Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kurultay konuşmasında Kemal Bey, Tayyip Bey hakkında “diktatör bozuntusu” deyince işin nereye varacağını merak etmek kaçınılmaz olmuştu. İşin sonu maalesef çok kötü oldu... Bu, hiç rastlanılmamış bir olay mıydı? Hayır! Aksine, öylesine geniş kapsamlı, derin tesirli ve ayıplı bir dil furyası başlatıldı ki, parmak ısırmamak mümkün değildi... Böylesine ağzı bozuk siyaset yapmak, yaklaşık yüz yıllık bir parlamenter geçmişin günümüze getirdiği ayıptır...

        ***

        Türk siyaset tarihinde terbiyevi dil kullanmak, bir siyasetçi için çok saygın itibar ölçüsüdür. Türkiye, memleket bahsini bu üslupta konuşan siyasetçilerin ağzından dinlerdi. Kaba lisan kullananların itibar gördüğü bir örnek yoktu.

        Siyasette gelenek şuydu: Kim ağzını bozarsa, kazanan daima karşı taraf olurdu. Örneğin, Atatürk’ün emriyle Aydın ili CHP milletvekili olarak, Meclis’e getirilen Menderes’in, en fazla saygı gösterdiği şahıs İnönü idi. 1946’da Demokrat Parti’yi kurunca, bütün lisan nezaketi yok oldu. Menderes, İsmet Paşa için, “bunak” diyecek kadar lisan bozukluğunda ileri gitti.

        Ve daha sonra Türk siyasetinde küfür, sıradan bir hitabet türü halini aldı.

        ***

        Günümüzde, siyasetin dilinde müthiş bir bozukluk yaşanıyor.

        Üstelik müthiş bir hiddet içeriğiyle bu bozuk lisan iptilası sergileniyor.

        Örneğin Kemal Bey, Tayyip Bey’i muhatap alarak “diktatör bozuntusu” yerine, sadece “diktatör” demiş olsaydı, acaba bu hitap, Türkiye’yi yerinden oynatacak bir lisan kabalığı olarak sayılabilir miydi?

        Örneğin bir siyasetçi için, “demokrat” sıfatıyla tanımlanmanın iltifat telakki edilmesine karşılık, “diktatör” tanımlamasının, sanki ülke siyasetinin en büyük suçu işlenmiş gibi etrafın velveleye verilmesi anlaşılır şey midir?

        ***

        Bu tartışmanın cevabını hem mahiyeti, hem üslubu itibariyle cevaplayacak tek kişi Tayyip Bey’di. Kendisine “diktatör bozuntusu” denilmesini, şahsını hedef alan bir terbiye eksikliği olarak değerlendirip, Kemal Bey’e siyasi cevap vermeye başladı. Bu ihtiyaç için, on dokuzuncu muhtarlar toplantısını seçti. Tayyip Bey, genel tanımlamalarla, akademisyenleri hedef alarak konuşmasına başladı. Eleştirileri sertti. Bu entelektüel imzacıları, ülkenin meselelerini idrak edemeyen bir kadro olarak gösterdi. Çok ağır dille eleştirdi. Evet! Ben de ülkenin terör bahsinde neler kaybettiğini, sivil, asker ve polis olarak ne kadar şehit verdiğimizi dikkate almayan, terör kadrosunu tek kelimeyle ayıplamayan bildiri akademisyenlerini haksız buluyorum

        Tayyip Bey’in bu kadroyu tanımlayan sert eleştirisini ölçülü buldum. Ama Tayyip Bey’in, Kemal Bey’i hedef alan eleştirisini, kurduğu cümlelerin hem lisanda, hem manada ne kadar ağır dil içerdiğini gördüm. Adeta tezyif sanatını doruklaştıran hitabet üslubu kullandığını gördüm ve şaşırdım. Belli ki metin yazarları vur deyince öldürmüşlerdi.

        ***

        Cumhurbaşkanlığı makamı ve mekânı dokunulmaz değildir. Çankaya sırtlarındaki bağ evinden, pembe köşke kadar cumhurbaşkanlığı konutları geçmişte çok ağır ifadelerle eleştirilmişti. Muhatap cumhurbaşkanları da, en ağır ifadelerle muhataplarına cevap verirlerdi.

        Bu işin ustası rahmetli Süleyman Bey’di. Bu üslup ile siyaset dilini kullanmak, büyük maharet ister. Bu maharet tartışmalı düzeydeyse, hitabın anlamı da, kelamı da iz bırakmaz, sadece bir ayıp tarifi olarak kalırdı.

        Bu tür hitapların yazarları, bizzat cumhurbaşkanlarının kendileriydi. Kalemşor kullanmaya ihtiyaç duymazlardı. İşin hüküm cümlesi şudur: Kalemşor lisanıyla siyaset iz bırakmaz...

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar