyayacak olsam Güneş renklerini tercih ederdim. Sıcak renkler.

Ş.K.: Ben mavi isterdim.

Peki günlük hayatınızda ne yapıyorsunuz, müzik dışında hangi işle meşgul oluyorsunuz?

D.Ö. : Biz aslında freelance konferans çevirmeniyiz. Ben Fransızca, Şahin İngilizce çeviri yapıyor. Onun dışında da evde sürekli müzik yapıyoruz. Zaten birlikte yaşıyoruz. Ben onun yazdığı bir şeyi alıyorum başka bir odaya gidip onlarca kere dinleyip, söz yazıyorum. Yalnız üretip sonra bir araya getiriyoruz.