Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Müzik Çello sanatçısı Gözde Yaşar: Annemin ve babamın desteği sayesinde buradayım

        Küçükken enstrüman çalmayı çok istediğimi hatırlıyorum… Babamın evdeki kırık gitarından bir şeyler öğrenmeye heves ettiğimi de… Tabii enstrüman öğrenmek için çok büyük bir sabır gerektiğini ve bu iş için insanların yıllarını harcadığını bilmiyordum pek… Ben bir süreden sonra pes ettim, dinleyici olarak kalmaya devam ettim. Başlamadan biten gitar tecrübemden sonra da enstrüman çalabilene, sabrından dolayı daha çok saygı duymaya başladım.

        Viyolonsel sanatçısı Gözde Yaşar da saygı duyduğum kadınlardan... Genç yaşında, 25 senesini sanata vermiş hayran olunacak birisi...Ailesinden klasik müzikle uğraşan yok. Ona ilham veren kişi annesi... 8 çocuklu ailenin en küçüğü olan annesi kendi kendine üniversite okumuş. Heykel ve oyma sanatıyla uğraşan, tambur çalan babası da, annesi gibi sanatla yakından ilgiliymiş... Bu nedenlekızlarını sanatla iç içe yetiştirmişler...

        1995 yılında Bilkent Müzik ve Sahne Sanatları Hazırlık Okulu’na tam burslu olarak kabul edilen Yaşar, 12 yıllık eğitimin ardından okulu birincilikle bitirmiş. Fulbright bursu ile Amerika’da eğitim almış… Master programını New York'taki Purchase College'da tamamlamış. Ardından daUniversity of Maryland'de doktora programına kabul edilmiş. Şimdilerde Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde Doçent olanviyolonsel sanatçısı Gözde Yaşar ile 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla buluştuk...

        10 yaşında Bilkent Üniversitesi’nde eğitime başladınız… Yüzde 100 burslu olarak üniversiteyi Bilkent’te bitirdiniz...

        Tabii o yaşlarda insan biraz okul sistemi nedeniyle arada kalabiliyor. Ortaokul sınavları, liseye geçiş sınavları derken pek çok aşama var. Biz de oralardan geçtik tabii ki. Ben o sırada ‘Müzik mi?’ yoksa ‘Okul mu?’ diye arada kaldım. Ama o dönemde zaten TRT Çocuk Korosu’ndaydım. Doğduğum yer olan İzmir’de müzik çalışmalarıma başlamıştım. Sonra babamın işi dolayısıyla Ankara’ya taşındık. Koro nedeniyle çok sesli müziğe bir aşinalığım vardı. O süreci hep deneme isteği vardı ancak bir yandan da korku da vardı. Bugün çok daha yaygın tabii ama o zaman da çok yaygınmış. Hatırlıyorum… O dönem korodan çok arkadaşım konservatuar sınavlarına girmişti.

        REKLAM

        Burada anne-babanın desteği çok önemli. ‘Normal okulda devam mı etmeli?’ yoksa ‘Farklı bir çalışma ortamına, farklı bir bakış açısına sokmalı mıyız?’ sorularına cevap bulmak gerekiyor. Zorlu bir süreçti ama benim için çok iyi oldu müzik okuluna girmem. Bilkent’te olmak, çok değerli bir hoca, enstrümancı, müzisyen olan Gara Aliyev ile çalışmak çok güzeldi. Ondan çok şey öğrenmeye çalıştım. Ve bugün öğrencilerime o fikirleri sunmaya ve onu devam ettirmeye çalışıyorum.

        Okul sürecinde yarışmalardan bir sürü derece elde ettiniz... Hayatınızın o dönemi nasıl geçti?

        Okul sürecinde küçük çapta yarışmalara katıldım. Trakya Üniversitesi’nin o sırada viyolonsel yarışmaları yapılıyordu. Lisede ona girip ikincilik ödülü aldım. O benim için ilk ve özel bir deneyimdi. Ondan sonra orkestrayla solo olarak çaldım.

        Ailede müzikle uğraşan biri var mı? Sizi çelloya yönlendirmede ailenizin etkisi oldu mu? Yoksa başından beri bu sizin hayaliniz miydi? B

        Annemde Türk sanat müziğine karşı büyük bir ilgi vardı. Ben de onun içindeydim sürekli... Ama ailemde klasik müzikle ilgilenen bir sanatçı yoktu. Bu anlamda ben ilktim. Ama ben seçtim, istedim ve tabii ki ailem çok destekledi.

        “DERSE HAZIRLANMA SÜRESİ 9-10 SAATLERİ BULUYORDU”

        Okul ve eğitim hayatınız nasıldı? Bu meslek için çok fazla özveri gerektirdiğini biliyorum. Günde kaç saat çalışıyordunuz?

        Konservatuardaki sistem içinde müzik bir ilave olduğu için işler iki katına çıkıyor. Bir yandan fen, matematik ve kültür dersleri, bir yandan da müzik derslerine giriyorduk. Tabii onun da ayrı olarak çalışılması gerekiyor. Dolayısıyla bizim hep araya sıkıştırma durumumuz olurdu. Mesela bir ders yok mu hemen bir oda bulup 40 dakika çalışırdım. Solfej, teori bunlar hep aslında ilave olarak fazlasıyla günümüzü dolduruyordu. Burada elbette bireysel çalışma çok önemli… Ders bir saat sürüyordu. Ama derse hazırlanma süresi 9-10 saatleri buluyordu topladığın zaman. Ancak bizim sınıf çok çalışkandı. Çok birbirimize destek olurduk. Bu anlamda okul ortamı çok önemli. Biz sınıf olarak çok çalışırdık.

        Üniversite eğitiminin ardından Amerika’da eğitim aldınız… Fulbright bursu ile master için New York’ta, doktora için ise Maryland’da bulundunuz…

        Amerikada, bir kadın olarak şanslıydım. Çünkü bu tür şeylerde daha oturmuş bir düzenleri var… Onların da başka problemleri var gerçi ama bu konuda çok rahat ve çok güzel bir ortamda bulunduğumu söyleyebilirim. Arkadaşlarımdan her zaman destek gördüm. Müzisyen kimliğiyle orada bulunmak çok önemli bir şey. O yüzden hiç kariyer ve okul anlamında zorluk yaşamadım. Çok güzel geçti master ve doktora hayatım. İnsanların her zaman birbirine destek olduğu bir yerdi. Bu bakımdan kendimi çok şanslı görüyorum. Türkiye’de 12 sene boyunca erkek hocayla çalıştım. Tabii onun bakış açısı, disiplini farklıydı. Biraz daha sertti. Orada ise hem master, hem de doktorada iki kadın hocayla çalıştım. Bu benim için enteresan ve farklı bir deneyimdi. Hiç hayatımda öyle bir figür olmamıştı.

        Biz öğrencilerimize sadece ders anlatmıyoruz, onların aynı zamanda bireysel koçlarıyız. ‘Hayatını nasıl devam ettiriyorsun’, ‘Evde ne oluyor?’, ‘Düzenin nedir?’ sorularını çok sorarız. Benim derslerimde ilk olarak ‘Kahvaltı ettin mi?’ diye soruluyordu. Amerika’da hocalarım anne gibi sahip çıktılar bana. Daha yumuşaktılar, kadın olmanın verdiği şefkat vardı. Ben de kendimde öğrencilerime karşı onu hissediyorum.

        “BURSU BELKİ DE O YIL KAZANAN TEK KİŞİYDİM”

        Amerika Birleşik Devletleri’nin en prestijli burs programı olan Fulbright bursunu kazanmanın oldukça zor olduğunu biliyorum. Burs kazanmak için ne yapmak gerekiyor?

        Fulbright, çok önemli bir burs. Onunla Amerika’ya gitmek, çok farklı bir deneyim ve ayrıcalık. Burs kapsamında oryantasyonlar, kültüre alışmamız için yapılan buluşmalar ve davetler vardı. Tabii şöyle bir şey var. Müzik bursu diğer bölümlere göre çok verilmiyor. Bursu belki de o sene kazanan tek kişiydim. Her sene bir ya da iki kişi bu müzik bursunu kazanabiliyor. Az kişiyiz diğer bölümlere göre… Belki de değer sırası konuluyor. Müzik belki de daha alt sırada… Yurt dışında o süreci bilemiyorum. Ama şimdi çok daha fazla burs veriliyor.

        Bursun detayından bahsedecek olursam San Francisco tarafında okul başlamadan önce iki aylık bir dil eğitimi veriliyordu. Orada tabii diğer milletlerden çok sayıda insan vardı. Öğrencilere desteği sonuna kadar hissettiren bir burstu.

        Tabii ki okul ortalaması üzerinden ön elemeler gerçekleşiyor. Jüri önünde İngilizce sözlü mülakat yapılıyor. Orada da kendini ifade edebilme, belli bir amacının olması ve öğrenme isteğine bakılıp rahatlıkla seçim yapılıyor. Ancak burs, doktoraya kadar devam etmedi. Bugünkü şartları bilmiyorum. Doktora için kafamda bir okul belirleyerek sınava girdim ve asistanlığa başladım. Yani yine bir burs durumu olduğu için devam edebildim. Yoksa dönmeyi planlıyordum. Zaten zordu çünkü o kadar uzak bir yerde olmak. Araya aile faktörü, duygusal faktörler giriyor. Ama orada doktoraya devam etmek bence çok iyi bir karardı.

        REKLAM

        Amerika'dan döndükten sonra ise burada Mimar Sinan'a kadrolu olarak girdiniz değil mi? Öğrencilerle aranız nasıl onları nasıl geleceğe hazırlıyorsunuz?

        6-7 aylık dönemde ailemle özlem giderdim. Küçük çapta konserlerde bulundum. İstanbul’da ünlü kemancı ve hoca Lucas David’le bir konserim oldu. Okula girmek için çok daha uzun süre bekleyebilirdim ama çabuk gelişen bir olay oldu. Mimar Sinan’da hem çalışıp hem öğretiyoruz… O bakış açısıyla giden bir okul… Böyle bilgi alt yapılı ve performans odaklı bir okulda bulunmak benim için şans oldu.

        “ÖNCE DÜŞÜN, SONRA YAP”

        Öğrencilerle aranız nasıl onları nasıl geleceğe hazırlıyorsunuz?

        Pasaj üzerinden değil elbette… Öğrencilerin müzikle ilgili düşünceleri çok önemli. Bunları paylaşınca bir saatlik ders zor yetiyor. Fikrime göre bazen derste dış etkenlerden konuşmalıyız. Bazen çalmamalıyız. Kafayı önce bir hazırlamayız. Çünkü o çok önemli. Felsefem ‘Önce düşün, sonra yap’. Dışarıda neysen derste de ‘o’sun. Dürüst çalıp, dürüst olmayı, net olmayı, iyi niyetli davranmayı, çalışkan olmayı, temiz olmayı konuşuyorum öğrencilerle.

        Bir de tabii ki kendi deneyimlerimden yola çıkıyorum… Ben ne yaşadıysam, ne kadar çok müzik, prova ve konser ortamında bulunuyorsam mutlaka onları uzun uzun konuşuyorum. Çünkü bire bir deneyim bence en önemlisi. Ben en çok kendi deneyimlerimi bilebilirim. Bazen dışarıda dışarıda toplanıyoruz, bir şeyler yiyip içiyoruz. Sadece ‘Çalıştın mı çalışmadın mı?’ sorusu yerine bir şeylerin nasıl gittiğini soruyorum. Arkadaş gibiyim biraz da. Ancak derste, derse konstantre oluyoruz. Ama konuşmaya dayalı anlarda çok samimi ve açık oluyorum elimden geldiğince... Tabii bazı şeyler sabır gerektiriyor. Bir şeyleri hazırlama sabrı, güzel bir sabır… Müzik arkadaşlığı içinde beraber çalıp beraber hissederek bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Onlara farklı bakış açısı getirerek, tek düze düşünüş biçiminden biraz uzaklaştırma amacıyla derslerimi yapıyorum. O yüzden derslerde çok konuşma oluyor.

        REKLAM

        “HOCAM ENSTRÜMANINI BANA HEDİYE ETMİŞTİ”

        Mesleğin zorlukları neler? Bildiğimiz kadarıyla siz profesyonel sanatçıların kullandığı enstrümanların ciddi maliyetleri bulunuyor...

        Ben kendimden bahsediyim. Hocam ben öğrenciylen artık yaşlanmıştı ve enstrüman çalamıyordu, sadece hocalık yapıyordu. Bu nedenle o zamanlar kendi enstrümanını çok küçük bir ücret karşılığında bana hediye etmişti. Sağolsun öyle bir şansım oldu. Ama tabii ki doktora sonuna kadar gidebileceğim bir enstrüman mıydı? Alınması gerekirdi bence ama ben daha 3 sene önce enstrümanımı satın alabildim. Kendi paramı, finansal durumumu bir şekilde sabitledikten sonra böyle bir şeye hemen girdim. Tabii zorlu bir süreçti. Yurt dışına bizzat giderek, arayarak, yapımcılardan randevular alarak, ikinci el enstrümancılara giderek araştırmamı yaptım ve borç harçla enstrüman satın aldım.

        Bazı enstrümanlar yüz bin dolarları buluyor değil mi?

        Tabii… Onlar daha çok sponsorlar vesilesiyle oluyor. Dünya çapında solist olanlara yarışmalarla enstrüman verilebiliyor… Ama o geçici bir şey oluyor elbette. İnsanın kendi enstrümanını alması bence önemli bir şey. Ben o konuda uğraştım gerçekten. Bir şeylerden kıstım ve değdiğini düşünüyorum. O şekilde satın aldığım için gurur duyuyorum. Bende çok büyük bir değeri var. Onun için değerli şeyler belki de daha geç ve daha emek gerektiren şeyler oluyor. Öğrencilerime her zaman bir şeyleri başararak alın, bir şeyleri kendiniz yapın diyorum. Ailelerin bazıları destek olabiliyor, ancak bazıları olamıyor. Biz de küçük çaplı burslar alıyoruz ve onları biriktiriyoruz. Şimdi bir öğrencime biriken iki-üç yıllık bir birikim sonunda olabildiğince iyi bir şey alacağız. Yetenekli, çalışkan öğrencileri her zaman desteklemeye çalışıyoruz.

        “MÜZİK VE SPORDA HIRS OLMADAN OLMAZ… REKABET DOĞALDIR”

        Eğitim vermenin yanında orkestralarda da bulunuyorsunuz. Bir kadın olarak mesleğinizde zorluk yaşadınız mı? Önyargıya maruz kaldınız mı? Örneğin bulunduğunuz orkestralarda...

        Viyolonselciler gözüyle düşündüğümde bizim çok güzel bir ortamımız var. Öyle köstek olma gibi bir durum yok. Tabii ki şimdi müzik ve sporda hırs olmadan olmaz. Rekabet doğaldır. Ama önemli olan bunun kötü niyetli olmaması. Dolayısıyla bence biz bunu ayarlayabiliriz. Böyle bir his karşısında duruş sergilemek lazım. Bu duruşu iyi müzisyenler sergiliyor zaten. Ve ben hep iyi enstrümancılarla çalışıyorum. Onlara saygı duyuyorum. Hep de böyle saygı çerçevesinde bir şeyler oluşuyor. Diğer ortamlar uzun sürmüyor bence. Yeni jenerasyonda arkadaşlık çerçevesinde daha verimli çalışmalar yapıyoruz. Kötü niyetle yapılmış bir şeyin içinde bulunmadım, o konuda şanslıyım. Bulunan vardır mutlaka… Çünkü insan faktörü işin içine giriyor.

        “ERKEK EGEMENLİĞİ VAR”

        Tabii ki sektörde bir erkek egemenliği var. Ama çağdaş müzik yapan genç kadın arkadaşlarla çalıştım. Ve çok iyiler. Bence bu durum biraz da yolun açılmasıyla ilgili... Bunun limitle bir ilgisi yok bir kere bu algıyı silmek lazım. Erkek daha başarılı diye bir şey yok. Bunun önünün açılmasıyla ilgisi var. Son 5-10 senedir de kadınların önü açıldı, ben öyle düşünüyorum. En azından deneyimlediğim kadarıyla öyle. Çok iyi kadın enstrümancılar var. Dolayısıyla ben bunu görmekten çok mutluyum. Tabii bunu öğrencileri destekleyerek devam ettirmeliyiz. Bu ayrımı kafamızdan silmeliyiz. Ama yavaş yavaş bir şeyler oluyor herhalde. Bazen orkestralarda çoğumuzun kadın olduğunu görüyorum, hoşuma gidiyor…

        Baktığımızda dünya çapındaki solistlerin de çoğu erkektir. 12 yılımı erkek ve çok disiplinli bir hocayla geçirdim. Erkeklerin fiziki olarak enstrüman üzerinde kuvvetlerinin olduğunu düşünüyordum ama o fikir de gözümde yıkıldı. Bence kadınlar ton anlamında çok güçlü. Düşünce ve disiplin anlamında da gayet direkt olabiliyorlar.

        “AİLEMİN DESTEĞİ SAYESİNDE BURADAYIM”

        İlham aldığınız kadınlar kimler?

        Annem doğulu bir ailenin 8. çocuğu olarak dünyaya geldi. Onun başarısını yadsıyamayız. Kendi kendine üniversite okumuş, İngiliz Dili ve Edebiyatı’ndan mezun olmuş… Aynı zamanda tiyatroyla ve sanatla çok ilgili. Ben ailemin desteği sayesinde buradayım…

        Müzikal anlamda da çok iyi kadın sanatçılar var. Mesela Jacqueline Du Pre bizim için çok önemli. Bugün bile arada belgeselini açıp izlerim. Onun müziğe olan tutkusu ve çalışması bana ilham verir. Yurt dışındaki hocalarım da aynı şekilde öyle… Onlar da çok başarılı çellistler, çok güçlü kadınlar. Onları tanıdığım için çok mutluyum… Onun dışında kompozisyon bölümünde okuyan kadın besteciler ve çalışma arkadaşlarım bana ilham veriyor. Benden yaşça büyük, geldiğimde beni destekleyen, konserlere çeken kadın sanatçılar da aynı şekilde ilham veriyor. Çok iyi kadın sanatçılarla müzik yapma şansına ve onlardan öğrenme şansına eriştim. O yüzden birçok kişi var diyebilirim…

        REKLAM

        “AMAN ŞU HAYATIM GEÇSE DE BİTSE DEDİĞİNİ DÜŞÜNDÜĞÜM BİRÇOK ANNE VAR”

        Sizin için kadın ne demek? Türkiye'de kadın olmak zor mu?

        Türkiye’de kadın olmak Türkiye’nin farklı bölgelerinde değişen bir şey demek bence. Biz kadının bu kısmını biliyoruz, onu ilerletmeye çalışıyoruz, onu desteklemeye ve var etmeye çalışıyoruz. Ama Türkiye’nin başka yerlerinde aşağı çekilerek, birçok şeye maruz kalan kadınlar da var. ‘Aman şu hayatım geçse de bitse’ dediğini düşündüğüm birçok annenin olduğuna üzülüyorum. Eşitsizlik Türkiye’de var. Benim onu görmemiş olmam, deneyimlememiş olmam, olmadığı anlamına gelmiyor. Bunlar artık internet aracılığıyla önümüze geliyor ve gelmeli de. Belki de bu şekilde bir şeyler daha iyiye gidebilir. Maalesef, üzücü bir eşitsizlik konusu var kadınla alakalı. Çok üzüyor bu durum hepimizi ama bazı erkeklerin buna sahip çıkıp, kadını desteklemesi, ilk uyarıyı onların yapması da çok mutluluk verici.

        8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde kadınlara ve erkeklere ne mesaj vermek istersiniz?

        Her alanda birbirimizi yükseltmeliyiz, motive etmeliyiz ki başarı çoğalarak bize dönsün. Kadınlar güçlü olsun, erkekler de kendi güçleriyle onları desteklesin. Birlikte var olmak konusunu artık her alanda başaralım. Türkiye’nin de motivasyonu böylelikle yükselsin. Bir şeylerin pozitif gitmesi çok önemli bir şey. Yoksa hiçbir şey gitmez. Dolayısıyla her zaman destek, iyi niyetle yaklaşım çok önemli. Umarım o zaman her şey çok daha güzel olacak, çok daha farklı bir seviyede olacak.

        Şurada Paylaş!
        Yazı Boyutu

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ

        Habertürk Anasayfa