Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Sinema Avrupa’nın en güzel şehirlerinde geçen 16 film!
        • 5

          LİZBON

          Beyaz Kentte (1983)
          (Dans la ville blanche)

          Makine dairesinin gürültüsünden, karanlığından bıkan İsviçreli denizci (Bruno Ganz), Lizbon’da gemiden ayrılır ve küçük bir oda kiralar. Şehir, ruhunu dinlendiren huzur verici bir limandır artık onun için. İsviçre’deki sevgilisine mektuplar yazar, ‘beyaz şehrin’ güzelliğini anlatır. 8mm kamerasıyla çektiği filmleri gönderir ona. Filmler de mektuplar kadar çok şey anlatır. Sonra kaldığı küçük pansiyonda çalışan Rosa ile arkadaş olur… Çalışmaktan yorulmuş birçok kişi gibi hiçbir şey yapmamanın tadını çıkararak, kendini şehrin güzelliğine bırakarak, geleceği hiç düşünmeden geçirir günlerini… İsviçreli yönetmen Alain Tanner’in yazıp yönettiği ‘Beyaz Kentte’, bir şehre yazılmış en güzel aşk mektuplarından biri…

        • 6

          FLORANSA

          Manzaralı Bir Oda (1985)
          (A Room With a View)

          Film, 1907 yılında Floransa’da açılıyor. Genç Lucy Honeychurch (Helene Bonham Carter) ve birlikte seyahat ettiği Charlott Bartlett (Maggie Smith), kaldıkları otel odasının manzaralı olmamasından dolayı mutsuzdur. Aynı otelde kalan George Emerson (Julian Sands) ve babası (Denholm Elliott), vatandaşları iki İngiliz hanıma jest yapıp manzaralı odalarını verirler. George ve Lucy ertesi gün birlikte Floransa’yı gezerken yakınlaşırlar… Ama bu yakınlaşma Lucy’nin İngiltere’ye dönüşüyle son bulur. E.M. Forster’ın romanından Ruth Prawer Jhabvala’nın sinemaya uyarladığı, James Ivory’nin yönettiği ‘Manzaralı Bir Oda’, Floransa’nın güzelliklerini kutsayan en iyi filmlerden biri.

        • 7

          ROMA

          Tatlı Hayat (1960)
          (La Dolce Vita)

          Roma, tarihi ve kültürel yanlarıyla dünyanın en güzel şehirlerinden biri… Sadece İtalyan sinemasnın değil, dünya sinemasının da öteden beri paylaşamadığı bir mekân… Öyle ki hayatında hiç Roma’ya gitmeyen bir insan, yeterince film seyretmişse Roma’nın çoğu turistik yerini ezberden bilebilir… Bu kadar çok film arasından neden ‘Tatlı Hayat’ derseniz her şeyiyle gerçek bir başyapıt olduğu için derim. Siyah beyaz olması ise bizi mimariye ve şehre daha çok odaklar. Roma’nın üzerinde uçan bir helikopterin taşıdığı İsa heykelinin görüntüleriyle başlayan film, magazin yazarı Marcello Rubini’nin (Marcello Mastroianni) yüksek sosyetenin eğlendiği Roma gecelerinde dolaşmasıyla sürer.. Dışarıdan bakıldığında “tatlı” ve eğlenceli bir hayattır bu. Ama yüzeydeki şatafatın altında ruhu tatmin edecek hiçbir şey yoktur. Marcello da ruhundaki boşluğu dolduramaz. Mastroianni ile Anita Ekberg’in Trevi Çeşmesi’ndeki sahnesi unutulmazdır.

        • 8

          VİYANA

          Gündoğmadan (1995)
          (Before Sunrise)

          1990’lı yıllarda özellikle gençler üstünde etki bırakan filmlerden biriydi... Baştan sona diyaloglarla akıp giden filmlere önyargısı olanların bile sevdiği "Gündoğmadan"ın trenlerle Avrupa'yı gezen, seyahatleri sırasında geçici aşklar, ilişkiler yaşamayı seven gençlerle dolu bir dünyada kült filme dönüşmesi şaşırtıcı değildi. Viyana’nın varlığı, kuşkusuz filmi daha da güzel ve romantik hale getiriyordu. Celine (Julie Delpy) ve Jesse (Ethan Hawke) film boyunca Viyana’da dolaşırken hem birbirlerini hem de şehri tanırlar. Şehir restoranları, barları, parkları, sokaklarıyla gözlerimin önünde akıp gider; seyircilerde orada olma arzusu uyandırır.

        • 9

          VENEDİK

          Don’t Look Now (1973)

          Venedik, sinemacıların en sevdiği şehirlerden biri… Öyle ki Venedik’te çekilen filmler bir kitaba dahi konu olabilir. Kızlarının ölümünden dolayı yaşadıkları travmanın ardından Venedik’e gelen İngiliz bir çiftin gizem ve korku dolu öyküsünü anlatan ‘Don’t Look Now’ tüm bu filmler içinde Venedik’e alışılmışın dışında bir gözle bakmaya cesaret eder... Daphne Du Maurier’nin romanından sinemaya uyarlanan filmde İngiliz yönetmen Nicolas Roeg, kış ışığı altındaki, sisli puslu Venedik’i getirir karşımıza. Turistik Venedik kadrajlarını bir yana bırakıp şehrin kuytu ve karanlık köşelerine götürür bizi… Şehir, ölümü, gizemi ve karanlığı çağrıştırır. ‘Don’t Look Now’, ışığı ve renk paletiyle Venedik’e çalışmaya gelen tüm sinemacılar ve fotoğrafçılara esin kaynağı olan filmlerden biridir.

        • 10

          LONDRA

          Aşk Engel Tanımaz (1999)
          (Notting Hill)

          Orijinal adını Batı Londra’nın kalabalık ve şık semti Notting Hill’den alan ‘Aşk Engel Tanımaz’, seyrettikten sonra öykünün geçtiği yerleri görmek isteyeceğiniz filmlerden... Özellikle Hugh Grant’in Portobello Yolu’ndaki açık hava pazarında mevsimlerin içinde yürüdüğü sahne, filmi seyreden çoğu kişi için unutulmazdır. Roger Michell’in yönettiği film, birçok klasik aşk hikâyesi gibi erkeğin kıza rastlamasıyla başlar. Ne var ki, erkek (Hugh Grant) Londralı kendi halinde sıradan bir kitapçı, kız (Julia Roberts) ise dünyanın en ünlü film yıldızlarından biridir... Kısaca aşkları sadece onları değil, dünyayı da ilgilendirir ve bu durum her şeyi zorlaştırır. İngiliz romantik komedisinin usta senaryo yazarı Richard Curtis, bir kez daha inandırıcı, sıcak ve samimi bir gönül serüveni anlatmayı başarıyor.

        • 11

          BARCELONA

          Annem Hakkında Her Şey (1999)
          (Todo sobre mi madre)

          Barcelona, öncelikle Michelangelo Antonioni’nin ‘Yolcu’; Woody Allen’ın ‘Vicki Cristina Barcelona’ filmleriyle gelir aklıma… Her iki yönetmen de şehre dışardan bir yabancı gibi bakar, Barcelona’nın güzelliğine karşı koyamazlar. İspanyol yönetmen Pedro Almodovar ise Barcelona’ya daha içerden bakar. La Sagrada Familia gibi şehrin en güzel mekânlarında çeker filmini. Şehir karakterleri adeta bir anne sıcaklığıyla sarar. Kaldı ki, Almodovar’ın başyaptlarından birisi olarak kabul edilen film de annelik duygusu üzerinedir… Madrid’de yaşayan yalnız anne Manuela, 17 yaşındaki oğlunun ölümünün ardından, Barcelona’ya gider. Amacı oğlunun babası olan transseksüel Lola’yı bulmaktır.

        • 12

          PARİS

          Amélie (2001)

          Hayata karşı olumlu yaklaşımı ile mutsuzluğa, depresyona ve kederli çocukluğuna meydan okuyan Amelie’nin (Audrey Tautou) hikâyesi... Sevmesini, dokunmasını bilmeyen bir baba ve intihar etmiş bir annenin çocuğu olan Amelie, başkalarını mutlu etmenin kendisine iyi geldiğini keşfeder ve hayatı değişir. Seyrettiğiniz zaman size kendinizi iyi hissettirecek bir film ‘Amelie’… Bunda hikâye ve karakterler kadar filmin geçtiği Paris’in de büyük payı var… Şehre dışardan gelen yönetmenler, genellikle Paris’in en güzel ve turistik görüntülerinin keşfine çıkarlar. Fransız yönetmenler ise şehre daha içerden bakar, yaşayan Paris’i yansıtırlar. Jean-Pierre Jeunet de ‘Amelie’de tam olarak bunu yapıyor, filmin ana karakteri Amelie’ye hayat sevgisi ve enerji veren Paris’i gösteriyor bize…

        • 13

          DUBLİN

          Gençlik Ateşi (1991)
          (The Commitments)

          Her şey Jimmy Rabbitte’nin Dublin’de soul müzik grubu kurmak istemesiyle başlar. Kökeni ABD olan bir müzik türünü, Dublinli müzisyenlerle yapmak başlangıçta uçuk bir hayal gibi görünür. Ama Jimmy kararlıdır. Seçmelerle birlikte haklı olduğu ortaya çıkar. Jimmy’nin çabalarıyla ortaya çıkan The Commitments adlı grup, kimsenin beklemediği kadar iyi müzik yapar. Jimmy haklı çıkmıştır. Rhythm & Blues, Dublin’in ruhunda gizlidir ve grup adını daha çok duyurmaya başlar. Jimmy işi daha da büyütmek ister ama birbirinden çok farklı onca kişiyi bir arada tutmak, egolarını denetim altına almak hiç kolay değildir. Sonuçta, yaptıkları müzik ne kadar iyi olursa olsun belirleyici olan kendi aralarındaki ilişkilerdir… Alan Parker, açıkçası seyircide Dublin’e gitme arzusu yaratan bir film çekmek için çaba göstermez ama karakterlerin ve yaptıkları müziğin şehirle ilişkisini de hiç aklımızdan çıkarmaz…

        • 14

          BERLİN

          Berlin Üzerinde Gökyüzü (1987)
          (Der Himmel über Berlin)

          1989 öncesinde, Soğuk Savaş’ın simgeleşmiş şehriydi Berlin... Soğuk Savaş’ın izlerini üstünden attıktan sonra güzelliği ön plana çıktı ve başta Hollywood olmak üzere sinemacıların giderek daha çok ilgilendiği bir şehir oldu… Berlin’i en güzel anlatan filmi bulmak kuşkusuz hiç kolay değil. Ama ‘Berlin Üzerinde Gökyüzü’nün şehirde geçen filmler arasında çok özel bir yeri olduğu kesin… Usta Alman yönetmen Wim Wenders, Berlin’i gökyüzünde dolaşan melekler aracılığıyla anlatıyor bize. Melekler, insanların düşüncelerini dinliyor, ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlar. İçlerinden biri, trapezci kıza âşık olunca ölümlü olmaya karar veriyor. Şehri ikiye ayıran duvarın henüz yıkılmadığı dönemden kalma duygusal bir Berlin filmi…

        • 15

          ST. PETERSBURGH

          Anna Karenina (1997)

          Başrollerinde Sophie Marceau ve Sean Bean’in oynadığı film, en iyi Anna Karenina uyarlamalarından biri olarak kabul ediliyor. Komünizmin ve Sovyetler Birliği’nin yıkılışından sonra Rusya’da çekilen ilk Batı filmlerinden biri... Leo Tolstoy’un klasik romanı, Fransız yönetmen Bernard Rose’un ellerinde gösterişli bir dönem filmine dönüşürken devrimden sonra adı Leningrad olarak değiştirilen Saint Petersburg bütün ihtişamı ve tarihi yerleriyle gözlerimizin önüne geliyor. Rose, seyirciyi şehrin sokaklarında gezdirmenin ve mimarinin güzelliğini göstermenin yanı sıra 19. Yüzyıl Rus aristokrasisinin şehirde sürdürdüğü hayatın keşfine çıkıyor; şehri dış mekânları kadar iç mekânlarıyla da karşımıza getiriyor.

        • 16

          BUDAPEŞTE

          Ajan (2015)
          (Spy)

          Bozulmamış tarihi dokusu nedeniyle Budapeşte son yıllarda Hollywood’un favori mekânlarından biri… Budapeşte, Avrupa’nın farklı şehirlerinde geçen dönem filmlerine ev sahipliği yapmasıyla da tanınıyor. Son dönemde Budapeşte’de geçen sahneleriyle öne çıkan Hollywood filmlerinden biri ‘Ajan’ (Spy)… Film, masa başı işlerini bırakıp önemli bir operasyona katılmak üzere “saha”ya inen CIA ajanı Susan Cooper’ın (Melissa McCarthy) hikâyesini anlatıyor. Seyrettiği filmlerdeki gibi havalı bir ajan olmak isteyen Susan’ın Paris’te başlayan eğlenceli ve komik Avrupa serüveni Roma’dan sonra Budapeşte’nin görmeye değer güzel mekânlarında devam ediyor. Yönetmen Paul Feig, bir James Bond filmi gibi açtığı “Ajan”ı bazen bir ajan filmleri parodisine bazen de bir aksiyona dönüştürebiliyor.

        Yazı Boyutu

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ

        Habertürk Anasayfa